"Ey
kardeşimoğlu! Bizler hep dalâlette iken Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bize geldi ve dinimizi öğretti. Bize öğrettikleri arasında
namazı sefer sırasında iki rekat kılmak da var."(KÜTÜB-I SİTTE / 576)
Katâde
İbnu'n-Nu'mân (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kendilerine Benu Übeyrik
denen bizden bir âile halkı vardı. Ferdlerinin isimleri Bişr, Büşeyr
ve Mübeşşir idi.
Büşeyr münâfık bir kimseydi. Şiir düzer, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın ashâbını (radıyallahu anh) hicveder, sonra da bu şiiri
bir Arab'a nisbet edip: Falanca şöyle dedi, fişmakanca böyle dedi
(diye onlardan naklederek kendi yazdığı hicviyeleri okurdu).
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı bu şiirleri duyunca
tanırlar ve: "Allah'a kasem olsun bu şiiri şu habis heriften başkası
söylemez -ravi şüphe ediyor: "şu habis herifi" mi derlerdi, yoksa "şu
herif" mi derlerdi diye- "onu mutlaka İbnu'l- Übeyrik söyledi"
derlerdi.
Bu
aile, cahiliye devrinde de İslâm döneminde de hep fakir ve ihtiyaç
içinde kaldı. O zaman Medine'de halkın gıdasını hurma ve arpa teşkil
ediyordu. Kişi zenginse, beyaz un tüccarı geldiği vakit, o undan satın
alır, böylece zenginliğini izhâr ederdi. Fakirlerin yiyecekleri ise
hurma ve arpa idi.
Bir
seferinde Şam'dan bir tüccar geldi. Amcam Rifâ'a İbnu Zeyd bir yük
beyaz un aldı. Onu meşrübe denen tenezzüh odasına koydu. Meşrübesinde
silah, zırh ve kılınç vardı. Bir gece evine giren hırsızlar meşrübeyi
yarıp yiyecek, silah orada ne varsa alıp götürdüler. Sabah olunca
amcam Rifa'a bana uğradı ve: "Ey yeğenim, geceleyin evime hırsız
girmiş, meşrübemizi yardılar, silah, yiyecek ne varsa götürdüler"
dedi. Biz de mahallede bir araştırma yaptık, soruşturduk. Bize: "Bu
gece Benu Ubeyrik'leri gördük, ateş yakıyorlardı. Gördüklerimizin bir
kısmı mutlaka sizin yiyecekleriniz idi" dediler.
Biz
mahallede soruşturma yaparken, Benu Übeyrik de: "Allah'a kasem olsun,
biz (bu işin faili olarak) dostunuz Lebid İbnu Sehl'i görüyoruz"
dediler.
Lebid İbnu Sehl bizden birisiydi, sâlih ve Müslüman bir kimseydi.
Lebid onların sözünü işitince kılıncını çekti: "Yani ben mi çaldım?
Allah'a yemin olsun ya bu hırsızlığı açıklayacaksınız ya da bu
kılınçla sizi deşeliyeceğim" dedi.
Onlar: "Be adam senden bize ne, sen kim, hırsızlık kim" diye lafı
çevirdiler.
Mahallede iyice soruşturuyorduk. Sonunda hırsızlığı bunların yaptığı
hususunda şüphemez kalmadı. Amcam bana: "Ey yeğenim, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a kadar gidip, durumu anlatmaz mısın?" dedi.
Ben de O'na gelip: "Bizden bir aile zalimlik yaptı, amcam Rifa'a'yı
hedef kılıp meşrübesini yardılar. İçinde silah, yiyecek ne varsa
aşırdılar. Hiç olmazsa silahımızı iade etsinler, yiyeceğe ihtiyacımız
yok, onu istemiyoruz" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben
bunu emredeceğim" dedi.
Benü Übeyrik bunu duyunca, Esîr İbnu Urve adındaki adamlarına gelip bu
hususta kendisiyle konuştular.
Mahalle halkından bir grup bu meselede ittifak edip: "Ey Allah'ın
Resûlü, Katâde ve amcası bizden salih ve Müslüman bir aile halkını
hedef alıp hiçbir delil ve hüccete dayanmadan iftira atıp hırsız
diyor" dediler.
Katâde: "Ben de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gidip kendisiyle
konuştum. Bana: "Müslüman ve sâlih oldukları söylenen bir aileyi hedef
yapıp delil ve hüccet olmadan hırsızlıkla mı itham ediyorsun?" dedi.
Ben de oradan ayrılıp eve döndüm. "Keşke bir çok malım gitseydi de bu
hususta Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a söylememiş olsaydım"
diye içten temenni ettim. Derken amcam geldi ve "Yeğenim ne yaptın?"
diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bana söylediklerini
anlattım. Amcam bana: "Allah yardımcımızdır" dedi. Aradan çok geçmeden
şu âyet indi: "(Ey Muhammed!) Doğrusu insanlar arasında Allah'ın sana
gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitab'ı sana hak olarak indirdik;
hakkı gözet, hainlerden taraf (yani Benû Übeyrik tarafında) olma.
(Katâde'ye söylediğin söz için) Allah'tan mağfiret dile. Allah
bağışlar ve mağfiret eder. Kendilerine hainlik edenlerden yana
uğraşmaya kalkma. Allah hainlikte direnen suçluyu sevmet. Allah'ın
razı olmadığı sözü gece kurarlarken onu insanlardan gizliyorlar da
kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar. Allah
işlediklerinin hepsini bilmektedir. İşte siz, dünya hayatında onları
müdafaa ediyorsunuz, ama kıyamet günü onları Allah'a karşı kim müdafaa
edecek? Veya onların vekaletini kim üzerine alacak? Kim kötülük işler,
kendine yazık eder de sonra da Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı
mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur" (yani "Eğer onlar tevbe
ederse Allah onları bağışlayacaktır"). "Kim günah işlerse bunu ancak
kendi aleyhine yapmış olur. Allah bilendir, Hakimdir. Kim yanılır veya
suç işlerde sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira
etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur" (Lebid'e söyledikleri söz).
