LOKMAN Sûresi - 32. Âyet :
Ve kara
bulutlar gibi dalga sardığı vakit onları dini Allah’a hâlis kılarak
yalvarırlar, sonra karaya çıkarıldığı vakit içlerinden doğru giden
de bulunur ve bizim âyetlerimize ancak gaddar, nankör olanlar
çıfıtlık eder. (1)
SEBE' Sûresi -17. Âyet :
Nankörlük ettikleri için onları böyle cezalandırdık. Biz
Nankörden başkasını cezalandırır mıyız! (4)
FATIR Sûresi - 36. Âyet :
İnkâr
edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler,
cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz,
küfürde ileri giden her nankörü böyle cezalandırırız. (4)
ŞÛRÂ
Sûresi - 48. Âyet :
Ey
Muhammed! Eğer onlar yüz çevirirlerse bilsinler ki, biz seni onların
üzerine bir bekçi olarak göndermedik.
Sana
düşen sadece tebliğdir.
Gerçekten biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırırsak ona
sevinir, ama elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine bir
kötülük isabet ederse, o zaman görürsün ki insan çok nankördür.
(3)
İNSÂN Sûresi - 3. Âyet :
Muhakkak Biz ona (doğru) yolu gösterdik; ister şükredici olsun,
ister nankör kafir! (2)
İNSÂN Sûresi - 24. Âyet :
Öyleyse, Rabbinin hükmüne sabır göster. Onlardan günahkâr veya
nankör olana itaat etme. (5)
İbnu
Abbâs (radıyallahu anhümâ):
"Allah'ın verdiği nimetleri nankörlükle karşılayanları ve
milletlerini helâk yurduna, yaslanacakları cehenneme götürenleri
görmüyor musun?"
(İbrahim, 27-28) âyetini açıklama sadedinde:
"Onlar
vallahi Kureyş kâfirleridir. Nankörlükle karşılanan nimet de
Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'dir. "Helâk yurduna...
götürdüler"in mânası, "Bedir günü ateşe... götürdüler" demektir.
Hz. Ali
(radıyallahu anh):
"Rızkınıza (şükredeceğinize) siz behemahal tekzibe mi
kalkışırsınız?"
(Vâkıa, 82) meâlindeki âyetle ilgili olarak Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
"Siz
Cenâb-ı Hakk'ın size verdiği şükür makamında, "falanca falanca
yıldızın batışı veya falanca falanca yıldızın doğuşu sayesinde
yağmura kavuştuk" diyorsunuz."
AÇIKLAMA:
Rivayetler, yukarıdaki vahyin yağmur hadisesi ile alakalı olarak
nazil olduğunu kaydederler. Ancak, İbnu Salâh'ın da belirttiği
üzere, muhtemelen sâdece son Âyet vak'a ile ilgilidir.Hadiste,
açıkça görüldüğü üzere, câhiliye devrinin yıldız inancı
reddedilmektedir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu meseleyi
uygun bir fırsatta ele almış, dikkatlerin yağmura çekildiği bir
yağış sonrası tebliğini yapmıştır.Cahiliye Arapları birçok şeyleri
yıldızların tesirine bağlar, onların uğur veya şerrinin tesiriyle
vukua geldiğine inanırdı.
Hz.Câbir (radıyalahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kim
bir ihsana mazhar olursa, bulduğu takdirde karşılığını hemen
versin, bulamazsa, verene senâda bulunsun.
Zira
onu övmekle, teşekkürünü yerine getirmiş olur. Ketmeden
(karşılık vermeyen) nankörlük etmiş olur" dedi.
AÇIKLAMA:
Bu
hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yapılan iyiliğe, aynı
cins bir iyilikle mukabelenin esas olduğunu belirtiyor. Zira "ihsan"
diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı atâ'dır, maddî bağış
demektir. Dilimizde atiyye de denir. İyiliğe iyilikle ânında
mukabele edilemiyorsa, senâ edilmelidir, yani sözle, memnuniyetimizi
ifade edici, iyilik yapanı memnun edici bir ifadede bulunulmalıdır.
Bu ona teşekkür etmek veya dua etmek suretiyle gerçekleşir. Hadis: "Senâ
eden teşekkürünü yerine getirmiş olur" buyurmaktadır.
Ketmetmek, susmak'tır. Burada, nimete mazhar olduğunu ilan etmeyen
demektir. Yani: "Maddî karşılık vermediği gibi, senâda da
bulunmayan, ne fiille ne de sözle mukabele etmeyen nankörlük etmiş
olur."
Hadisin
aslında nankör kelimesinin yerine "küfretmiş olur" diye tercüme
edilebilecek "kefere" tâbirini kullanır.
Dilimizde, yapılan iyiliğin görülmemesine nankörlük veya küfrân-ı
nimet diyoruz.
Ebu
Saîd (radıyalahu anh)'den gelen bir rivÂyette, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
"Halka teşekkürde bulunmayan Allah'a da şükretmez."
AÇIKLAMA:
Tabiatında, insanlardan gelen iyiliklere karşı nankörlük ve teşekkür
etmeye kıymet vermemek bulunan bir kimse, nimetleri sebebiyle
Allah'a küfran-ı nimette bulunup şükrü terk etmeyi de âdet edinir.
Bir
rivâyette ise şöyle buyurulmuştur:
"(Allah
tek bir ok sebebiyle üç kişiyi cennete koyar:
Yapan, (yeter ki
hayır maksadıyla yapsın), atan ve oku atana veren
(münebbil).
Atın,
binin. Sizin (ok) atmanızı, ben binmenizden daha çok seviyorum.
Her
eğlence bâtıldır. Eğlenceleriniz içinde sadece şu üç şey (mübahtır),
övgüye değer:
Kişinin atını te'dib etmesi,
(Te’dib=Edeblendirme, terbiye verme, haddini bildirme. )
Hanımıyla mulatafede bulunması,
Yayla ok atıp, atılan okları toplaması.
Bunlar
Hakk'tandır. Kim öğrendikten sonra atışı, nefretle terkederse bilsin
ki, bir nimeti terk etmiştir -veya şöyle dedi-:
"Bu nimete karşı nankörlük etmiştir."
Derleyen: Hamdi Cenik
hamdicenik@hotmail.com
İstanbul -13.06.2006
http://sufizmveinsan.com
|