Ölmüş hayvanlardan yenmesi helâl olan kısım:


Bakara Sûresi (2) - 173. Âyet:

O, size yalnız şunları haram kıldı: Ölü hayvan, kan, domuz eti, bir de Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek şartıyla ona da bir günah yükletilmez. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.(Elmalı)

2/173 - (Allah) size yalnızca meyte’yi(İslami esasla zebh edilMEyerek kendi kendine ölmüş, kanı içinde kalmış tezkiyesiz hayvan; leş), kan’ı, domuz eti’ni ve Allah’dan başkası adına boğazlananı haram etmiştir... Ama muzdar olanın (zarurette kalanın) zulmetmeden(arzulamayarak, helal saymayarak) ve haddi aşmadan (bunlardan yemesinde) kendisi üzerine bir günah yoktur... Muhakkak ki Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir. (Hasan GÜLER)

 

Nahl Sûresi (16) - 115. Âyet:

O size ancak ölü hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Her kim bu haram şeyleri yemeye mecbur kalırsa (başkasının hakkına) saldırmadan ve aşırı gitmeden yiyebilir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.(Elmalı)

16/115 - (Allah) size yalnızca meyte’yi(İslami esasla zebh edilMEyerek kendi kendine ölmüş, kanı içinde kalmış tezkiyesiz hayvan; leş), kan’ı, domuz eti’ni ve Allah’dan gayrı adına boğazlananı haram etmiştir... Ama kim muzdar olursa (zarurette kalırsa) zulmetmeden(arzulamayarak, helal saymayarak) ve haddi aşmadan (bunlardan yiyebilir) ... Muhakkak ki Allah Ğafur’dur, Rahıym’dir. (Hasan GÜLER)

 

En’am Sûresi (6) - 145. Âyet:

De ki: "Bana vahyolunanda, (bu haram dediklerinizi) yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş, veya akıtılmış kan, yahut domuz eti - ki bu gerçekten pistir yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvan olursa, bunlar haramdır. Ama kim çaresiz kalırsa, (başkasının hakkına) tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir)" Çünkü Rabbin çok bağışlayandır, merhamet edendir.(Elmalı)

6/145 - De ki: ”Bana vahyolunanlar içinde (bu haram dediklerinizi) yiyen biri üzerine haram edilmiş (bir şey) bulamıyorum... Ancak meyte(leş), akıtılmış kan, domuz eti-ki o gerçekten pistir- ve Allah’dan gayrı adına boğazlanan bir fısk olursa müstesna(yani bu dört’ü haramdır)”... Ama kim muzdar olursa (zarurette kalanın) zulmetmeksizin(arzulamayarak, helal saymayarak) ve haddi aşmaksızın (bunlardan yiyebilir)”... Muhakkak ki senin Rabbin Ğafur’dur, Rahıym’dir. (Hasan GÜLER)

 

3884 - İbnu Ebi Evfa radıyallahu anhüma anlatıyor:

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile beraber (altı veya yedi sefer) gazveye çıkmıştık. Gazve esnasında Aleyhissalatu vesselam'la birlikte çekirge yedik."

 

3885 - Selman radıyallahu anh anlatıyor:

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a çekirgeden sorulmuştu:

"Onlar, Allah'ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım" buyurdular."

 

3886 - Rezin rahimehullah Hz. Cabir radıyallahu anh'tan naklediyor:

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çekirgelere beddua etti ve dedi ki:

"Allah'ım! Çekirgeleri helak et, büyüklerini öldür, küçüklerini helak et, nesillerini kes, ağızlarını geçimliğimiz ve rızkımızdan (uzak) tut. Sen duaları işitensin."

(Orada bulunan) bir adam:

"Ey Allah'ın Resûlü! Çekirgelere nasıl böyle beddua ediyorsunuz, onlar ki Allah'ın ordularından bir ordudur" dedi. Aleyhissalatu vesselam da cevaben:

"Çekirge, denizdeki bir balığın hapşırığıdır" buyurdular."

 

3887 - Esma Bintu Ebi bekr radıyallahu anhüma anlatıyor:

"Biz, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında bir at kestik. O zaman Medine'de idik. Hepimiz onu yedik."

 

3893 - el-Fucey' el-Âmiri radıyallahu anh anlatıyor:

"Ey Allah'ın Resûlü dedim, meyteden bize helal olan (miktar) nedir?"

