| 
			15-226, … , 232.Sayfalar 
			:Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) ‘ ın irtihali: 
			Efendimiz (aleyhissalâtu 
			vesselâm) Medine'ye hicretinin on birinci yılında, Safer ayının on 
			sekizinci çarşamba gününü on dokuzuncu perşembeye bağlayan gece, 
			Medine'nin dışına çıkarak, gece karanlığında Baki' mezarlığını 
			ziyaret etti. Mezarlıkta yatan ehl-i kubûra selam verdi. Onlar için 
			istiğfar edip Allah'tan mağfiret diledi. Sözlerini:  
			"İnşaallah, yakında biz 
			de sizin aranızda olacağız" diyerek tamamladı ve oradan ayrıldı. 
			Sanki dirilerle vedalaştığı gibi ölülerle de vedalaşmıştı. Doğru, 
			ailelerinden Meymûne radıyallahu anhâ'nın yanına geldi.Eve geldiği 
			zaman, ahvalinde bir değişiklik hissetti. Bu hastalığının ilk 
			belirtisi idi. Fahr-i Âlem (aleyhissalâtu vesselâm), kendisini ölüme 
			götürecek hummaya yakalanmıştı. Artık humma nöbetleri başlayacak ve 
			kısa aralıklarla gelmeye devam edecektir.Hastalığın başladığı bu ilk 
			sıralarda Yâr-ı Gâr-ı olan, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: "Ey 
			Allah'ın Resûlü, müsaade ederseniz, iyileşinceye kadar size hizmet 
			edeyim" der. Bu talebe Aleyhissalâtu vesselam:  
			"Ey Ebu Bekr, Ehl-i 
			Beytim bugünlerde bana hizmet ederlerse ızdırapları artar, Allah 
			Teâla hazretleri sana ecrini versin" şeklinde cevap verdi ve kabul 
			etmedi.Hastalığının ilk beş gününü, her zaman yaptığı gibi, sırayla 
			hanımlarının yanında geçirdi. Pazartesi günü hastalığı ağırlaşıp 
			ağrısı şiddetlenince, vahy-i İlahî kendisiyle beraber olduğu 
			zamanlarda gelmiş olan Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın hücresinde 
			kalmak için diğer hanımlarından izin istedi. Bu izni açıktan talep 
			etse, onların kırılabileceğini bildiği için, dolaylı ve imalı bir 
			şekilde ihsas etti:  
			"Yarın nerede kalacağım, 
			kimin yanında olacağım?" diye arada sırada sordu.Aileleri, 
			Efendimiz'in arzusunu anlamışlardı. Hz. Aişe'nin hücresinde 
			kalmasına müsaade ettiler: "Nerede isterseniz orada kalın!" 
			dediler.Hummanın tesiriyle, Aleyhissalâtu vesselâm zayıflamıştı, 
			dermandan düşmüştü. Hz. Ali ile Hz. Abbâs radıyallahu anhümâ'nın 
			kolları arasında, Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın odasına getirildi. 
			Vefatına kadar da hep burada kaldı. Bu esnada sıhhati ve gücü 
			elverdiği müddetçe mescide gidip, namazları kıldırdı. 
			 
			Böylece ölümünden üç gün 
			öncesine kadar namazları vakti vaktine mescidde bizzat kıldırdı. Son 
			kıldırdığı namaz, perşembe gününün akşam namazı oldu. Bu esnada başı 
			çok ağrıdığı için başına bir mendil bağlayarak namaz kıldırmıştı. 
			Namazda da Mürselât sûresini okudu. 
			Namazdan sonra, yine Hz. 
			Aişe'nin odasına döndü. Tâkati iyice azalıyordu. Öyle ki cemaate 
			imamlık edemeyecek hale gelmişti. Yatsı namazının vakti girince, 
			Bilal-i Habeşî radıyallahu anh, her zamanki usulü veçhile Resûlullah 
			(aleyhissalâtu vesselâm)'ın odasının önüne gelip  
			"Ey Allah'ın Resûlü 
			namaz vakti!" diye seslendi.Aleyhissalâtu vesselâm, yatsı namazının 
			vaktinin girdiğini anlamıştı.  
			"Cemaat namazını kıldı 
			mı?" diye sordu. Yanındakiler:  
			"Hayır! Ey Allah'ın 
			Resûlü, sizi bekliyorlar!" diye cevap verdiler. Bunun üzerine:
			 
