12-191… 197 / 4268 - Seleme İbnu'l-Ekva' (radıyallahu anh)
anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Hudeybiye'ye
geldik. Biz, bindörtyüz kişi idik. (Kuyunun başında) elli koyun
vardı. Suyu bunlara bile yetmiyordu. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) kuyunun kenarına oturdu. (İyice hatırlıyamıyorum) ya dua
buyurdu, ya da kuyuya tükürdü. Derken kuyunun suyu coştu. Biz de hem
kendimiz içtik, hem de hayvanlarımızı suladık. Sonra Aleyhissalâtu
vesselâm, bizi bir ağacın altında biat etmeye çağırdı.Önce ben biat
ettim, sonra herkes gelip sırayla biat etti. Nihayet halkın
ortasında kalınca:
"Ey Seleme, biat et!" buyurdu."
"Ey Allah'ın Resulü, en başta ben biat ettim!" dedim.
"Yine de!" buyurdu.Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni çıplak,
yani silahsız bulmuştu. Bana deriden yapılmış bir kalkan verdi.
Sonra bey'at almaya devam etti. Son kişiden de bey'at alınca:
"Ey Seleme, sen bana biat etmiyormusun?" dedi.
"Ey Allah'ın Resulü, ben sana, başta da, ortada (da olmak üzere) iki
kere biat ettim" dedim.
"Olsun, yine de" buyurdu. Ben de üçüncü sefer biat ettim. Sonra
bana:
"Ey Seleme! Benim sana verdiğim kalkanın nerede?" dedi.
"Ey Allah'ın resulü dedim, amcam Âmir çıplak olarak bana rastladı,
ben de kalkanı ona verdim. Bu sözüm üzerine Aleyhissalâtu vesselâm
güldü ve:
"Sen, dedi, vaktin birinde adamın dediği gibisin:
"Allahım, demiş, bana öyle bir dost ver ki, o bana, kendi nefsimden
daha sevgili olsun!"
Sonra müşrikler bizimle sulh hususunda haberleşmeye başladılar. Öyle
ki, birbirimize gidip gelmeler oldu. (Sonunda) sulh yaptık. Ben
Talha İbni Ubeydillah (radıyallahu anh)'ın hizmetçisi idim. Atını
sular, kaşağılar, kendine de hizmet eder, yemeğinden yerdim. (Çünkü)
Allah ve Resulü yolunda hicret için malımı ve âilemi
terketmiştim.Biz ve Mekkeliler aramızda sulh yapınca, birbirimizle
karıştık.
Ben bir ağacın yanına gelip dikenlerini süpürerek dibine yattım.
Mekke halkından dört müşrik yanıma geldi. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a hakaret etmeye başladılar. Ben onlara kızdım ve bir
başka ağacın dibine geçtim. Silahlarını ağaca asıp yattılar.Onlar bu
vaziyette iken vadinin aşağısından bir münadi şöyle sesleniyordu.
"Muhacirlerin imdadına yetişin! İbnu Züneym öldürüldü!" Hemen
kılıncımı çekip, bu uyuyan dört kişiye hızla yürüyüp silahlarını
aldım, elimde deste yapıp, sonra da:
"Muhammed'in yüzünü mükerrem kılan o Zât'a yemin olsun, sakın sizden
kimse başını kaldırmasın. İki gözü taşıyan (kellesini) uçururum!"
dedim. Sonra onları sürerek Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
getirdim. O sırada amcam Âmir (radıyallahu anh) da Abelât'tan Mikrez
denilen bir adamı, üzeri çullanmış bir at üzerinde beraberinde
yetmiş müşrik olduğu halde Resulullah'a getirdi. Aleyhissalâtu
vesselâm onlara bir nazar edip:
"Bırakın onları, fücurun başı da sonu da onların olsun!" dedi ve
hepsini affetti. Bunun üzerine Allah Teâlâ hazretleri şu âyeti
indirdi:
"O sizi Mekke'nin karnında (hududu içinde) onlara karşı muzaffer
kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan
çekendi..." (Fetih 24-26).
