Biliyoruzki, ZAT makamına Hiçlik diyen kardeşler, bu hiçlikle “Kulun” Hiçliğini anlatmaya çalışmaktadır. Çünkü HİÇlik dahi bir vasıftır ve Haşa Allah bu vasıflandırmadan kesinlikle münezzehtir. Bu hiçlik, Kulun kendisine ait, Allahtan ayrı düşünülebilecek “kul” zatın vasfı olabilir ki mutlak Yokluktur. Yani Kulun kendine ait bir zatı yoktur. Bundan hiçbir güzellik veya güzel vasıf zuhur etmez.

Kendisinden başka hiçbir varlık ve bilinç, onun mutlak ve sonsuz varlığını kavrayamaz böylece şuurda ve gerçekte O, hiçbir kavramla kayıt altına alınamaz çünkü herşey ona göre yetersiz kalır. O, Muhalefetün lil havadistir. (ve lem yekün lehu küfüven Ehad)

Onu tanımak için kendisinden zuhur eden Zati ve Subuti sıfatları, güzel esmasını tanımak gerekir biz ancak böylece onu tanıyabiliriz. Gerçek olan ve bizden istenende budur, Allahın zatını düşünmek değildir. Çünkü O, kavranamaz ve kıyaslanamaz olan yüce ve azimdir.

O Allah, evreni her taraftan, içten ve dıştan çepeçevre (Muhit-ihata eden) kuşatan Tek ve Gerçek, Mutlak ve Sonsuzun kendisi-Zatı olduğu için kavranamaz. Hiçlik ise kulun zatına aittir.

“Kabı kavseyn” iki yayın, bir ok atılabilecek şekilde tutulması gibi bir benzetmedir. “Ev edna – veya daha yakın” ifadesi ise; bundan daha da ileri olarak, “bir” haldeki durumdur.

Buradan anlaşılıyorki ABDULLAH, kendisine ait hiç bir şeyi olmayan, herşeyini Allahtan alan ve onu yansıtan bir özelliktir. Onun attığı oku, Allah atmaktadır. Onun söylediği sözü, Rabbi söylemektedir.

Allahın zatı ise; haşa hiçlik değil, her güzel şeyin, kavramın ve sıfatın Ondan zuhur ettiği; fakat bunlardan hiçbirisi ile kayıtlanamayandır. Çünkü herşey ona göre yetersizdir. Bu; hiçlik değildir. Hiç olan Abdin zatıdır Abdullahın ondan ayrı ve kendisine ait bir zatı yoktur. Aradaki farkı idrak edersek belki ona daha çok yaklaşır, hissederiz.

Semavat, uzayın (arşın) içindedir ve sonsuz değildir, dönüşlüdür. Herşeyi kuşatan Mutlak (Samed), Sonsuz (Ehad) Odur ve her noktaya O noktanın kendisinden daha yakındır.......... Herhalde yine İdrak gerekiyor.

Diğer bir şekilde ifade edersek, Semavat akıl almaz boyut ve büyüklükte olmasına rağmen sonsuz değildir bu büyüklük Allahtan zuhur etmiştir fakat ona nispet edilemez herşey onu anlatmakta yinede yetersiz kalmaya mahkumdur.

Mükevvenat, Allahın Kün emrinin fe ye Kün olmasıdır. Allah, kendi emri üzerinde galiptir. Bu durum; Allahın Zatının Mutlakiyetindendir (samedaniyet) ondan başka hiçbir şey, Ki; herşey onun Emrindendir. Mutlak olamaz zaten Mutlak, Tektir. O, Allahın Zatıdır.

Herşey ne kadar büyük olursa olsun ona göre yetersiz kalır, kıyaslanamaz ve dolayısıyla herhangibir kavram veya mana onu ifade etmekten acizdir. O tek ve yalnız, mutlak olarak ancak kendisidir.

