MUHYİDDÎN İBN ARABİ Risaleler’den alıntılar

15. Bölüm


Adalet yayıldı. Bir topluluk tabiatın karanlığına meyletti. Bu onların cezasıydı. Bir topluluk ta şeriatın nuruna meyletti, bu da onların ödülüydü. Letiaflerin hakikati açısından şeriatın nuruna meyledenler, tanınmayan fertlerdir. (3-194)

Eğer senin için görünmez (gayb) alem görünen (şehadet) aleme dönüşüyorsa sen ilim sahibisin. (3-196)

Eğer uyuşma esnasında kendinde bir bozukluk görürsen, bil ki camını henüz kırmamışsın, kendi ölçülerini aşmamışsın. Bu takdirde arınma ve kurtulma için çalış. (3-198)

Her kulun Allah ile bir hali vardır. Kimi Allah’ı bilir, kimi bilmez. Ama şekil ve merasim alimleri O’nu kesinlikle bilmezler. Çünkü ilimleri aldıkları harfler, onlar için Allah’ı bilmenin önündeki perdeler konumundadır. (3-198)

Himmetler bir himmet üzerinde toplanırlar, bir ile birde yok oluncaya kadar. Geride bir kalır ve bire şahitlik eder.  Bu, özel kullardan olan adamların hallerinden biridir. Bunların göğüsleri açılır ve kendilerine gizli olan şeyleri algılamaya başlarlar. (3-200)

Allah’ın kainat düzenine hakim kıldığı bazı melekleri vardır. Allah’ın celal ve cemal nuru içinde daimi bir lezzettedirler. Sürekli müşahede halindedirler. Allah’ın kendilerinden başkalarını da yarattığını bilmezler. Kendi zatlarından başka hiçbir şeyle karşılaşmamışlardır. Bu duruma en çok yaraşanlar da Allah’ın Adem oğullarından yarattığı  bazı kullardır. Bunlar Kutbun hükmünün dışında olan fertlerdir. Ne bilirler ne de bilinirler. (3-201)

Arınıp berraklaştığı zaman insanî ruhlar, ayrı ayrı veya birlikte yüceler alemine yücelirler, miraca çıkarlar. (3-203)

Kim bildikleriyle amel ederse , Allah onu bilmedikleri şeylerin ilmine mirasçı kılar. (3-204)

İlk akla gelen şeylerin tümü rabbanidir. Ve bunları söyleyen kimse kesinlikle yanılmaz. (3-207)

-Allah’ım! Her hangi bir sırrımızın açığa çıkması suretiyle bizi rezil etme!
Şeyh ona şu karşılığı vermiş:
-Ey Muhammed! Ya niçin halka açmadığın şeyi Allah’a açıyorsun? Gizlin de açığın da Allah katında bir değil mi?
Bu sırla ilgilidir. El Kureyşi uyanır, hatasını itiraf eder, şeyhin kendisine gösterdiği şekilde amel eder ve mutedil yolu izler. (3-208)

Hak seni kendisiyle cem ettiği zaman , seni senden ayırır. (3-208)

Hallerin lezzetlerinden kaçın. (3-208)

Allah da bir cahili veli edinmez. (3-209)

Tevhid bir ilimdir. Sonra haldir, sonra ilimdir. İlk ilim delil tevhididir ve bu genelin tevhididir. Genel derken şekil ulemasını kast ediyorum. Hal tevhidi ise , hakkın senin niteliğin olmasından ibarettir. Dolayısıyla sende O olur, sen değil. Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı. (Enfal-17)

Halden sonraki ikinci ilim müşahede tevhididir. O zaman eşyayı vahdaniyet/birlik açısından görürsün. (3-209)

Özel seslenişe muhatap oldular, fakat duyamadılar. Derken alışkanlıklarından kendilerine seslenildi, bunu duydular. (3-210)

Tevhid toplar, hilafet ise parçalar. Dolayısıyla muvahhid tevhidinin huzurunda iken halife olamaz. (3-213)

Allah illetleri yaratır, ama kendisi bir illet değildir.Hiç bir şey yok iken var olan, varlıkları her hangi bir şeyden var etmeyen,şu anda daha önce olduğu gibi olan biri illet olmayı kabul eder mi? Eğer ille olsa , irtibatlanır, eğer irtibatlansa O’nun için kemal sıfatı sahih olmaz. (3-213)

(İllet) Esas sebeb. Vesile. * Hastalık, maraz, dert, sakatlık. Mûcib, maksad, gaye.

-Peki evinin yıkılmasına niçin müsaade ettin?

-O zaman nefsim, kevnlerin ellerinin tahakküm ettiği bir evi imar etmek istemedi. Elimi bu yüzden çektim.Hallac ölmedi, ama evin sakini göç ettiği için ev yıkıldı. (3-214)

Birlikte denize daldık, ebedi ölümle öldük. (3-214)

Hak tasavvur edilenden, temsil edilenden, ve tahayyül edilenden ayrıdır. (3-215)

Kainat ancak O’nunla kaim olduğu halde nasıl O’ndan hali olabilir?  Kainat yok iken O vardı, böyle iken kevnin aynısı olabilir mi? (3-215)

O tasavvur edilenin aynısı değildir ve tasavvur edilen de O’ndan hali değildir. (3-215)

İlim bir vakitle, bir mekanla, bir hayatla, bir halle veya bir makamla kayıtlandırılamaz. (3-215)

Her şeyin içinde her şey vardır. (3-216)

Tevhid senin senden , O’ndan, kevnden ve fenadan fena bulmandır. (3-216)

Tevhid bakanın da bakılanın da O olmasıdır.

Zuhur ettiği şeyde açılınca ve açıldığı şeyle zuhur edince, işte bu Tevhid makamıdır.

Rububiyetin bir tevhidi uluhiyetin de bir tevhidi vardır. (3-217)

Yansıtan: Hamdi Cenik
hamdicenik@hotmail.com
İstanbul - 17
.
01.2006
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail