alk dilinde “on bir ayın sultanı” olarak kabul edilen Ramazan
Ayı, bütün aylar içinde en kutsal olanıdır. Kur’an’ın Ramazan Ayında ve Kadir
gecesinde indirilmiş olması bu aya olan ilgiyi artırmıştır. Resulullah Efendimiz;
“Ramazan girdiğinde, cennet kapıları, Rahmet kapıları
açılır, Cehennem kapıları kapatılır ve şeytanlar zincirlere vurulur”
demektedir. (Müslim Siyam 2)
Kuran’ın Ramazan yani, oruç ayında mekânsal olmayan inişi, tesadüfi
değil, hikmete dayalı bir iştir.
İnsan beyninin en rahat, en randımanlı çalıştığı, daha iyi
anlama kabiliyetinin bulunduğu, yani oruçlu olduğu bir ayda tenezzül edişini
rastlantıya bağlamak, sanırım biraz saflık olur.
Arapça, ‘savm’ kelimesinin Türkçe karşılığı olan ‘oruc’un
lügat anlamı “tutmak” tır.
Oruç, İslamın beş şartından biridir. Ancak, Hz. Adem’den
itibaren bütün ümmetlerine farz kılınmıştır. (Bakara 183. Ayet)
Her Nebi’nin kendine ait bir şeriatının olduğu kabul edilir.
Hz. İsa’nın şeriatında da ümmetine sevgi ve orucu aşıladığı İncil’deki
bahislerden anlaşılmaktadır. Hz. İsa; “Oruç tuttuğunuz zaman ikiyüzlüler gibi
surat asmayın; zira onlar oruç tuttuklarını insanlar görsünler diye suratlarını
asarlar. Doğrusu size derim: Onlar karşılıklarını aldılar. Fakat sen oruç
tuttuğun zaman, başına yağ sür ve yüzünü yıka; ta ki, insanlara değil, gizlide
olan Babana oruçlu görünesin ve gizlide gören Baban sana ödeyecektir.”
(Mathew-Bab 6) demektedir.
Kısaca oruç, insanlığa farz kılınmış önemli bir kulluk
çalışmasıdır.
Resulullah Efendimiz, farz kılınan oruç tutma şeklinin
dışında, gücü yetene göre, değişik usullerde oruç tavsiyesinde bulunmuştur.
Kimi sahabi, onun tavsiye ettiği Hz. Davud’un tuttuğu bir
gün yeme bir gün oruç tutmak yöntemin, uygulamış, kimi, tam kırk gün hiç bozmadan
oruç tutmuş, bazıları ise, bu süreyi yedi günde dondurarak oruç tutmuştur.
Oruç tutma, çeşitli ekollerde ön şart olarak kabul edilmiştir.
Abdülkadir Geylani Hazretlerinin, yaşadığı sürede her sene, Ramazan
dışında kırk gün hayvani gıda almaksızın oruç tuttuğu vakidir.
Orucun en randımanlı olanı, peşpeşe, hayvani gıda almaksızın
kırk günlük üç devrede ara vermeksizin yüz yirmi günde tutulanıdır. Riyazat adı
verilen bu çalışmada ana hedef, beyni tembelleştiren ve parazit elektrik oluşturan
hayvani gıdanın tasfiye edilmesidir.
Böylece hayvani güç, yerini meleki güce bırakır.
Dolayısıyla, kişi meleki güçle hareket eder, iyi yönlendirilirse sonucu Allah’ın
ahlakı ile ahlaklanmaya ulaşır.
Ramazan orucu, zaman zaman otuz gün, bazen de yirmi dokuz gün
çeker. Ve hilalin görülmesi ile başlar.
Efendimiz bir Hadisinde; “Hilali görmedikçe oruç tutmayın,
onu görmedikçe bayram da etmeyin. Şayet hava bulutlu olursa onun miktarını hesap edin
–bir rivayete göre- sayıyı otuza tamamlayın” buyurmuştur. (Müslim Siyam 3)
Bunu söylerken anlatmak istediği, rasgele bir şekilde oruca
başlamak veya bitirmek değil, ayın hareketlerine uygun bir halde hareket edilmesidir.
İnsanlar, yapılan her ibadetin güneş ve ayın hareketlerine
dayandığının henüz farkında değildir. Bizdeki, otuz güne endekslenen oruç tutma
prensibi yanlıştır. Yeri geldiğinde, bu hususları açıklamaya çalışacağım.
Resulullah Efendimiz;
“Eğer Ramazan’da tecelli eden faziletlerin hepsini
görebilseydik, bütün yılın Ramazan olmasını dilerdik.” Derken, bir başka
Hadisinde ise;
“Recep Ayı Allah’ın,
Şaban Ayı benim,
Ramazan Ayı da ümmetimin ayıdır” demiştir. (Sahih-i
Müslim )
Recep Ayının, Zati tecellilerin zuhur ettiği bir ay olduğunu
belirtmek isterim. Diğerlerinin yorumunu size bırakıyorum.