Mutlak ne demektir; Herşeyden bağımsız, yalnız kendisi (som), ve hiçbir şeye muhtaç olmayan, fakat herşey ona bağlı ve ona ihtiyacı olan demektir. Kurandaki tam karşılığı SAMED tir. O, Mutlaktır. Zıttı veya dengi olmayan BİR dir. O, Mutlak Birdir. Samed kelimesi kuranda tek geçer. Sıfırdan (yokluktan) sonra meydana getirilen artı ve eksi birler; Asıl bir değil, İLKlerdir. Bu ilkler ve Herşey çift olarak yaratılmıştır.

Mutlak BİR, (EHAD) HAD’SİZ, HUDUD’SUZ (sınırsız,sonsuz) BİR demektir. O, Mutlak Sonsuzdur. Kainatı çepeçevre her yönden, içten ve dıştan kuşatan, Mutlak ve Sonsuz (samed ve ehad) “Var olmaktır” (zatının VÜCUD sıfatı).

Dilimizin dönüğü ve Rabbimizin kitabında öğrettiğinden anladığımız kadarıyla; Büyük kitabı okursak; evrenin her yönden en uzak noktalarına bakıldığında big bank aşamasını görüyoruz bu aşama son sidredir. (sidretül münteha) Yani evrende en uzağa gittiğimizde zamanda en başa gitmiş oluyoruz. Bu aşamayı ancak Allah ruhu (Allah aşkı, ondan gelen ve kendini bilen yaşayan ilmi) geçebiliyor. Bu aşamanın evvelinde ezele geçiliyor. Orada bu evren, geçmiş, gelecek bulunmuyor. Orada Arş, yani uzay su üzerindedir. (bak. ayet; gökler ve yer yaratılmadan önce Arş su üzerinde idi) Bu su, İLİMdir. Çünkü henüz madde olarak su bulunmuyor. Görüldüğü gibi buradaki zahiri mana, oraya geçildiğinde tamamen kayboluyor fakat buradaki enfüsi mana, orada asıl ve zahir oluyor.

Bu büyük kitap, kainattır yani levhi MAHFUZdur, Allahın hıfzındaki, himayesindeki, hükümranlığındaki ve indindeki ezeli ilmi ve kelamıdır. Kainat, Kün emrinden fe ye Kün olan mükevvenattır. Tekvin sıfatındandır. Bu kitap, onun Ezeldeki ilminde ne ise, ebeden öyledir.

(Allah var idi ve ondan başka bir şey yok idi. Hz. Muhammed s.a.v. ....El An öyledir. Hz. Ali)

Büyük Evrenin kitabının Buradaki (müteşabih olan bu boyuttaki) durumu; ondan ayrılık, yani zulümat halidir. Burada Yaratılan şeyler; aslında zulümattır, ondan uzaklık, ayrılıktır. Şekillendirilerek ve kayıtlandırılarak ondan ayrılan mahlukattır, kendisine ait varlığı olmayan gölgelerdir. Şer, bunlardan zuhur eder, bunları ve yaptıklarını yaratan yine Allahtır. Ondan ayrılma durumu; ayrılık derecesine göre zulmün, karanlığın aslıdır. Zulmün aslı ise yoktur, yokluktur, yokluktandır buda mahlukattır. Elhamdülillah. (bak. Enam 1 felak, nas ve ilgili ayetlerden anlaşıldığı gibi)

Bu zulümatın içine, güzele yönelenlere rahmet ve zulümattan kurtuluş olarak, Rabden gelen bir nur olan ilahi İPler gönderilmiştir. Kimki bu ipe sarılırsa onun geldiği ve kaynaklandığı gerçek nura doğru gider. Rasul ve onunla rahmet olarak gönderilen Nur olmasaydı bu zulümat elbette yaratılmazdı.

Allah kelimesi, kendi içinde kendisini ifade eder şöyleki; ALLAH, güzel isimleri ve yüce sıfatları ile herşeyi enfüsten ve afaktan kapsayandır. Kelimenin başındaki elif harfini çıkarırsak, LİLLAH kalır; herşey Onun İÇİN dir. Bir lam harfi çıkarırsak, LEHU Kalır; herşey ONUN dur. Bir lam daha çıkarırsak, sadece HU kalır; O, sadece kendisidir.