"Yiyeceğiniz ne (miktarda)dır" diye sordu.

Biz:

"Akşam ve sabah yiyoruz" diye cevap verdik."

Ebu Nuaym Mevla Ukbe der ki:

"Ukbe bana bu ifadeyi açıkladı:

"Bir bardak sabahleyin, bir bardak da akşam vakti demektir."

Dedi ki:

"Durum bu, babamın hayatına yemin olsun bu yetmez!"

Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam mezhur durumda meyteyi yemelerine ruhsat tanıdı."

 

6908 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Bize iki hayvanın ölüsünün yenmesi helâl kılındı: "Balık ve çekirge."

 

6909 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:

"Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın zevceleri, çekirgeleri tabaklar üstünde birbirlerine hediye ederlerdi."

 

6914 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:

"Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:

"Denizin sahile attığı ve geri çekilmekle sahilde bıraktığı avı yiyiniz. Denizde ölüp de su yüzüne çıkan avı yemeyiniz."

 

1224 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

"Biz, hacc veya umre için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte yola çıkmıştık. Yol esnasında bir çekirge sürüsüne rastladık. Kamçı ve yaylarımızla vurmaya başladık. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bunu yeyin, zîra o deniz avından (sayılır)" dedi."

 

1225 - Ka'bu'l-Ahbâr demiştir ki:

"Çekirge deniz avı(ndan sayılmış)dır."

 

1226 - Muvatta'da şu ziyade var:

Hz. Ömer (radıyallahu anh) Ka'b'a sordu:

"Nereden biliyorsun (ki çekirge deniz avıdır)?" Ka'b şu cevabı verdi:

"Ey mü'minlerin emîri, nefsimi yed-i kudretinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, bu (bir nevi) balık hapşırmasıdır, her yıl iki sefer hapşırır."

 

(3478)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizi gazveye gönderdi. Biz üçyüz kişilik bir gruptuk, komutanımız da Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrâh (radıyallâhu anh) idi. Kureyş'in kervanını takip ediyorduk. Azığımız da bir dağarcık içine konmuş hurmadan ibaretti. Başka bir şeyimiz yoktu. Ebû Ubeyde bundan bize [önce avuç avuç veriyordu, sonra] tane tane vermeye başladı. Kendisine:

"Bununla nasıl idare ediyordunuz?"diye soruldu. Şu cevabı verdi:

"Biz hurmayı âdeta emiyorduk, bebeğin emmesi gibi. Sonra da üzerine su içiyorduk. Bu bize geceye kadar yetiyordu. Tükendiği zaman yokluk içinde kaldık. İki hafta sahilde ikâmet ettik, şiddetli açlık geçirdik. Öyle ki ağaç yaprakları yedik. Ordumuza yaprak ordusu dendi. (Bu esnada) deniz bize anber (balinaya benzer bir balık, adabalığı.) denen bir hayvan attı.

Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) buna önce,

"meytedir (yani leştir, yenmesi haramdır)" dedi. Sonra da:

"Hayır, meyte değildir, bizler Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın elçileriyiz, Allah için buradayız, üstelik muzdar durumdayız" dedi.

Ondan iki hafta boyu yedik. Yağından da süründük. Hatta vücudumuz kendine geldi, eski halini aldı.

Ebû Ubeyde, hayvanın kaburgalarından bir kemik alıp yere dikti. Sonra en boylu şahsı ve en boylu deveyi aradı. Adam deveye bindirildi ve kaburganın altından geçti. Hayvanın göz  çukurunun içine tam dört kişi oturdu. Gözünden nice kulle (30) yağ çıkardık. Etinden kendimize azık yaptık.

Medine'ye gelince durumu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a anlattık.

"Bu, Allah'ın sizin için (denizden) çıkardığı bir rızıktır. Beraberinizde, etinden hala var mı?" buyurdu. Biz de bir miktar gönderdik. O, bundan yedi."

 

Açıklama:

Muzdarsınız diye içtihad ederek helâl olduğuna hükmeder, askerler de yerler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın o etten taleb edip yemesi, onun helâl olduğunu göstermek, askerlerin gönlünü  o hususta hoş kılmak içindir. Çünkü (aleyhissalâtu vesselâm) muzdar olmadığı halde o etten yemiştir.