Sonra Medine'ye müteveccihen oradan ayrıldı. Benî Lihyan ile
aramızda bir dağın yer aldığı bir yerde konaklardık. Benî Lihyan'ın
hepsi müşrik idi. Aleyhissalâtu vesselâm geceleyin dağa tırmanacak
kimseye istiğfarda bulundu. Sanki o kimse Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'la ashabının gözcülüğünü yapacaktı. O gece iki veya üç
kere dağa çıktım.Sonra Medine'ye geldik. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) yük develerini, beraberinde, ben de olduğum halde,
hizmetcisi Rabâh ile gönderdi. Ben onun maiyyetine Talha İbni
Ubeydillah (radıyallahu anh)'ın atı ile çıktım. Ben atı develerle
birlikte kıra, suya götürüp getiriyordum.Sabahleyin bir de ne
göreyim! Abdurrahman el-Fezârî, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın develerini yağmalamış, hepsini götürmüş, çobanı da
öldürmüş.
"Ey Rabâh! dedim, şu atı al; durumu Talha İbni Ubeydillah'a bildir,
Resulullah'a haber ver ve de ki:
"Müşrikler mer'adaki sürüyü yağmaladılar. Sonra bir tepenin üzerine
çıkarak Medine'ye yönelip üç defa nida ettim:
"Ey Sabâhım!"Sonra adamların arkasından ok atmak üzere çıktım ve
şunları da terennüm ediyordum:
"Ben İbnu'l-Ekva'ım, bugün alçakların vay haline! Onlardan birine
kavuştum ve semerine bir ok attım. Hatta okun kanadı omuzuna değdi.
"Al bunu!" dedim.Ben İbnu'l-Ekva'ım, Bugün alçakların vay haline!
Vallahi onlara atıyor ve yaralıyordum. Bir atlı bana dönecek olsa,
bir ağaca gelip dibine oturuyordum. Sonra tekrar atıyordum. Derken
dağ(ın vadisi) daraldı. Dar yere girdiler. Ben, dağa tırmandım.
Onlara taş atmaya başladım. Böylece onları takib etmeye devam ettim.
Öyle ki, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hayvanlarından
Allah'ın yarattığı hiç bir deve yoktu ki arkama almamış olayım.
Böylece müşrikler benimle hayvanların arasından çekildiler.Sonra
onlara ok atarak arkalarını takip ettim. Nihayet otuzdan fazla bürde
ve otuz mızrak bıraktılar. (Hızlı kaçabilmek için) hafiflemek
istiyorlardı. Bir şey atacak olsalar, üzerine taşlardan nişan
koyuyordum. Ta ki, Resulullah ve ashabı onları tanısın.
Böyle gide gide dar bir dağ yoluna geldiler. Bir de ne görsünler!
Yanlarına Bedr el Fezârî'nin falan oğlu gelmiş. Hemen kuşluk yemeği
yemek üzere oturdular. Ben de bir tümseğin üzerine oturdum. Fezârî:
"Şu gördüğüm de ne?" diye sordu.
"Bununla başımız belada! Vallahi sabahın köründen beri peşimizde.
Bize durmadan atıyor. Elimizde ne varsa çekip aldı" dediler.
"Öyleyse sizden ona dört kişi gitsin!" dedi.
Böylece bana müteveccihen dört kişi ayrıldı ve dağa tırmandı. Bana
konuşma imkânı verdikleri vakit, onlara:
"Beni tanıyor musunuz?" dedim.
"Hayır, sen kimsin?" dediler.
"Ben Seleme İbnu'l-Ekva'ım, Muhammed'in yüzünü şereflendiren Zâta
yemin olsun sizden kimi istesem mutlaka yakalarım. Ama sizden kimse
beni yakalayamaz!" dedim. Onlardan bir adam:
"Ben biliyorum!" dedi ve geri döndüler. Ben yerimden ayrılmadım.
Derken Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın atlılarını, ağaçların
arasına girerken gördüm. En önde el-Ahram el-Esedî, arkasında Ebu
Katâde el-Ensârî, onun arkasında el-Mikdâd İbnu'l-Esved (radıyallahu
anh) vardı. Ahram'ın atının gemini tuttum. (Bu sırada) küffar dönüp
gitti. Ahrâm'a:
"Ey Ahrâm! Bunlardan sakın. Resulullah ve ashabı gelinceye kadar
yolunu kesmesinler!" dedim. Bana:
"Ey Seleme! Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyor, cennetin de
cehennemin de hak olduğunu biliyorsan, benimle şehadet arasına
engel olma!" dedi. Ben de onu bıraktım.
Abdurrahman'la karşılaştılar.
Abdurrahman'ın atını hemen öldürdü. Abdurrahman da onu yaralayarak
öldürdü ve onun atına atladı.
Derken Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın süvarisi Ebu Katâde (radıyallahu
anh) Abdurrahmân'a yetişti, yaralayıp öldürdü. Muhammed'in yüzünü
şerefli kılan Zât'a yemin olsun, ben onları yaya koşarak takip
ettim. Öyle ki, arkamda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
ashabı ve tozları sebebiyle bir şey görmüyordum. Gün batımı öncesine
kadar böyle devam ettik. Bu sırada bir dağ yoluna saptılar, orada Zû-Karad
denen bir su vardı. Sudan içmek için sapılmıştı, çünkü susamışlardı.
Peşlerinden koşarak gelen bana baktılar. Ben onları bundan
uzaklaştırdım, bir damla bile tadamadılar. Oradan çıkıp zorluk
veren bir dağ yoluna saptılar. Ben koşup onlardan bir adama
yetiştim, omuz kemiğine bir ok sapladım.
"Al bunu! Ben İbnu'l-Ekvâ'ım. Bugün alçakların vay hâline!" dedim.
"Anasız kalasıca! Bu, sabahki Ekvâ'mı?" dedi.
"Evet ey kendinin düşmanı! Sabahki Ekvâ'ım!" dedim.
Dağ yoluna iki at bıraktılar. Onları Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a getirdim. Amcam Âmir
İbnu'l-Ekvâ da birinde sulandırılmış süt diğerinde su bulunan iki
kapla bana yetişti. Hem içtim, hem abdest aldım.Sonra Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a geldim. Az önce kâfirleri başından
kovaladığım suyun başında idi. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı, bütün develeri ve müşriklerden kurtardığım bütün
eşyaları, bürdeleri, mızrakları almış buldum. Bilal (radıyallahu
anh) da kurtardığım o develerden birini kesmiş, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a ciğerini ve hörgücünü kızartıyordu.
"Ey Allah'ın Resûlü! Beni bırak, ashabtan yüz kişi seçip müşrikleri
takip edeyim, geriye bıraktıkları bütün habercilerini geberteyim!"
dedim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yan dişleri gündüz
ışığında görününceye kadar güldü.
"Ey Seleme! buyurdu, kendini bunu yapabilecek güçte görüyor musun?"
"Evet dedim, seni şerefli kılan Zât'a yemin olsun! Evet!"
"Şimdi onlara Gatafan yurdunda ziyafet verilmektedir" dedi. Derken
Gatafanlı bir adam geldi ve: "Onlara falan kişi bir deve kesmişti,
derisini soyar soymaz bir toz gördüler ve:
"Düşman size de gelmiş" deyip kaçıp gittiler" dedi.
(Geceyi orada geçirdik.) Sabah olunca Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Bugün en hayırlı süvarimiz Ebu Katade, en hayırlı piyademiz de
Seleme idi" buyurdu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana iki
hisse verdi:
Biri süvari hissesi, biri de piyade hissesi idi. Bana bu iki hisseyi
de vermişti.Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devesi
Adbâ'nın terkisine beni alarak Medine'ye müteveccihen hareket etti.
Biz yolda giderken, yaya yürüyüşünde hiç kimsenin kendisini
geçemediği Ensar'dan bir adam:
"Medine'ye kadar yarış yapacak var mı; koşucu yok mu? demeye
başladı. Bu sözünü habire tekrar ediyordu. Sesini işitince:
"Sen hiç bir iyiye ikram etmez, hiç bir şerefliyi saymaz mısın?"
dedim.
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hariç hayır!" dedi. Ben
(aleyhissalâtu vesselâm)'a yönelip:
"Ey Allah'ın Resulü! Annem babam sana kurban olsun, bana müsaade
buyurun, şu adamla yarışayım!" dedim.
"Sen bilirsin!" buyurdular. Adama:
"Geliyorum hazır ol!" dedim. Ayaklarımı ayarlayıp sıçradım, koştum.
Nefesimi canlı tutmak için bir veya iki tepede kendimi tuttum. Sonra
yine onun peşinden koştum. Yine bir-iki tepede kendimi tuttum. Sonra
yetişmek ve omuzları arasına dokunmak için (tabanları) kaldırdım.
[Ve dokundum].
"Geçildin, vallahi seni geçtim!" dedim.
"Biliyorum!" dedi. Medine'ye varıncaya kadar onu geçtim.
Vallahi Medine'de üç gece kalıp, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ile birlikte hemen Hayber'e gittik.
Yolda amcam Âmir İbnu'l-Ekvâ, halka şu beyitleri terennüm etti:
"Vallahi Allah olmasaydı hidayeti bulamazdık.Ne sadaka verir ne de
namaz kılardık.Biz senin fazlından müstağni değiliz,Düşmanla
karşılaşınca ayağımıza sebat ver.Üzerimize sekîne (kuvve-i mânevî)
indir.
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
"Bu da kim?"dedi. Amcam:
"Ben Âmir İbnu'l-Ekvâ" cevabını verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Mağfiret göresin Ey Âmir!" diye dua buyurdu. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bir kimseye mağfiret dileğinde bulundu mu
mutlaka şehid olurdu.
Bunun üzerine Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh) kendi devesinin
üstünde seslendi.
"Ey Allah'ın Resûlü! Keşke bizi Âmir'le faydalandırsan!"
Hayber'e vardığımız zaman, kralları Merhab kılıncı elinde
(karşımıza) çıktı. Şöyle söylüyordu:
"Hayber bilir ki ben Merhab'ım,Silahı tamam tecrübeli bir
kahraman.Savaş olunca alevlenen bir yiğit!"Amcam Âmir (radıyallahu
anh) da ilerleyip şunları söyledi:
"Hayber benim de Âmir olduğumu bilir.Silahı tam yiğit kahraman.
"Hemen iki darbe birbirine girdi. Merhab'ın kılıncı amcam Âmir'in
kalkanının içine rastladı. Âmir onu alttan vurmaya yeltendi. Ama
kılıcı kendine döndü ve ana damarını kesti. Ölümü de bundan
oldu.(Bir ara) dışarı çıktım. Bir de ne göreyim! Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından birkaç kişi:
"Âmir'in ameli bâtıl oldu, o kendi kendini öldürdü!" demezler mi!
Hemen ağlayarak Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına geldim.
"Ey Allah'ın resulü! Âmir'in ameli bâtıl mı oldu?" dedim.
"Bunu kim söyledi?" buyurdular.
"Ashabınızdan bazıları!" dedim.
"Bunu kim söylemişse yanılmış. Bilakis onun ecri iki kattır!"
buyurdular.
Sonra beni Ali İbnu Ebî Talib (radıyallahu anh)'a gönderdiler. O
gözünden hasta idi. Bu arada Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sancağı yarın öyle bir zata vereceğim ki Allah ve Resulü'nü sever;
Allah ve Resulü de onu sever" dedi. Ali'ye geldim, gerçekten
gözünden rahatsızdı. Onu yederek getirdim. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) gözlerine tükürdü. Anında iyileşti. Sancağı ona
verdi.Sonra Merhab çıktı. Şöyle demeye başladı:
"Hayber bilir ki ben Merhab'ım,Silahı tamam tecrübeli bir
kahraman.Savaş olunca alevlenen bir yiğit!"
Ali (radıyallahu anh) da şöyle dedi:
"Ben, annemin arslan dediği kimseyim,Ormanların çirkin manzaralı
arslanı gibi,Düşmanlara kilo ile ton tartarım."
Sonra Merhab'ın başına bir darbe
indirdi ve onu öldürdü. Hayber onun eliyle fethedilmişti."
İstanbul -30.01.2008
http://sufizmveinsan.com
|