ALLAH, herşeyi kapsayan fakat kendisi kavranamayandır. LİLLAH, eşyanın ve insanın malzemesi melekuttur alemi melekut onun İÇİNdir. LEHU, melekutun aslı Esma boyutu olan alemi ceberuttur esma ül hüsna ONUNdur. HU, alemi lahut, Güzel Esmasının ve Yüce Sıfatlarının kendisinden zuhur ettiği zatıdır. O dur. O, yalnız kendisidir.

FELAK Suresi ile ilgili:

1- Ancak herşeyin Rabbine rücu ile şerlerden felah bulunabilir.

Şerrin kaynakları:

  1. Şer, yaratılanlardan zuhur eder. Her varlık, iyilik ve güzellik Allahtandır. Her kötülük ve şer, yaratılanların yokluk tarafındandır. Yaratılanları ve yaptıklarını yaratan yine Allahtır. Bu; yaratılanların yaptıklarını Allahın tasvip ettiği anlamına gelmez. Yeteri kadar zeki bir mahluk olan insan için bunu anlamamak hırs, husumetin ve düşmanlığın dışında nedir.
  2. Şer, karanlıklardan- zulümattan zuhur eder. Şerrin aslı ve kaynağı yok ve yokluktur. Bu yokluk maddi ve manevi yokluk veya eksikliktendir. Eksiklik kısmi yokluktur. Eksikliğin oranı kadar şer zuhur eder.
  3. Şer, ukdelerdedir. İhlas suresinde bildirilmiştirki tek ve bağımsız olan Allahtır. İnsanlar ise herşeye bağımlı haldedir bu bağımlılık bir kısmında artık çözülmesi zor düğümler haline gelmiştir. Bu düğümler üzerinde oynanan oyunlar, şerin kaynaklarındandır.
  4. Hasetlikte ise; ayrılık, ikilik ve sen-ben davaları bulunur. Şerrin kaynağı bu çokluk, ikilik ve ayrılık davalarındadır.

Önceki İHLAS suresi ile ilgili olarak, dinin tek ve yalnız olarak ancak Allaha tahsis edilmesi ile; dinlerdeki dayanaksız, dibi mahluka, karanlığa, ukdelere ve hasetliğe dayanan çok sesliliklerden doğan boş dava ve kavgalar biter. Din, yalnız Allaha teslim edilmiş tevhid ve fıtrat dini olan haniflik olursa sorular ve sorunlar biter.

NÂS Suresi ile ilgili:

Hannas, girdaptır. Önceki felak suresinde bahsedilen mahlukattan, karanlıklardan, kendisi bağımlı olanlara bağlılıktan oluşan düğümlerden, hasetlikten doğan; Allahtan başka edinilen Rabler, Melikler ve İlahlar, göğüslerdeki Hannasın kaynağıdır. Bunlar, yanlışa kapılan canlılar ve insanlardır.

Sure ve kur’an, “insanlar” kelimesi ile bitiyor ve başa dönüyor.

Kur'an, nokta ile başladı, insanlar kelimesi ile ve SİN harfi ile nihayet buluyor. Buradan kainat kitabının son meyvesi ve kapanışının insan ile olduğunu anlıyoruz.

Ayrıca; nokta, big bank ile başlayan başlangıç noktası; besmele ise, sidretül münteha aşaması olarak düşünülürse; evren içinde bulunduğumuz yer ve zaman, yer olarak nerede olursak olalım, başlangıca ve zamana göre en uzak yer ve zamanda olduğumuzu gösteriyor. Sona en yakın yer ve zamandayız.

İnsanlık sidretül müntehaya emin ilimle ulaşınca hem başa ve hemde bulunduğu yerde sona gelmiş oluyor.

Yanlışlar, hatalar, eksiklikler ve kusurlar bu kulun hiçliğindendir. Yanlışlıklarımız bizden olmakla birlikte bizi yaratan yine Allahtır. Doğrular, gerçekler ve güzellikler ise yalnız Rabbimizdendir.

