Adalet yayıldı.
Bir topluluk tabiatın karanlığına meyletti. Bu onların cezasıydı.
Bir topluluk ta şeriatın nuruna meyletti, bu da onların ödülüydü.
Letiaflerin hakikati açısından şeriatın nuruna meyledenler,
tanınmayan fertlerdir. (3-194)
Eğer senin için
görünmez (gayb) alem görünen (şehadet) aleme dönüşüyorsa sen ilim
sahibisin. (3-196)
Eğer uyuşma
esnasında kendinde bir bozukluk görürsen, bil ki camını henüz
kırmamışsın, kendi ölçülerini aşmamışsın. Bu takdirde arınma ve
kurtulma için çalış. (3-198)
Her kulun Allah
ile bir hali vardır. Kimi Allah’ı bilir, kimi bilmez. Ama
şekil ve merasim alimleri O’nu kesinlikle bilmezler.
Çünkü ilimleri aldıkları harfler, onlar için Allah’ı bilmenin
önündeki perdeler konumundadır. (3-198)
Himmetler bir
himmet üzerinde toplanırlar, bir ile birde yok oluncaya kadar.
Geride bir kalır ve bire şahitlik eder. Bu, özel kullardan olan
adamların hallerinden biridir. Bunların göğüsleri açılır ve
kendilerine gizli olan şeyleri algılamaya başlarlar. (3-200)
Allah’ın kainat
düzenine hakim kıldığı bazı melekleri vardır. Allah’ın celal ve
cemal nuru içinde daimi bir lezzettedirler. Sürekli müşahede
halindedirler. Allah’ın kendilerinden başkalarını da yarattığını
bilmezler. Kendi zatlarından başka hiçbir şeyle karşılaşmamışlardır.
Bu duruma en çok yaraşanlar da Allah’ın Adem oğullarından
yarattığı bazı kullardır. Bunlar Kutbun hükmünün dışında olan
fertlerdir. Ne bilirler ne de bilinirler. (3-201)
Arınıp
berraklaştığı zaman insanî ruhlar, ayrı ayrı veya birlikte
yüceler alemine yücelirler, miraca çıkarlar. (3-203)
Kim bildikleriyle
amel ederse , Allah onu bilmedikleri şeylerin ilmine mirasçı kılar.
(3-204)
İlk akla
gelen şeylerin tümü rabbanidir. Ve bunları söyleyen kimse kesinlikle
yanılmaz. (3-207)
-Allah’ım! Her
hangi bir sırrımızın açığa çıkması suretiyle bizi rezil etme!
Şeyh ona şu karşılığı vermiş:
-Ey Muhammed! Ya niçin halka açmadığın şeyi Allah’a açıyorsun?
Gizlin de açığın da Allah katında bir değil mi?
Bu sırla ilgilidir. El Kureyşi uyanır, hatasını itiraf eder, şeyhin
kendisine gösterdiği şekilde amel eder ve mutedil yolu izler.
(3-208)
Hak seni
kendisiyle cem ettiği zaman , seni senden ayırır.
(3-208)
Hallerin
lezzetlerinden kaçın. (3-208)
Allah da bir
cahili veli edinmez. (3-209)
Tevhid bir
ilimdir. Sonra haldir, sonra ilimdir. İlk ilim delil tevhididir ve
bu genelin tevhididir. Genel derken şekil ulemasını kast ediyorum.
Hal tevhidi ise , hakkın senin niteliğin olmasından ibarettir.
Dolayısıyla sende O olur, sen değil. Attığın zaman sen atmadın,
fakat Allah attı. (Enfal-17)
Halden sonraki
ikinci ilim müşahede tevhididir. O zaman eşyayı vahdaniyet/birlik
açısından görürsün. (3-209)
Özel seslenişe
muhatap oldular, fakat duyamadılar. Derken alışkanlıklarından
kendilerine seslenildi, bunu duydular. (3-210)
Tevhid toplar,
hilafet ise parçalar. Dolayısıyla muvahhid tevhidinin huzurunda iken
halife olamaz. (3-213)
Allah illetleri
yaratır, ama kendisi bir illet değildir.Hiç bir şey yok iken var
olan, varlıkları her hangi bir şeyden var etmeyen,şu anda daha önce
olduğu gibi olan biri illet olmayı kabul eder mi? Eğer ille olsa ,
irtibatlanır, eğer irtibatlansa O’nun için kemal sıfatı sahih olmaz.
(3-213)
(İllet) Esas
sebeb. Vesile. * Hastalık, maraz, dert, sakatlık. Mûcib, maksad,
gaye.
-Peki evinin
yıkılmasına niçin müsaade ettin?
…
-O zaman nefsim,
kevnlerin ellerinin tahakküm ettiği bir evi imar etmek istemedi.
Elimi bu yüzden çektim.Hallac ölmedi, ama evin sakini göç ettiği
için ev yıkıldı. (3-214)
Birlikte denize
daldık, ebedi ölümle öldük. (3-214)
Hak tasavvur
edilenden, temsil edilenden, ve tahayyül edilenden ayrıdır. (3-215)
Kainat ancak
O’nunla kaim olduğu halde nasıl O’ndan hali olabilir? Kainat yok
iken O vardı, böyle iken kevnin aynısı olabilir mi? (3-215)
O tasavvur
edilenin aynısı değildir ve tasavvur edilen de O’ndan hali değildir.
(3-215)
İlim bir vakitle,
bir mekanla, bir hayatla, bir halle veya bir makamla
kayıtlandırılamaz. (3-215)
Her şeyin içinde
her şey vardır. (3-216)
Tevhid senin
senden , O’ndan, kevnden ve fenadan fena bulmandır. (3-216)
Tevhid bakanın da
bakılanın da O olmasıdır.
Zuhur ettiği
şeyde açılınca ve açıldığı şeyle zuhur edince, işte bu Tevhid
makamıdır.
…
Rububiyetin bir tevhidi uluhiyetin de bir tevhidi vardır. (3-217)
Yansıtan: Hamdi Cenik
hamdicenik@hotmail.com
İstanbul - 17.01.2006
http://sufizmveinsan.com
|