12-64 /
4209 - Ümmü Atiyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
"Biz,
kocalarımız hâriç, herhangi bir ölü üzerine üç günden fazla mâtem
tutmaktan men edilmiştik. Kocalarımız için dört ay on gün mâtem
tutmalıydık. Bu esnada ne sürme çekerdik, ne tîyb sürünürdük, ne de
boyalı elbise giyerdik. Giyebildiğimiz, sadece asb (denen daha
dokunmazdan önce boyanmış kumaşlardan mâmul) elbise idi. Mâtemli
kadına, hayız halinden çıkıp temizlik dönemine girince, yaptığı
yıkanmada azıcık koku kullanmasına izin verildi."
12-67 /
4211 - İbnu'l-Müseyyeb ve Süleymân İbnu Yesâr rahimehumullah
anlatıyor:
"Tuleyhâ
el-Esediyye, Reşîd es-Sakafî'nin nikahı altında idi. Reşîd,
Tuleyhâ'yı boşadı. Kadın, iddeti içerisinde iken evlendi. Hz. Ömer (radıyallahu
anh), ona da kocasına da değnekle çokça vurdu ve aralarını ayırdı.
Sonra şunu söyledi:
"İddeti
içerisinde hangi kadın evlenirse, onun evlenen kocası, gerdek
yapmamış bile olsa araları ayrılacak ve kadın, önceki iddetinden
geri kalan kısmı tamamlayacak. Sonra ikincisi, taliblerden bir talib
olacak. Eğer erkek; kadınla gerdek yapmış idiyse, araları ayrılır,
kadın önceki iddetini tamamlar. Sonra ikinciden dolayı yeniden iddet
bekler. Bunlar ebediyyen evlenemezler.
"İbnu'l-Müseyyeb
der ki: "Erkek, kadını kendine helal addettiği için ona tam mehir
öder."
12-79 /
4219 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kim
bir başkasına hayat boyu ev bağışında bulunursa, artık bu ev onun ve
vârislerinin olur. Bu söz, o maldaki hakkını keser. Ev, kendine ömür
boyu bağışlanana ve onun vârislerine aittir."
12-81 /
4221,4222 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mallarınızı rukbâ kılmayın.
Kim rukbâ kılarsa mal artık rukbâ kılınan kimsenin olur."
Bir
başka rivayette:
"Umrâ,
umrâ kılınan şahıs için caizdir. Rukbâ da rukbâ kılınan kimse için
caizdir. Hibesinden dönen, kusmuğuna dönen gibidir" buyurulmuştur.
AÇIKLAMA:
Umrâ' : Evimi, hayatta olduğum
müddetçe sana bağışladım….
Rukbâ : Evimi sana bağışladım. Eğer
benden önce ölürsen ev bana dönecek, ben senden önce ölürsem o
senin olacak" diyerek bağış yapılmasıdır.
12-88,89 / 4229 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), kendisine Ebu Süfyan'ın gelmekte olduğu
haber verilince, ashabıyla istişare etti. Önce Ebu Bekr (radıyallahu
anh) konuştu. Ondan yüzünü çevirdi (iltifat etmedi). Sonra Hz. Ömer
(radıyallahu anh) konuştu. Ondanda yüzünü çevirdi. Derken Sa'd ibnu
Ubâde (radıyallahu anh) (Resulullah'ın maksadı sezerek) ayağa kalktı
ve:
"Ey
Allah'n Resulü, biz (Ensârîler)i mi kastediyorsunuz? Nefsimi kudret
elinde tutan zâta yemin ederim, eğer bize bineklerimizi denize
sürmemizi emredecek olsanız, mutlaka (gözümüzü kırpmadan)
daldırırız. Bize onlara binip Berkı'l-Gımâd'a gitmemizi emretseniz
onu da yaparız!" dedi. Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) halkı hazırladı. Yola çıktılar ve Bedr'e kadar gelip
indiler.Orada, Kureyş'in su almaya gönderdiği kimselerle
karşılaştılar. İçlerinde Benî Haccâc'a ait siyâhî bir köle vardı.
Onu yakaladılar. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı Ebu
Süfyan ve arkadaşları hakkında bilgi soruyorlardı. Köle:
"Ebu
Süfyan hakkında bilgim yok. Ancak (burada) Ebu Cehil, Utbe, Şeybe ve
Umeyye İbnu Halef var!" dedi. O böyle söyleyince ashab onu dövdü. O
da:
"Evet,
ben size haber veriyorum. Bu Ebu Süfyan'dır!" dedi. Onu
bıraktıkları zaman başkaları sordular. O yine:
"Ben
Ebu Süfyân hakkında bir şey bilmiyorum, lakin burada halkın içinde
Ebu Cehil, Utbe, Şeybe, Umeyye İbnu Halef var!" dedi. Böyle
söyleyince onlarda aynı şekilde dövdüler. Bu esnada Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) namaz kılıyordu. Bu hali görünce namazı bıraktı ve:
"Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, size
doğruyu söyleyince onu dövüyorsunuz! Yalan söyleyince de
bırakıyorsunuz" dedi.
Râvi
der ki:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) elini koyarak "burası
falancanın öldürüleceği yer, şurası feşmekancanın öldürüleceği yer"
diye teker teker gösterdi.
"Râvi
der ki:
"Allah'a yemin olsun onlardan hiçbiri, Aleyhissalâtu vesselâm'ın
elini koyduğu yerin dışına sapmadan, gösterdiği yerlerde
öldürüldüler."
12-92 /
4230 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Bana
Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh) anlattı. Dedi ki:
"Bedir
günü olunca, Aleyhissalâtu vesselâm müşriklere bir baktı. Onlar bin
kişiydiler. Halbuki ashabı üçyüzondokuz kişi. Hemen kıbleye
yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak şöyle dua etmeye
başladı:
"Ey
Allahım! Bana vaadettiğin (zaferi) yerine getir. Allahım! Bana zafer
ver! Ey Allahım, eğer ehl-i İslam'ın bu bölüğünü helak edersen artık
yeryüzünde sana ibadet edilmeyecek!
"Ellerini uzatmış olarak yakarmalarına öyle devam etti ki, r idası
omuzundan düştü. Bunu gören Ebu Bekr (radıyallahu anh) yanına
gelerek rıdâsını aldı omuzuna attı, sonra arkasından yaklaşıp:
"Ey
Allah'ın Resûlü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allah Teâlâ
Hazretleri sana vaadini mutlaka yerine getirecek!" dedi.
O
sırada azîz ve celîl olan Allah şu vahyi inzal buyurdu:
"Hani
siz Rabbinizden imdâd taleb ediyordunuz da, O da: "Muhakkak ki ben
size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi ile) imdad ediciyim"
diyerek duanızı kabul buyurmuştu" (Enfâl 9). Gerçekten Hak Teâlâ
Hazretleri o gün meleklerle yardım etti."
12-94 /
4232 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Bedir günü buyurdular ki:
"İşte
Cebrâil aleyhisselam! Atının başından tutmuş, üzerinde de savaş
teçhizâtı var, (yardımımıza gelmiş durumda)!"
İstanbul
-25.12.2007
http://sufizmveinsan.com
|