Hattâbî der  ki:

"Bu hadis, denizin bütün hayvanlarının mübah, meytesinin de helâl olduğuna delildir. Zira (aleyhissalâtu vesselâm):

"O etten daha var mı, bana da tattırsanız" buyurmuş ve getirileni yemiştir. Bu hal refah halidir, zaruret değil.

 

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a denizin suyundan sorulmuştu. Şu cevabı verdi:

"Suyu temiz, meytesi helâldir."

 

(3479) Yine Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Denizin dışarı attığı veya yarısından çekildiği balığı yiyin. Denizin içinde ölmüş ve suyun üstüne çıkmış (tâfi) balığı yemeyin."

 

(3493)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:

"Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelip:

"Ey Allah'ın Resûlü! Biz gemiye binip, beraberimizde az bir su alabiliyoruz. Abdestlerimizi bu su ile alsak susuz kalacağız. Deniz suyu ile abdest alabilirmiyiz?" diye sordu.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Evet, denizin suyu temizdir, meytesi de helâldir" cevabını verdi.

 

"Biz, bir gün Resûlullah'ın yanında idik. Bir balık avcısı gelerek sordu:

"Ey Allah'ın Resûlü! Biz balık avı için denize açılırız. Beraberimize bazı kap kacak alırız. Gemiye binerken karaya yakın bir yerde avlanıp dönmeyi düşünürüz. Bazen böyle yakında balık buluruz, bazen da bulamayız. Öyle olur ki, başlangıçta aklımızda olmayan uzaklıklara açılmış oluruz. Bu uzaklıkta ihtilam olan veya abdest alan oluyor. Beraberimizdeki su ile yıkanacak veya abdest alacak olsak bizi susuzluk helâk edebilir. Bu endişeyle deniz suyunu yıkanma veya abdest almada kullanmamıza ne dersiniz?"

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu soru karşısında deniz suyu için “tahûr” tabirini kullanır.

Tahûr, hem temiz hem temizleyici ma'nâsına gelen mastar-isimdir.

 

Hz. Ebû Bekr (radıyallâhu anh)'ın da şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

"Denizdeki her hayvanı Allah sizin için kesmiş, temiz kılmıştır."

 

Muhammed İbnu Ali'nin,

"Denizde olan her şey temizdir" dediği rivayet edilmiştir.

 

Evzâî de şöyle derdi:

"Hayatı denizde geçen her canlı helâldir." Kendisine "timsah da mı?" denince "Evet!"  demiştir.

 

Ebû Sevr:

"Suya sığınan her şey helâldir. Kesilenler ancak kesilmekle helâl olur. Balık gibi kesilmeyenin ölüsü de dirisi de helâldir.

 

(695)- Said İbnu Cübeyr anlatıyor:

"İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'a dedim ki:

"Nevf el-Bekkâlî, İsra-iloğullarının peygamberi olan Hz. Musa (aleyhisselam), Hızır'ın arkadaşı olan Mûsa olmadığını zannediyor."

Bana şu cevabı verdi:

"Allah'ın düşmanı yalan söylüyor. Ben Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'ı dinledim.Demişti ki:

"Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan işittim, şunu anlattı:

"Musa (aleyhisselam) Benî İsrail'e hutbe irâd etmek üzere ayağa kalktı. Kendisine,

"insanların en bilgini kimdir?" diye soruldu. O:

"Benim" diye cevap verdi. Cenab-ı Hak,

"Allahu a'lem (yani en iyi bilen Allah'tır)" demediği için Musa'yı azarladı. Ve:

"İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum senden daha âlimdir" diye ona vahyetti. Hz. Musa (aleyhisselam):

"- Ey Rabbim ben onu nasıl bulabilirim?" diye sordu. Kendisine:

"- Bir zenbile bir balık koy, onu sırtına al. Balığı nerede yitirirsen o zat oradadır" dendi.