Tüm kur’anın toplamından anladığımız durum şudur: tüm kötülüklerin kaynağı yokluktandır, aslı YOKtur. Tüm iyilik ve güzellikler VARlıktandır, aslı VÜCUDtur.

Sonuç: El HAMDü LİLLAHi Rabbil alemin.

Başa dönersek HAMD; kendi güzel, Sıfatları - Esmaları güzel, Herşey ONUN ve ona ait olan Fatırımız Allahındır. Fatiha; hem bir önsöz, hem Kur’anın bir sonuç bildirisi gibidir.

2-el-BAKARA Suresi

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Elif. Lâm. MÎm.

2. O kitapki; onda asla RAYB yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

3. Onlar GAYBa inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz RIZIKlardan Allah yolunda harcarlar.

4. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahirete YAKİNEN inanırlar.

5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

ONDA RAYB YOKTUR. Bu Ayet, Şifreleri çözen “ilk”lerden bir anahtardır. Anahtarı bir kaldıraca benzetirsek bu ve benzeri ayetler Kaldıracın İSTİNAT noktasıdır.

Rayb kelimesi İÇTE bulunan şüphedir. Dikkat edelim bu kitap; iç içe yedi kat makro ve mikro alemleri birbirine tam uyumla (Rahmana secde) halinde yaratan (Fatırı ssemavati vel ard) tarafından şekillendirilmiş ve indirilmiştir. O, buna kadirdir. Buna şüphesi olanın kalbinde hastalık vardır RAYB budur ve insanın kendi İÇİNDEdir.

Kendisinde Rayb olmayanlar, Rabbiyle ve onun indirdiğiyle tam tatmin olanlardır. İşte bunlar zaten Rabbiyle, kendisiyle ve kitabıyla doğru yolda bulunan ve Raybin bütün olumsuzluklarından FELAH bulanda bunlardır.

Bu büyük Kainat kitabı olan kur’an; içinde her gün muhteşem mucizelerin yaratıldığı, Allahın ayetleri ile dolu ve Allahın indinde, hıfzında, hafızasında, himayesinde ve Hay Kayyum Allaha dayanarak yaşayan bir kelamı kadim ve bir ilahi ilimdir. O kitapta ve içindeki mucizelerin Allahın ayetleri olduğuna, elbette şüphe (rayb) yoktur.

Kur’an, ana kainat kitabını, kitabın aslından alarak, onun tek sahibi ve yaratıcısı tarafından bizzat anlatan, ayetlerinin misli başkalarınca getirilemeyen, kendisinde Rayb olmayan, bizzat kainat hakikatlerinin kendisinin satırlanmış lisanıdır. Rayb kesinlikle, bu ana kitabı ve bu büyük ayeti göremeyen insandadır.

ONLAR GAYBEN İNANIRLAR. Bu ayet, gerçek takva ehlini tarif ediyor. Bunlar; Şeklen değil, gözle görünmeyen şekilde İÇTENlikle KALP VE AKIL ile, (kalple ve beyinle) samimi bağlılıkla İnananlardır.

Gıyaben inanmak; kafa gözü ile görmeden fakat kalp gözü olan basiret ile tam bir ilim ve BEYYİNE üzere inanmaktır bu asla kör bir kabul değildir. Rasuller hep bir beyyine ile gelir. İlimsiz, beyyinesiz, aydınlatıcı nursuz kör bir iman ve davet gerçek değildir. Bir iddianın doğru olup olmadığı, (varsa) getirilen beyyineler ile ölçülür.

Sure sonlarındaki bazı kelime ve ayetler, sure başındaki ayet ve kelimelerin açılımını tamamlayıcı ifadeler taşıyor. Örnek: sure başındaki gaybin göğüslerde gözle görünmeyenler olduğuna işaret eden sure sonlarındaki ayetler:

2:284. “Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da GİZLESENİZ de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.

2:285. Amenerrasulü......”