Kur’anı Kerim’in, Ramazan Ayında ve Kadir Gecesi olarak
bilinen özel gecede, topluca Levh-i Mahfuz’da, Beyt-ül İzze denilen makama inmesinden
kasıt, Rabbani hükümlerin ilk olarak ruh (melek) boyutuna tenezzül etmesidir. Ruh
(melek) boyutunda ise zaman kavramının bulunmaması ‘bir defada indirildi’ gibi bir
tabirin oluşmasına yol açmaktadır.
Hadis kitaplarına göz gezdirdiğinizde, Ramazan ayı için
nice faydalı hikmetli sözleri bulabilirsiniz. Bu mübarek ay içinde hayırlara vesile
olabilecek her türlü çalışmayı yapmamız tavsiye edilir. Sadece bu ay değil, tüm
aylar için geçerli bir tekliftir.
Her Ramazan, Cebrail Aleyhisselam, Resulullah Efendimiz ile
Kuranı “mukabele” eder, karşılıklı birbirlerini dinlerdi. Enteresan olanı
şu; Hadiste de belirtildiği üzere, Efendimizin vefat ettiği seneye rastlayan Ramazan
Ayında, bu karşılıklı okuma-dinleme uygulaması iki kez gerçekleşti.
İki defa okumanın hikmeti neydi?..
Özellik taşıyan bu mesajı aslında Ebu Bekr Hazretleri,
Rasulullah (S.A.V)’ın veda konuşmasında aldı.
Bazı şeylerin işaret yollu bildirilmesini algılayabilmek için
mutlak bir tefekkür ve değerlendirme gerekiyor.
Oruç, günahlardan sakınma ayıdır.
Oruç tutma fiili, sadece aç kalma prensibi değildir. Aynı
zamanda idrakın genişlemesine, kapasitenin artmasına vesile olmaktadır. Bir yerde,
tasfiye mekanizmasının çalıştırılmasıdır.
Oruç tutma, esasen direkt beyin ile alakalıdır. Katı-sıvı yiyeceklerin
eritilmesi için çaba harcamayan, bir anlamda boşta kalan beynin, yapılan ibadetleri
tüm gücüyle Ruha yükleyişini Kudsi Hadis şöyle ifade ediyor;
“Ademoğlunun her ameli kendinedir, yalnız oruç
müstesnadır. Çünki, o benimdir, onun mükafatını verecek olan benim.” (Sahihi
Buhari)
Resulullah Efendimiz şöyle buyurmaktadır;
“Şüphesiz, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk
kokusundan güzeldir.” (Sahihi Buhari)
Hadiste geçen ağız kokusu kavramı, zahir manayı içermekle
birlikte, diline hakim olabilen, ağzından ters bir kelam çıkmayan kişinin hali olarak
da anlaşılmalıdır.
Daha da deruni bir şekilde incelendiğinde “ağız kokusu”
tabiri, Resulullah Efendimizin, Veysel Karani Hazretleri için söylediği;
“Ben Rahman’ın kokusunu, Yemen tarafından alıyorum”
mübarek sözüne kadar varır.
Doktorlar, orucun tıbben çok faydalı olduğunu söylerken, aktif
ülserli hastalar ile şeker dengesi bozuk olanların, ayrıca hafıza kaybı normalin
dışında bulunanların, oruç tutmasının sakıncalı olduğu görüşündeler.
Oruç tutmayan kişi, günlük yiyecek parasını bir ihtiyaç
sahibine vererek, tutamadığı orucun kefaretini öder.
‘Seferi olanın oruç tutması ve orucun, Güneşin doğması
ile batması arasındaki sürede tutulması söz konusu olduğunda, kutuplarda yaşayan
kişilerin oruç tutma şekli nasıl olmalıdır?’ gibi soruların yanıtı ise
şöyledir;
Seferi olanın dört mezhepte de oruç tutması farz değildir.
Kutuplara giden müslüman, seferi ise oruç tutmaz. Geriye dönünce kaza eder.
Gündüzleri çok uzun olan yerlerde yaşayan bir müslüman, oruca saat ile başlar, saat
ile bozar. Vakitleri normal teşekkül eden en yakın bölgelere kıyas edilir.
Oruçlu iken aşırı yemekten kaçınmalıdır. Bu öneri normal
zamanlar içinde geçerlidir. Efendimizin uyarısı kulaklarımıza küpe olmalı...
“Ademoğlu, midesinden daha şerli bir kap
doldurmamıştır.” (Sahihi Buhari)
Normal olarak, sağlıklı her müslümanın, orucunu tutması
görevidir. Bu tür orucun yanında, günah ve kötülüklerden sakınan "takva"
ehlinin tuttuğu bir oruç türü daha vardır. Ancak en önemlisi ve üçüncüsü, bu
ikisini de kapsayan, ‘Allah’tan gayrını görmeme’ anlamına gelen bir oruç
şekli daha vardır ki; Cenabı Hak, bize bu orucu tutmayı nasip etsin.
Allah Muin’imiz olsun.
Ahmet F. Yüksel
|