Dendiği gibi yaparak yola çıktı. Kendisiyle beraber, hizmetçisi olan Yuşa İbnu Nûn da yola çıktı. Beraberce yürüyerek bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi dinlenmek üzere orada yattılar. Balık  kımıldayarak zenbilden çıkıp denize kaydı. Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Hz. Mûsa (aleyhisselam) ve hizmetçisi (balık için olduğunu bilmeksizin) bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler. Musa'nın arkadaşı ona, balığın gitmesini haber vermeyi unutmuştu. Sabah olunca Hz. Mûsa (aleyhisselam) hizmetcisine: "Hele sabah kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk" dedi. Ama emrolunduğu yere gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi:

"- Hani bir kayanın yanına gelmiş yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti" dedi. Mûsa (aleyhisselam):

"Bizim aradığımız orasıydı" dedi ve hemen izlerinin üzerine geri döndüler.İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Mûsa (aleyhisselam) orada  örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selâm verdi. Hızır aleyhisselâm ona:

"- Senin bu yerinde selâm ne gezer!"

"- Ben Mûsa'yım."

"- Benû İsrail'in Mûsa'sı mı?"

"- Evet."

"- Sen, Allah'ın sana öğrettiği  bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah'ın bana öğrettiği bir ilmi  bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin."

"- Allah'ın sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?"

"- Sen benimle beraber olmak sabrını gösteremezsin. Mahiyet ve hikmetini bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki?"

"- İnşaalleh sen beni çok sabırlı bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim."

"- Öyleyse gel. Ancak, mâdem  bana tâbi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir şey sormayacaksın!" dedi. Hz. Mûsa (aleyhisselam):

"Tamam!" dedi.

Hz. Mûsa ve Hz. Hızır (aleyhisselam) beraberce gittiler. Deniz kıyısında yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerini gemiye almalarını söylediler. Gemi sahipleri Hızır (aleyhisselam)'ı tanıdılar. Ve ücret istemeksizin onları gemiye aldılar.Hızır (aleyhisselam), gidip, geminin tahtalarından birini deldi. Hz. Mûsa (aleyhisselam) ona:

"- Bak, bunlar bizi bedava gemilerine aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacakın. Hiç de yakışık olmayan bir iş yaptın!" dedi.Hızır:

"- Ben sana, "benimle bulunmaya sabredemezsin" demedim mi?" dedi.Hz. Mûsa:

- Unuttuğum şey sebebiyle beni sigaya çekme. Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma!"  ricasında bulundu.

Sonra bunlar gemiden indiler. Sahil boyu yürürken, çocuklarla oynayan bir yavrucak gördüler. Hızır (aleyhisselam) yavrucağı yakaladığı gibi eliyle başını kopararak çocuğu öldürdü. Mûsa (aleyhisselam):

- Masum bir çocuğu kısas hakkın olmaksızın niye öldürdün. Bu çok yadırganacak bir iş!" dedi.

- Ben  sana demedim mi,  sen benim beraberliğime sabredemezsin!" diye Hızır (aleyhisselam), Musa'ya çıkıştı. Hz. Musa:

- Ama bu birinciden de  şiddetli idi" dedi ve ilâve etti:

"Bundan sonra sana bir şey sorarsam, beni arkadaş etme, nazarımda bu hususta haklı sayılacaksın" dedi.Yola devam ettiler. Bir köye geldiler. Halktan yiyecek bir şeyler istediler.  Ama kimse onları ağırlamadı. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar. Hızır (aleyhisselam) eliyle şöyle göstererek:

"Eğilmiş" diyordu. Onu doğrulttu. Hz. Mûsa (aleyhisselam) ona:

- Bir cemaat ki, kendilerine geliyoruz, bize  ilgi gösterip, ağırlamıyorlar, yiyecek vermiyorlar. Sen onlara bedava iş yapıyorsun, dilesen ücret alabilirdin!" dedi.Hızır (aleyhisselam), Hz. Musa'ya:

- "Artık birbirimizden ayrılma zamanı geldi. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin te'vilini haber vereceğim" dedi.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu ara ilâve etti:

"- Allah Mûsa'ya rahmet buyursun. Keşke, Hz. Hızır'la beraberliğe sabretseydi de  macerâlarını  bize nakletseydi, bunu  ne kadar isterdim!"

Râvi devam ediyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Birinci (soru)su Musa'nın bir unutması idi.  Bir serçe gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hz. Hızır bunu göstererek Hz. Mûsa'ya, "Bak, dedi. Benim ve senin ilmin ve diğer mahlukatın ilmi, Allah'ın ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar eksiltir."

 

Derleyen: Hamdi Cenik
hamdicenik@hotmail.com
İstanbul -19
.09.
2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail