ER-RAHMAN
Dünyada
kâfir, mü'min demeden hepsine şefkat ve merhametle muamele
eden, nimet veren manasındadır.
Bazen
çevremize bakarız, yaşamının çoğunu dine muhalif şeyler
yaparak geçirmiş insanları görürüz, küfreden, zulüm eden
kişiler vardır. Buna rağmen, oldukça sağlıklı vücutları,
çevrelerini belki de hayran bırakacak fiziksel güzellikleri
ve yetenekleri vardır. Rızkları, evlatları, sahip oldukları
beşeri vasıfları, çok üstündür. Çoğumuzun şaştığı
bu durum, Allah'ın Rahman isminin
neticesidir. Dünyada kâfir, mü'min demeden nimetlerini
sınırsız dağıtan demektir.
Rahman
demek, rahmet demektir. Yağmur yağdığında güle, dikene, böceğe,
köklere, her şeye ayırt etmeden düşer. Hiçbir şey o
rahmetten mahrum kalmaz. Rahmetin yağışı sırasında suçlu
olan da,layık görmediğimiz de, küfreden de o rahmet ile
temizlenme hakkına sahiptir. İnanılmaz bir hoşgörü ve sevgiyi barındırır
rahman ismi bünyesinde. Seçilmeden her şeye rahmet
verilirken, bu rahmetin barındırdığı güçlü bir sevgi de
mevcuttur rahmeti verende.
O
Rahman'dır, O Rahim'dir.
Kur'an'da O, aşkın
zatını tanıtırken "Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır"
buyurur. Ayete dikkat ederseniz "rahmetim mü'minleri,
inananları vs kuşatmış" demiyor. “Her şeyi kuşatmış”
diyor. Yani sınır yok. Bu dünyada yaşayan her şey, o
rahmetten doya doya yararlanır.
Yine Kitab'ta O'nun en büyük prensibine şöyle dikkât çekilir:
"Rabbiniz rahmet ve şefkâti kendisine prensip edinmiştir."
Yukarıda da belirttiğimiz üzere sınırsız vermek demek, aynı
zamanda sınırsız sevmek demektir. Çünkü, ancak çok büyük
bir sevgi, yanında şefkâti doğurur. Şefkât de rahmeti.....
Allah'ın bu "rahmet ve şefkât" prensibi, O'nun değerlerine
bir ömür saldırıp da başı sıkışınca "Allah'ım
yardım et!" diyenleri de kapsar. Zor anlarımızda "Allah’ım
beni koru" derken, acaba yaşamımızın bir döneminde
dahi olsa O'nun değerlerini koruduk mu?
Gönülden
dilerim, Allah hepimizi korusun, hepimize yardım etsin. Fakat
bilirim ki O, "sonsuz rahmet kaynağı" olan bir
Rahman olduğu kadar, değerlerine saldıranlardan "öç
alan" Müntakim'dir de...
O,
"esirgeyen" bir Rahman olduğu kadar, varlığını
insanlığın değişmez değerlerine savaş açmaya adamış
olan kişi, kurum ve uygarlıkları "kahreden"
bir Kahhar'dır da.
O,
suyu getirenle testiyi kıranı bir tutmaz elbet; fakat yine de
O'nun "rahmeti gazabını geçmiştir."
İşte
bu yüzden biz O'nun kahrından lûtfuna sığınıyoruz.
Gazabından rahmetine sığınıyoruz.
Celalinden
Cemaline sığınıyoruz.
O'ndan yine o'na sığınıyoruz. (M.İslamoğlu)
Allah'ın
en büyük rahmeti Kur'an'dır. Çünkü Kur'an; İnsanlığın
milyonlarca yıldır kendine yönelttiği “Niçin varım?”
“Nereden geldim,Nereye gidiyorum?” sorularının cevabıdır.
Doğumdan ölüme kadar uzanan çizgide, tüm handikapların çıkış
noktasıdır. Kur'an’ın surelerinden biri olan Rahman
suresinde de aynı konuya işaret edilir."Rahman olan
Allah, Kur'an’ı öğretti".
Rahman
isminin kuldaki tecellisi ise,insanlarda var olan kalp yufkalığıdır.
Varlıklara karşı hissedilen şefkât ve cömertliktir. Bir yüreği
imar etmek için kulun, harcadığı emek ve zamanda rahmet
isminin bir tecellisi değil midir?"Bir Adem, bir âlem"
derler. Her insan, rahmet ile kuşanmıştır. Her kişi içinde
binlerce güzellik ve sır taşıyan
bir âlemdir.
Bizler
genellikle cenazelerde taziye sırasında
söyleriz ”Allah rahmet etsin” temennisini. Oysa
Allah’ın rahmeti ve merhameti yaşayan kişiler için çok
daha fazla gereklidir. Bu temenni, Allah’ın ihsan ettiği tüm
nimetlerle kişinin arınması demektir.
Adı
İSLAM (teslimiyet, barış, selamet,mutluluk) olan bir dine
mensup olarak en büyük rahmeti yakalayan insan, aynı zamanda
teslimiyet ve barışın, sembolü olmalı değil midir? Hz. Ömer
gibi kendisini öldürmeye geleni diriltmeli değil midir?
Allah'ın kendisine verdiği rahmeti bilmek zorunda değil
midir? Kur'an’da pek çok ayette yere,göğe bakmamız ve düşünmemiz
emredilir. Akletmet ve fark etmek... İşin özü bu. Zaten bu
çalışmaya başlamamızın sebebi de budur. Kur'an’da ve
hadislerde defalarca tavsiye edilen Esma-ül Hüsna, aslında
yaratanı fark etmenin şifresidir.
Hadislerde
; Peygamberimiz "Hiçbiriniz amelleriniz ile cennete
giremezsiniz buyurdu. Sahabe "Sen de mi
Resulullah?.."diye sorunca "Ben de" buyurdu.
"Allah'ım
bizi rahmetinle şereflendirdiğin kullarından kıl,rahmetini
fark etmeyi, onun hakkını vermeyi en büyük rahmetin olan İslam’ı
ve Kur'an’ı yaşamayı, kalpleri onunla imar etmeyi bizlere
nasip et."
Kur'an’da
ortalama olarak elli yedi kez anılır rahman ismi. Ayrıca
hepimizin bildiği gibi Rahman suresi de mevcuttur. Özellikle
Rahman suresinin mealini okuduğunuzda
ard arda gelen nimetlerden bahsedilir. Güneş, ay, yıldızlar,
meyveler, yeryüzü nimetleri sayılır ve ardından bunları
nasıl görmezden gelirsiniz diye sorulur. Nimet vermek demek
rahmet etmek demektir. Ve surenin sonlarına doğru kıyamet
sahnesi ve bunca rahmeti inkâr edenlerin halleri anlatılır.
Onların konuşmasına bile gerek kalmadan yüzlerinden
tanınmaları sahnelenir. Sonra da nimetleri bilenler
anlatılır. Nimeti fark etmek bir ibadettir. Bu fark etmenin
karşılığı ise cennettir.
Necip
Fazıl, bir şiirinde
"Yön
yön sarılmışım ne yana baksam
Sarılan olur da saran olmaz mı?..
Kim bu yüzü çizen sanatkâr ressam?..
Gönüp de aynaya soran olmaz mı?.."
Dizeleriyle,
sahip olduğumuz her şeydeki rahmeti düşünmeyi anlatır
bizlere.
Başımıza
gelen her sıkıntıda,bardağın hep boş yarısını görmek
yerine, o sıkıntıyı yaşıyorken
sahip olduğumuz nimetleri hatırlamak bir ibadettir.
Maddi-manevi sorunlar içerisinde
etrafımıza körcesine bakarken, sağlığımızı, ailemizi,
gençliğimizi ve dahi pek çok nimeti hatırlamak, sıkıntımızı
küçültür adeta. Ya da hasta isek sancılar içerisinde kıvranıyorken
dahi,bizi sevenleri yanımızda görmek, sevildiğimizi bilmek,
gökyüzünü görmek, havayı soluyabilmek, su içebilmek gibi
nimetlerin varlığını hissetmek,
acıyı sabırla harç etmemizi sağlar.
Kur'an’da
pek çok kere başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmamız önerilir.
Gökyüzüne bakma ve oradaki sonsuz güzelliği fark etmek,dünya
içindeki sorunları küçültür aslında. Çünkü baktığımız
her şeyde bizi çepeçevre kuşatmış bir varlığın ihtişamının
parçaları vardır. Her an, her şey bize "yalnız olmadığımızı,
bizi koruyan, gözetleyen ve çok seven "bir varlığın
hep kolladığını anlatır. Kalplere sükut iner. Başımızı
kaldırdığımızda, mutmain olmuş bir gönül; O'nu
hissetmeden yaşamanın, minicik sorunları büyütüp,
derdimizde kaybolmanın acısını anlatır bize.
Kıssa;
Bu
noktada aklıma hep Hz. Fatıma geliyor. Evliliğinin ilk birkaç
gününde kendisine babası tarafından düğün yemeği olarak
hazırlanan özel bir tatlıyı, üç gece üst üste kapılarına
gelen fakire vererek kendileri aç yatmışlardır Hz.Ali ve Fatıma...
Birkaç
gün sonra kızını ziyarete gelen Peygamberimiz, O'nun solgun
ve üzgün yüzünü görünce telaşlanmış "Neyin var
kızım, niçin bu kadar mahzunsun?" diye sorduğunda,
Fatıma o muhteşem kederini şöyle iletmiştir babasına
"Babacığım, Allah benim düğünüme niçin gelmedi?"
Şimdi
içinizde bu satırları okuyanların "Olur mu böyle saçma
bir şey, zaten Allah her an yanımızda" dediğini duyar
gibiyim. Evet haklısınız Allah hep bizimle hatta her
nefesimizi alıp verirken dudaklarımızdan çıkan "hu"
sesi bile Allah'tır. Ama biz bunu fark etmeyiz.Zaten fark
etmiş olsak gerçek mümin olur, o nefesin hakkını vermeye çalışırız.
Burada
Fatıma’nın demeye çalıştığı da budur. Düğün telaşı
ve heyecanı içerisinde Allah'ın varlığını kalbinde
hissedemeyişine olan hüznüdür O'na bu sözleri söyleten. Yüzü
sapsarı kesilmiş üç gecedir aç kalmasını bile önemsemeden
yaşlı ve telaşlı gözlerle bakar babasına "Neden
baba?” der, “Neden hissedemedim O'nu? niye gelmedi?Yoksa ben
bir günah işledim
de kalbimden uzaklaştı mı?.."
O
sırada Rasul’e
bildirilir "Üç gecedir Fatıma'nın
kapısına gelen kimdi?.. "
Çevremizdeki
her şey ve her insan O' na ulaşmaya vesile iken,Rahmeti her
yeri kuşatmışken “yalnızız” diye üzülenler,”hastayım”
diye ah edenler, "beni de gör Rabbim" deyip el açanlar,
hâlâ bunu diyecek gücünüz var mı? ...
Bakmayı
ve Okumayı bildiğimiz anda O'nu göreceğiz. "Oku"
dan maksat, kendini ve yaratılan her şeyi sorgulamak, keşfetmektir.
Böyle olmasa, Ümmi bir Peygambere gelen ilk emir "OKU"
olmazdı.
Rahmet
de okunur,merhamet de, intikam da, şefkât de.Yeter ki Okumayı
başarabilelim. "Oku" diyen sonra da "yaz"
der kâlem suresiyle, yazmak; idrak ettiğini paylaşmak
demektir.
Allah
bizden okuyan, fark eden, yazan, anlatan ama en önemlisi yaşayan
biri olmamızı ister. Çünkü "Resul’ün dediği
gibi iman, temenniden ibaret değildir." İyi bir şeylerin
olmasını istiyorsak, bunun için adım atmalıyız. Çünkü
biz kendimizde olanı değiştirmedikçe Allah da hakkımızdaki
hükmünü değiştirmez. Sahip olduğumuz artıları iyi değerlendirmek,
rahmeti fark etmek demektir.
Peygamberimiz
bir hadisinde şöyle dua ediniz buyurur:"Ey
Allah'ım; Beni mağfiret et, bana rahmet et. Beni doğru yola
hidayet kıl, Beni rızıklandır"(Müslim-ebu Vakkas'tan)
Ayrıca
sıkça Er-Rahman zikrini okuyanların unutkanlık ve
gafletten uzak olacağı (Arif Pamuk) bildirilmektedir. Zikir,
tefekkürü yani derin ve kapsamlı düşünceyi doğuracak şekilde
konunun üzerinde yoğunlaşmak demektir."Rahman'ın
zikrinden göz yumup ,yüz çevirene biz şeytanı musallat kılarız.
Artık, bu O'na arkadaştır. Şeytanlar onları gerçeklerden
saptırır..." buyurulmaktadır. Düşünceyi, kalbi
zikirden alıkoymamak yaşam standardımızı yükseltir.
Beyinde uyardığı bölgeler ile de beyin kapasitemizi artırır.
Bu yüzden, Allah'ın her isminin ayrı bir
şifası vardır. Her isim kişide farklı gelişmelere
sebep olur. Örneğin Hafız ismini çok zikredenlerde unutkanlığın
azaldığı,Şafi ismiyle rahatsızlıkların düzeldiği vs vs.
belirtilmektedir. Zaten bu kadar özel anlamları olamasaydı
Kur'an ve hadisler defalarca tavsiye eder miydi bize?
"Allah’ın
var neyin yok?, Allah’ın yok neyin var?” sözü, Rahman
isminin kuşatıcılığını anlamış kişilerin
teslimiyetidir. Bu gün yeniden başımızı kaldırıp gökyüzüne
bakmaya ve sahip olduğumuz sonsuz sevginin kuşatıcılığını
hissetmeye var mısınız?..O zaman çığ gibi büyüttüğümüz
sorunların ne kadar da küçüldüğünü anlayacağız. Yeni
bir günle, yeni bir sayfa açılan hayatımızda Rahman isminin
nice boyutunu göreceğiz.
Yazım
bittikten sonra balkona çıkıp yıldızları seyredeceğim.
O'nu anlatma şansı verdiği ve yaşattığı bunca güzellik
için Rahman'a şükredeceğim.
Ya
siz?..
Şükretmeye
değer ne çok şeyimiz var değil mi?..
Kaynakça:
M.
İslamoğlu-makaleler
Ahmed Hulusi
Haydar Baş
|