"Ey Muhammed! (Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı
onlardan birtakımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar
kendilerinden başkasını saptıramazlar. Sana da bir zarar veremezler.
Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir.
Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür. Ancak sadaka vermeyi yahut
iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler
müstesna, onların gizli toplantılarının çoğunda hayır yoktur. Bunları
Allah'ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz" (Nisa
104-114).
Bu
ayetler nazil olunca Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a silahlar
getirildi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onları Rifâa'ya geri
verdi.
Katâde devamla dedi ki: "Ben silahı amcama getirip verdim. Amcam
cahiliye devrinde yaşlanmış veya (ravilerden Ebû İsa'nın tereddüdüne
göre) gözleri çok zayıf gören bir ihtiyardı. Bu sebeple ben onun
Müslümanlığını biraz karışık görüyordum. Ne var ki silâhı kendisine
teslim ettiğim zaman bana: "Ey yeğenim, bunu Allah için bağışladım"
dedi. O zaman anladım ki, imanı sağlammış.
Yukarıdaki ayetler inince Büşeyr, müşriklere iltihak etti. Gidip
Sülâfe Bintu Sa'd İbni Sümeyye'ye misafir oldu. Bunun üzerine Cenab-ı
Hakk şu ayeti indirdi: "Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan
sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan
kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü
bir dönüş yeridir. Allah kendisine ortak koşulmasını elbette
bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan
derin bir sapıklığa sapmış olur." (Nisa, 115-116).
Büşeyr, Sülâfe'nin yanına misafir olarak inince, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şairi Hassân İbnu Sâbit (radıyallahu anh)
kadını taşlayıcı şiirler yazdı. Bunlar kulağına gelince, Sülafe,
Büşeyr'in havıdını başının üzerine koyup götürdü ve sel yatağına
fırlattı. Sonra kendisine şunu söyledi: "Defol! Bana Hassân'ın şiirini
hediyeden başka bir hayır getirmedin.(KÜTÜB-I SİTTE /577)
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kim fenalık yaparsa cezasını
görür. Kendisine Allah'tan başka ne dost ne de yardımcı bulur" (Nisa
123) meâlindeki ayet nazil olduğu zaman, Müslümanları çok ciddi bir
kedere sevketti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle tavsiye etti: "Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya
çalışın. Mü'mine musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir
kefaret olur. Musibet, beklenmedik bir hadise olmuş, ayağına batan bir
diken olmuş farketmez."
Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: "Ayet(in hükmü) Müslümanları
çok üzdü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a şikayet ettiler.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şunu söyledi..."(KÜTÜB-I SİTTE
/578)
).
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanında oturuyor idim. O'na şu
ayet indirildi: "Kim fenalık yaparsa cezasını görür. Kendisine
Allah'tan başka ne dost ne de yardımcı bulur" (Nisa, 123). Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Bana inen bir ayeti sana okutayım mı?"
dedi. Ben: "Pek tabii" dedim. Bana onu okuttu. Sanki belimin
ayrıldığını hissettim ve o yüzden gerindim. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Neyin var, ne oldu Ey Ebu Bekr?" diye sordu. "Annem babam
sana feda olsun Ey Allah'ın Resûlü, dedim, hangimiz kötü amelde
bulunmaz ki, demek hepimiz işlediklerimiz yüzünden cezalandırılacağız
ha?" diye üzüntümü ifade ettim.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı: "Ey Ebu Bekr,
sen ve mü'minler, bunlar sebebiyle dünyada cezalandırılıyorsunuz. Öyle
ki Allah'a kavuştuğunuz zaman sizde günah kalmaz. Diğerlerine gelince
onlarınkiler biriktirilir, kıyamet günü cezaları toptan verilir.
(KÜTÜB-I SİTTE/579)
Ali İbnu Zeyd annesinden anlatıyor: Annesi Hz. Aişe (radıyallahu
anhâ)'ye Cenab-ı Hakk'ın şu ayetinden: "...İçinizdekini açıklasanız da
gizleseniz de Allah sizi onunla hesâba çeker ve dilediğini bağışlar"
(Bakara, 284) ve keza: "Kim fenalık yaparsa cezasını görür" (Nisa 123)
ayetinden sordu. Hz. Aişe şu cevabı verdi: "Benim Resûllullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'tan bu hususta sorduğum günden bu yana kimse
meseleyi bana sormadı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle cevap
vermişti: "Bu, Allah'ın hastalık ve kazadan tut, cebine koyduğu basit
bir eşyanın kaybıyla duyduğu üzüntüye varıncaya kadar mâruz kaldığı
musibetlerle kulunu (dünyada) cezalandırmasıdır. Böylece kul,
peyderpey günahlarından arınmış olarak çıkar, tıpkı ham altının
körükten saf kızıl çıktığı gibi."(KÜTÜB-I SİTTE / 580)
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Sevde validemiz
(radıyallahu anhâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisini
boşayacağından korkarak: "Beni boşama, nikâhın altında tut, benim
sıramı Aişe alsın" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da öyle
yaptı. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Eğer kadın, kocasının
serkeşliğinden veya aldırışsızlığından endişe ederse, aralarında
anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir engel yoktur. Anlaşmak daha
hayırlıdır..." (Nisa, 128). "Her ne üzerine anlaşılırsa o câizdir."
(KÜTÜB-I SİTTE / 581)
İstanbul - 16.01.2004
http://gulizk.com
|