			"Leğene su koyun da 
			yıkanayım, belki hafiflerim!" buyurdular. Su hazırlandı. 
			Aleyhissalâtu vesselâm oturup leğende yıkandı.Mescide gitmek için 
			ayağa kalkmak istediği sırada, yatağın üzerine düşüp bayıldı. 
			Ayılınca tekrar:  
			"Cemaat namazını kıldı 
			mı?" diye sordu. Yine:  
			"Hayır ey Allah'ın 
			Resûlü! Sizi bekliyorlar!" cevabını aldı.Resûlullah yine, leğene su 
			koymalarını söyledi. Hazırladılar. Oturup soğuk su ile bir kere daha 
			yıkandı. Yine mescide gitmek üzere ayağa kalkınca, bayılıp 
			düştü.Ayılınca, dördüncü defa yine aynı suali sordu. Yanındakiler de 
			aynı cevabı verdiler. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: 
			 
			"Ebu Bekr'e söyleyin, 
			cemaate namaz kıldırsın!" diye emretti. Hz. Aişe, babasının ne kadar 
			yufka yürekli ve hassas olduğunu bildiği için, onun Resûlullah'ın 
			makamında durup halka namaz kıldıramayacağını tahmin ederek bu emrin 
			yerine getirilmesini istemedi.  
			"Ey Allah'ın Resûlü! Ebu 
			Bekr yufka yüreklidir, Kur'ân okurken ağlar. Bu sebeple 
			Resûlullah'ın yerinde durup namaz kıldıramaz!" dedi.  
			(Bazı rivayetler, Hz. 
			Aişe'nin bu sözü Hz. Hafsa'ya söylettiğini ifade eder.) 
			 
			Resûlullah 
			(aleyhissalâtu vesselâm) bu itiraza itibar etmeyip:  
			"Ebu Bekr'e söyleyin, 
			cemaate namaz kıldırsın" dedi. Onlar da yine aynı şeyi tekrar 
			ettiler. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:  
			"Sizler, Hz. Yusuf'un 
			kadın arkadaşlarısınız?" diye biraz sitem
			ettikten 
			sonra:  
			"Haydi, Ebu Bekr'e 
			söyleyin cemaate namaz kıldırsın!" emretti. 
			Hülâsa yanındakiler, 
			Aleyhissalâtu vesselâm'ın ısrarı karşısında, Hz. Ebu Bekr'e gidip 
			imam olması hususundaki emr-i Nebevîyi tebliğ ettiler. O da, o günkü 
			cuma gecesi, yatsı namazından başlamak üzere, pazartesi sabah 
			namazına kadar cemaate on yedi vakit namaz kıldırdı. Bu namazlar, 
			Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a vekâleten 
			kıldırılmıştı.Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekr'in 
			vekâleten namaz kıldırdığı günlerden birinde, bir öğle vakti -ki 
			rivayetlerde bunun, vefatından beş gün önceki öğle veya ikindi 
			olduğu  belirtilir- kendisinde bir hafiflik hisseder. Bundan 
			cesaretlenerek:  
			"Ey Aişe, yedi kuyudan 
			yedi kırba su doldursunlar, ağızlarını bağlayıp, bağlarını çözmeden 
			getirsinler. Onları üzerime dökün, belki hastalığım biraz hafifler 
			de halka va'z ve nasihat ederim" dedi.  
			Söylediği gibi, gidip 
			suları getirdiler. Hafsa radıyallahu anhâ'ya ait bir leğenin içine 
			oturtup Aleyhissalatu vesselâm'ın üzerine suyu dökmeye başladılar. 
			Epeyce bir döktükten sonra, eliyle işaret edip  
			"yeter!" dedi.Bu şekilde 
			yıkandıktan sonra biraz rahatlayan Aleyhissalâtu vesselâm, Hz. Ali 
			ile Fazl İbnu Abbâs radıyallahu anhüm'ün kolları arasında, 
			tâkatsizlikten ayaklarını yerde sürüyerek mescide çıktı. 
			 
