8-441/2577 -
Ebû Mes’ûd el-Bedrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: “Sizden biri, rükû ve secdelerde belini
(tam olarak) doğrultmadıkça namazı yeterli olmaz.”
8-442/2578)-
Nu’mân İbnu Mürre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): “İçki içen, zinâ yapan ve hırsızlıkta bulunan kimse
hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Bu sual, bunlar hakkında henüz
hadd cezası gelmezden önce sorulmuştu.”Allah ve Resûlü daha iyi
bilir!” diye cevap verdiler. Aleyhissalâtu vesselâm:”Bu fiiller ağır
suçtur, onlar hakkında ceza vardır. Hırsızlığın en kötüsü de
namazını çalmaktır” buyurdu. Bunun üzerine:”Ya Resûlullah, kişi
namazını nasıl çalar?” diye sordular. Şu cevabı verdi:”Rükûsunu ve
secdelerini tamamlamaz.”
8-450/2586 -
Sahiheyn’in diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’ın rükû ve secdesi ve iki secde arasındaki (fâsıla ile),
rükûdan başını kaldırdığı zamanki (fâsıla) -kıyam ve ku’ûd (oturma)
hariç- birbirine yakın miktardaydı.”
8-543/2588 -
Abdurrahman İbnu Şibl (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) karga gagalamasından, vahşi hayvanlar gibi kolları
yaymaktan, kişinin mescidde deve gibi mekân tutmasından nehyetti”
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), bu hadiste namazla ilgili üç âdâb beyan etmektedir:
·
İki secde
arasında bir miktar oturmaya (tuma’nîne) yer vermeden çabucak ikinci
secdeye gitmeyi karga gagalaması olarak tavsif etmiştir. Çünkü karga
da bir leşe rastlayınca gagalarını peş peşe aralıksız saplar.
·
Musalli’nin secde sırasında kollarını yere yaymasını da vahşi
hayvanların yatma sırasında (ön ve arka) bacaklarını yere yaymasına
benzetmiştir.
·
Namaz
kılan kimse mescidde aynı yere alışıp, her gelişinde orada namaz
kılmamalıdır. Bu davranış hadiste “deve gibi mekan tutmak” tabiriyle
yasaklanmıştır. Çünkü develer ağıllarda her seferinde aynı
alıştıkları yere ıharak yatmayı tercih ederler.
8-455/2590 -
Hz. Ömer (radıyallâhu anh) demiştir ki: “Diz kapağı(nı tutmak) sizin
için sünnet kılınmıştır. Öyle ise rükûda diz kapaklarını kavrayın.”
8-455/2592 -
Berâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: “Secde ettiğin zaman ellerini yere koy,
dirseklerini (havaya) kaldır.”
8-458/2601)-
Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz secde edince, devenin çöküşü
şeklinde yere çökmesin, yani ellerini dizlerinden önce yere
koymasın.”
8-462/2608- Nâfî
(rahimehullah) anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şöyle
derdi: “Hasta kimse secde etmeye muktedir olamazsa başıyla ima eder,
alnına herhangi bir şey kaldırmaz.”
8-463/2610-
Bir diğer rivayette şöyle demiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: “Ben yedi kemik üzerine secde etmekle
emrolundum: Alın, -ve eliyle burnunu işaret etti- eller, diz
kapakları, ayakların etrafları. Ne elbiseleri ne de saçı (secde
sırasında) toplamayız.”
8-465/2612 - Hz.
Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir ihtiyaç sebebiyle, kendilerine Kurrâ denilen yetmiş
kişiyi yola çıkardı. Süleym aşiretinden Ri’l ve Zekvân adında iki
kabîle, Bi’r-i Ma’ûne (Ma’ûne Kuyusu) denilen bir suyun yanında
bunların önünü kesti. Hey’et bunlara: “Biz size gelmedik. Biz
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bir ihtiyacı için gidiyoruz”
dediler. Ancak öbürleri bunları dinlemeyip öldürdüler.Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) (duruma muttali olduktan sonra) sabah namazlarından sonra
bir ay boyu onlara bedduâ etti. Bu hadise namazda kunût okumanın
başlangıcı oldu. Biz kunut yapmıyorduk.”Abdülaziz İbnu Süheyb der
ki: “Bir zât Enes (radıyallâhu anh)’e Kunût’dan sorarak:”Bu, rükûdan
sonra mı yoksa kırâatın tamamlanmasından sonra mı?” dedi.
Enes:”Hayır, kırâatin bitiminde” diye cevap verdi.”Bir başka
rivayette (Enes şöyle) dedi: “[Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bir ay boyu] rükûdan sonra (kunût yaparak bazı Arap kabîlelerine
bedduâ etti.)”
8-470/2620 -
Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) vitrinin sonunda şunu okurdu: “Allahım! Senin gadabından
rızana sığınırım, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım.
Sana (layık olduğun) senâyı saymaya gücüm yetmez. Sen, kendini senâ
ettiğin gibisin.”
8-471/2622 -
İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bana, avucum avuçlarının içinde olduğu halde, Kur’ ân’dan
sûre öğretir gibi teşehhüd’ü öğretti.” “Tahiyyât, tayyibât ve
salavât(61) Allah içindir. Ey Nebi, selam, Allah’ın rahmet ve
bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah’ın
sâlih kulları üzerine de olsun. Şehadet ederim ki Allah’tan başka
ilah yoktur, yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın Resûludür.”Bir
rivayette “Allah’ın sâlih kulları” ibaresinden sonra şöyle
denmiştir: “Siz bu teşehhüdü yaptınız mı semâ ve arzdaki bütün sâlih
kullara selam vermiş olursunuz.”
8-473/2627 -
Nesâî’nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’la namaz kılınca: “Selam Allah’ın üzerine, selam Cibrîl ve
Mikâil üzerine olsun” derdik. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):”Selam Allah’ın üzerine olsun demeyin. Zîra Allah selam’ın
kendisidir. Ancak şöyle deyin: “Tahiyyât... Allah içindir...”
AÇIKLAMA:
-
et-Tahiyyât,
tahiyye’nin cem’idir, selam mânasınadır. Bazı âlimler bekâ, azâmet,
âfetlerden ve noksanlıklardan selâmet, melik gibi başka mânalar da
ileri sürmüşlerdir. Bediüzzaman merhum, tahiyyât’la hayat
sahiplerinin hayatlarıyla ortaya koydukları tesbihatların
kastedildiğini ifade eder:
- es-Salavât, salât’ın cem’idir. Duâ mânasına geldiği gibi, cemî
haliyle beş vakit namazın kastedildiği, ayrıca daha umumî olarak
bütün şeriatlerde gelmiş bulunan farzlar, nafileler nev’inden her
çeşit ibadetin kastedildiği de söylenmiştir.
et-Tayyibât tayyibe’nin cem’idir. Güzel, tâhir (temiz), hoşa giden
şey gibi mânalara gelir. İbnu Hacer: “Kelamdan güzel olanı” diye
açıklar.
İstanbul - 08.02.2005
http://sufizmveinsan.com
|