Ey Sırrı! Bu
eşyalar aslında dönüşüp değişmezler. Fakat sen onları bu şekilde
görürsün.
…
Yani suret gören
açısından belirginleşir. (3-155)
Bu hayatın bir
kısmı duyulara zahir olurken bir kısmı duyulara gizli olur. Normalde
zahir olmayan hayat türü, olağanüstü şekilde Nebîye ve veliye zahir
olur. O halde her şey canlıdır ve Allah’ı tespih edip O’na
hamd etmektedir. Ama bunun bilincinde değildirler. Yan
tespih edişlerini bilmezler. (3-157)
İlim, malumun
tasavvurundan ibaret değildir. (3-157)
Bize ve bizden
olan muhakkiklere göre; mahlukun hiçbir kudreti yoktur. (3-158)
Allah’ın zatı
kamildir. Dolayısıyla zait bir şeyle kemal bulması imkansızdır.
Çünkü bunun anlamı zait nitelik olmadığı zaman eksik olmasıdır.
Eksiklik ise imkansızdır. Dolayısıyla zait bir nitelikle kemal
bulması da imansızdır. (3-158)
Zait=Artan,fazlalık ,ilâve olunmuş ,lüzumsuz, gereksiz.
Hamd; Allah’ı
layık olduğu şeyle övmektir.
Şükür ise; O’ndan kaynaklanan nimetle O’nu övmek demektir. (3-164)
Keşiften daha
yukarı, perdeden de daha aşağı bir derece yoktur. (3-166)
Onlar; bu ümmet
de geçmiş ümmetlerde ki Nebiler düzeyindedirler. Geçmiş ümmetlerdeki
bu Nebiler kendi içlerinde rablerinden gelen bir şeriata tabi
olurlardı , ne resuldürler ne de tabi olanları vardı. Sadece Hak
Teala onlara vahiy indirirdi. Onlara “Ferd” ismiyle
bakardı. (3-166)
Muhtar (seçme
hakkına sahip), bir işi istediği zaman yapan , istediği zaman
yapmayan kimseye denir. Bir işi yapmaya ya da yapmamaya dair ön
bilgi, hakkında ön bilgi olmayan işin vaki oluşunun tahayyülünden
ibarettir. Bu yüzden ihtiyar imkansızdır. Zorunlu olmaksa bir işe
zorlanmak demektir. Ama zorlama da yoktur. Yani ne zorlama vardır,
ne de serbestlik. (3-166)
Aslında gerçek
anlamda bir icat söz konusu değildir. (3-167)
Kulun gerçekte
Hak tealaya ait olan bir sıfatla zuhur etmesi birleşme olarak
isimlendirilir; çünkü Hak kulun suretinde kul da hakkın suretinde
zuhur etmiştir. (3-167)
Yüce kanun koyucu
(şari) bize kaza ve kadere razı olmamızı emretmiştir, takdir edilene
, hükme bağlanana değil. Bu ise Hak tealayı seçmektir, seçtiğini
değil. Şunu diyemezsin: Allah’ın benim için takdir ettiği günahlara
razı oldum. (3-170)
Aklın bir sınırı
olduğu gibi imanın da bir sınırı vardır. (3-172)
Mahlukat
içinde akıl erbabına özgü olaylar aklın sınırı doğrultusunda
gelişir. Allah’a bağlı kimselere özgü olaylar da imanın sınırı
doğrultusunda cereyan eder.
(3-172)
Hakkı müşahede
etmek , O’nun zatını ihata etme sonucunu doğurmaz. (3-175)
İnsanlar müşahede
ettikleri halde onun Hak teala olduğunu bilmeyeceklerdir. (3-175)
Tabiatının cehenneminin üzerine sıratın kurulur,
mizanın adaletinin kubbesine konur,amellerin huzura getirilir;
rabbine olan huzurun oranında ölü ve diri olarak. (3-184)
Bir veli için
gerçekleşen bir tecellide onunla birlikte peygamber veya
peygamber olmayan daha büyük bir veli hazır kılındığı zaman , bu
huzurdaki söz mutlaka en büyük olana yöneltilir, öbürü ise dinleyici
konumunda kalır. (3-185,186)
Allah’tan
alıkoyan, perdeleyen şeylerden sakınsın. “Kendimi tenzih
ederim=Sübhânî“ diyen de bu tecelliden söylemiştir bu sözü.
(3-188,189)
“Allah tuzak
kurdu” benzeri sözlere kanmamak gerekir. Çünkü kendilerine dönen
yine kendi tuzaklarıdır, tuzaklarının kendi başlarına geçmesi ,
Allah’ın onlara tuzak kurmasıdır. (3-189)
Bütün varlıklar ,
Allah’tan başkası olsa da kendi içinde hiç kuşkusuz haktır.Ancak
varlığı kendi zatından kaynaklanmayan bir varlık yok hükmündedir,
batıldır.
…
Öte yandan Hak
ile başkası arasında hiçbir açıdan gerçek olarak bir ortaklık
yoktur. (3-190)
İnsan bütün
varlıkların kapsayıcı bir nüshası olduğu için her varlıktan bir
hakikati de içinde taşır. (3-190)
İnsan aslı
itibariyle rabbani bir varlıktır,sınırlandırılmamıştır.Hidayet
ise sınırlandırma demektir. Sapma ise sınırlandırılman kalkması
ve insanın rububiyetinin ortaya çıkması demektir. Bu yüzden Allah ,
mutluluk perdesiyle onu masum, korunmuş kılmamıştır. Ki buna da
bedbahtlıkla sahip olmaktadır, çünkü dünya yurdunda bulunduğu sırada
tabiatına uygun düşmektedir. Ve çünkü mutluluk da insanın tabiatına
uygundur; ancak sonraki bir aşamada. (3-192)
Şu halde tecelli
yoktur ve dönüşüm yokluğadır. (3-193)
Bu yüzden benim
vatanım kaynağın tek ve oluşun yok olduğu yerdir. (3-193)
…Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan
nasibi yoktur. (Nur-40) -(3-194)
Yansıtan: Hamdi Cenik
hamdicenik@hotmail.com
İstanbul - 11.01.2006
http://sufizmveinsan.com
|