			Bu sırada Hz. Ebu Bekir 
			radıyallahu anh namaza başlamıştı. Resûlullah'ın geldiğini 
			hissedince, O'nun yerinden çekilerek, imamet makamını kendisine 
			bırakmak istedi. Ancak, Aleyhissalâtu vesselâm yerinden 
			ayrılmamasını işaret buyurdu ve Hz. Ebu Bekr'in sol tarafına 
			oturtulmasını emretti. Oturduğu yerden imamet vazifesini îfâ etti. 
			Hz. Ebu Bekr'in okumakta olduğu sureyi, bıraktığı yerden okumaya 
			devam etti. Böylece Hz. Ebu Bekir, Aleyhissalâtu vesselâm'a, cemaat 
			de Hz. Ebu Bekr'e uyarak namaz kıldı. Hz. Ebu Bekr'in bu namazdaki 
			rolü, tekbirleri cemaate duyurmaktan ibaretti.  
			Namaz bitince 
			Aleyhissalâtu vesselâm, minberin alt basamağına oturdu. Cemaat de 
			mümkün mertebe ona yaklaşıp oturdu. Allah'a hamd ü sena ettikten 
			sonra Ashab'la helalleşti. Sonra şunları söyledi: 
			"Ey insanlar! Her kimin 
			sırtına vurmuşsam işte sırtım, gelip vursun. Kimin bende alacağı 
			varsa gelip alsın!"Cemaatten biri kalkıp:  
			"Ey Allah'ın Resûlü! Bir 
			gün sizin emrinizle bir kimseye üç dirhem sadaka vermiştim!" dedi. 
			Aleyhissalâtu vesselâm hemen onu ödedi ve sözlerine devam etti:
			 
			"Allah Teâla hazretleri 
			kulunu dünya hayatı ve nimetleri ile, âhiret hayatı ve nimetleri 
			arasında muhayyer bıraktı. Allah'ın kulu da ahiret hayatı ve 
			nimetlerini tercih etti!" buyurdu. 
			Bu sözleri işiten Hz. 
			Ebu Bekr radıyallahu anh, Aleyhissalâtu vesselâm'ın ne demek 
			istediğini anlayarak ağlamaya başladı. Aleyhissalâtu vesselâm:
			 
			"Ey Ebu Bekir, ağlama! 
			Arkadaşlığına ve mal fedâkârlığına en çok medyûn olduğum insan, Ebu 
			Bekir'dir. Ümmetimden herhangi birini bu dünyada dost edinmekliğim 
			icab etse, bu dost Ebu Bekir olurdu. Fakat İslâm râbıtası (din 
			kardeşliği) hepimizi kardeş etmiştir. (Şahsi kardeşlikten efdal 
			kılmıştır.) Ebu Bekr'in mescide bakan kapısı açık kalsın, diğer 
			kapılar kapansın!" buyurdular.  
			Resulullah (aleyhissalâtu 
			vesselâm), vefatından dört gün önceki çarşamba günü, Ashab-ı Kirâm 
			radıyallahu anhüm'den bazı mühim kimselerin yanında bulunduğu bir 
			sırada, kendisinden sonra vukûa gelecek ihtilafları önlemek ve 
			onlardan korumak maksadı ile bir şey (vasiyetnâme) yazmak istedi: 
			"Bana yazı yazacak bir 
			şey getiriniz. Size bir kitap (vasiyetname) yazayım ki, benden sonra 
			yolunuzu şaşırıp dalâlete düşmeyesiniz!" buyurdu.  
			Orada bulunanlardan 
			bazısı -ki öncelikle Hz. Ömer-  
			"Resûlullah'ın hastalığı 
			ağırlaşmış olmalı, yanımızda Kur'ân vardır. Bize Allah'ın kitabı 
			yeter!" diyerek böyle bir vasiyetnâme yazılmasına gerek duymadı. Bu 
			söz üzerine oradakiler ihtilâfa düştü. Bir kısmı:  
			"Yazı malzemesi 
			getirelim, vasiyetname yazsın!" derken bir kısmı da  
			"Buna gerek yok, bize 
			Kur'ân yeter!" diyerek münakaşa ettiler. Gürültü çoğalmıştı. Bunun 
			üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:  
			"Haydi kalkın, 
			Resûlullah'ın huzurunda Ashab'ın münakaşa etmesi, ihtilafa düşmesi 
			doğru değildir. Beni kendi halime bırakın. Benim şu anda içinde 
			bulunduğum murakebe ve Allah'a dönüş hazırlığı hâli, sizin beni 
			meşgul etmek istediğiniz şeylerden daha hayırlıdır" buyurdu ve 
			vasiyetname yazdırmaktan vazgeçti. Bundan sonra şifahen şu üç şeyi 
			vasiyet etti: 
			1) Arabistan 
			Yarımadası'nda Müslüman olmayan hiç kimse kalmasın. 
			2) Kabîleler tarafından 
			gönderilen elçi ve heyetlere iyi muamele yapılsın, hediyeler 
			verilmesi ihmal edilmesin. 
			3) Ravi İbnu Abbâs bu 
			maddeyi unuttuğunu söyler, ancak bazı rivayetlerde "namazların 
			vaktinde kılınması"  
			Resûlullah'ın en son 
			söylediği sözlerden olarak zikredilir.Resûlullah'ın hastalığı bazen 
			hafifliyor, bazen de şiddetleniyordu. 
			Cumartesi günü, Cebrail 
			aleyhisselam gelip halini hatırını sordu. Pazar günü gelip tekrar 
			halhatır sordu ve peygamberlik iddiasına kalkan Esvedü'l-Ansî'nin 
			öldürüldüğünü haber verdi. Sonradan gelen haberler bunu te'yid etti. 
			Suriye'ye gönderilmek 
			üzere Resûlullah'ın Üsâme radıyallahu anh komutasında hazırladığı 
			ordu, Aleyhissalâtu vesselâm'ın hastalığının şiddetlenmesi üzerine 
			cumartesi ve pazar günü yola çıkmadı. Üsame gelip, Hz. Peygamber'i 
			ziyaret edip gidiyordu.Pazar günü hastalığı daha bir şiddet 
			kazanınca, aileleri Hz. Abbas radıyallahu anhüm ile görüşerek 
			zatülcenb ilacı vermek istediler. Aleyhissalâtu vesselâm bunu 
			almayıp reddetti.  
			"Zatülcenb için 
			faydalıdır" dedilerse de almamakta ısrar etti. Ancak, baygın düştüğü 
			bir anda ilacı ağzına koydular. Ayılınca ilacın içildiğini anladı.
			 
			"Ben zatülcenb değilim. 
			Benim ilacım başkadır, o ilaçtan siz de içeceksiniz" diyerek, orada 
			bulunanlara ceza olarak ilaçtan içirdi. Resûlullah'ın hastalığı 
			humma olduğu için soğuk suda yıkanmak iyi geliyor, hararetini 
			düşürerek rahatlık ve iyileşme temin ediyordu.  
			Resûlullah'ın vefat 
			ettiği gün olan pazartesi günü, biraz iyileşmişti. Sabah olunca 
			penceresinin perdesini aralayarak mescide baktı. Cemaat saf saf 
			olmuş, sabah namazı kılıyordu. Manzaraya çok sevindi ve işitilecek 
			bir sesle tebessüm buyurdu. Duyduğu rahatlık O'nu mescide çıkma 
			hususunda cesaretlendirdi. Mescide geçti. Aleyhissalâtu vesselâm'ın 
			geldiğini hisseden Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, imamet makamını 
			O'na bırakmak istedi ise de Aleyhissalâtu vesselâm yerinden 
			ayrılmamasını işaret buyurdu. Hz. Ebu Bekr'in arkasında durarak 
			sabah namazını kıldı. Bu sefer de oturarak kıldı, ama İmam Ebu 
			Bekir'di.Namazı kılınca Hz. Aişe'nin hücresine çekildi, perdeyi 
			indirmek istedi, ama dermansızdı, başkaları indirdi.Resûlulah'ı 
			aralarında gören cemaat de, Efendimiz iyileşti diye sevinmişti. 
			Hatta Hz. Ebu Bekir, izin alarak Medine civarındaki Sunh'taki evine 
			gitmişti. Ancak bu hafifleme, ölüm öncesinde çoğunlukla herkeste 
			görülen rahatlama idi. Öğleden sonra hastalığı ağırlaştı, bayılma 
			nöbetleri sıklaştı. Hz. Fatıma, babasının çektiği ızdırabın 
			müşahedesine dayanamayarak:  
			"Vay babacığımın 
			ızdırabına! Ey Rabbinin davetine icabet eden babacığım, ey makamı 
			Cennetü'l Firdevs'te olan babacığım, ey Cebrail'e ölümünü haber 
			verdiğimiz babacığım!" diye yas ederek ağlamaya başladı. 
			Aleyhissalâtu vesselâm:  
			"Kızım, baban bu günden 
			sonra hiç ızdırap çekmeyecek!" diyerek onu teselli etti. 
			Bu sırada Hz. Aişe'nin 
			oğlan kardeşi Abdurrahman elinde bir misvak olduğu halde içeri 
			girdi. Hz. Aişe'nin göğsüne dayalı olan Aleyhissalâtu vesselâm 
			misvağa dikkatle bakmıştı. Bunu gören Hz. Aişe, misvağı Hz. 
			Abdurrahman'dan alıp, ucunu dişleriyle koparıp, yumuşatarak 
			Aleyhissalâtu vesselâm'a uzattı. Efendimiz alıp dişlerini 
			misvakladı. 
			Bu sırada Hz. Üsâme 
			huzura geldi. Onu gören Aleyhissalâtu vesselâm  
			"Artık, Allah'ın 
			bereketiyle git!" buyurdu. Hemen ayrılıp Medine dışındaki ordusuna 
			hareket emri vermişti ki, Fahr-ı Kâinat'ın vefat haberi geldi. O da 
			hareket emrini geri aldı.Resûlullah, pazartesi öğleden sonra, iyice 
			ağırlaşmıştı: Nefeslerini zor alıyor, bazan da tıkanıyordu. 
			İyileştiği bir anda kölelere iyi davranılması, namazın ihmal 
			edilmemesini tavsiye etti. Yanındaki su çanağına arada sırada elini 
			batırıyor ve yüzünü ıslatıyordu.  
			"Lâilahe illallah" 
			diyor, dua mahiyetinde ayetler okuyordu.  
			Şu ayeti okumuştu. 
			(Mealen):  
			"Kimler, Allah ve 
			Resûlü'ne itaat ederse onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği 
			peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlih kimseler ile 
			beraberlerdir, bunlar ise ne güzel arkadaşlardır" (Nisa 69). 
			 
			Okuduğu bir dua da şu 
			idi:  
			"Lailahe illallah, 
			Lailahe illallah, Lailahe illallah. Ölümün de şiddetleri, halleri, 
			sadmeleri var. Ey Rabbim, ölümün sarsıntılı anlarında bana yardım 
			et. Ey Rabbim beni bağışla, ey Rabbim beni bağışla!" 
			Resûlullah'ın mübarek 
			yüzleri bazan sararıp, bazan kızarıyordu. Sonunda nefesi daraldı, 
			hareketleri daha da ağırlaştı. Ellerini yukarı kaldırıp üç kere 
			mübarek parmaklarıyla semaya doğru işaret ederek:  
			"Refik-i A'la'ya, ulvî 
			ve yüksek Refik'e, beni Refik-i A'la'ya ulaştır" dedi. 
			Bunlar son kelamlardı. 
			Elleri düştü. Gözleri açık olarak tavana dikili kaldı. Mübarek 
			ruhları, talep ettiği Refik-i A'la'ya, Rabb-i Rahimine kavuştu.
			 
			Allahümme salli ve 
			sellim ve bârik ala seyyidina Muhammedin ve alâ Âl-i seyyidina 
			Muhammedin bi-adedi sevab-ı ümmetihi ve bi-adedi zerrâti'lkâinat.  
			  İstanbul 
			19.03.2009 http://sufizmveinsan.com
 
 
		
              |