Ayrıca Burada GAYB, Kainatta olduğu gibi, (sadece gözle görülebilen değil) kur’an içinde de, okunurken gözle görünmeyen ve aslında zahirini kapsayan ve içine alan zahiriyle iç içe GAYBİ tarafının da bulunduğunu gösteriyor. Muttakiler için bu kitap içinde, ilim verilen elbabınca, akıl ve kalple algılanıp basiretle görülebilecek ve anlam olarak işitilebilecek muhteşem zahiri ve batıni gerçeklerin bulunduğunu da ifade ediyor. (Her ikisinide yamultmadan olduğu gibi, doğru olarak anlamak, işitmek, kabul etmek ve yaşamak gerekir.)

Salatı ikame etmek, salat üzere kaim olmak nedir?: Salat, Vuslattır. Birleştirmektir. Ayrılığı kaldırmaktır, önce kafalardaki kavramları birleştirmektir. Kainattaki kavramlar ile Dindeki kavramlar ayrı değildir. Din, Rahmanın sistemidir. Kainat, Görünen ve görünmeyen yönleriyle Rahmanın yarattığı büyük bir eserdir ve O yarattığı için onun kitabı olduğuna inanırız. Kuran, yine Onun indirdiği kitaptır. İkisi arasında ayrılık olmaz, ancak birbirini açıklar.

Var olmak kavramı, Allahın VÜCUD sıfatıdır. “Var olmak” onun “Vücud” sıfatından AYRI veya gayrı bir kavram değildir. Kainat, Varlık ve Hayat kitabıdır. Allahın Zati (vücud) ve Subuti (Hayat) Sıfatlarının ve diğer Esmasının, içinde bulunduğumuz boyutta (bu evrende) yansımasıdır.

Gerçek ve Hakk Ayrı manalar değildir. Gerçek, Cenabı Hakk’tır. Cenabı Hakk’tadır, Cenabı Hakk’tandır.

Ahiret ile dünya hayatı, büyük kitap ile kur’an bir birini açıklayan, birbirini tamamlayan ve açıklayan bir bütündür.

(Hac, insanın dünya hayatını hiç değilse sayılı günler adedince Din hayatına çevirmesidir. Hicret, bu yola gidiş için girişilen iç seferberliktir. Cihad, insanın içindeki düşmanı olan iblis ve şirki ile savaşıdır. İçteki mana ile bütünlüğü bulmadan yapılan hac, seferberlik ve cihad yetersizdir. Hatta fesada ve münafıklığa kadar gider.)

Allah ile Rasulü arasını ayırmamak ve Onunla kendimizi ayırmamak. Rasulullah Muhammed Aleyhissalatü vesselam, Mümin insan içindeki “Allah Ruhu”dur. “Allah aşkıdır” Ona tabi olmalıdır. O, yalnızca Allaha çağırır. kendisi en başta vahye-kur’ana tabi olandır. O, Allah sevgisidir. Mümin insanın hakikati ve aslımız O dur. Böylece O, bizden ayrı değildir, içimizdedir. Fakat bizim nefsimiz, O değildir. Allahı en çok seven onu en çok tanıyandır.

Cenabı Rabbil Alemin, insanda ve kur’anda yaratıp cem ettiği bütün değer ve vasıfları; yarattığı insanlarla temsil ve ifade etmiştir. Bu vasıfları varlık ve hayat kitabında seçtiği insanlarda toplayıp yine bu insanların isimleriyle kur’anda ifade etmiştir. İsimlerle vasıflar anlatılmaktadır.

Rasulullah Muhammed Mustafa A.S.V.S., İnanan insan içindeki Allah Aşkı, Ruhu ve Rasulüdür. “deki eğer ALLAHI SEVİYORSANIZ bana tabi olun....”

Allaha ve ahirete inanan bir insan, içindeki Allah sevgisine tabi olursa, farkında olmasa bile Muhammed aleyhisselama tabi olan bir insandır.

Kılınan Namazlar, Salatın görünen kısmıdır. Sadece bu şekilde kalırsa yetersizdir.

İnfak edilecek, Verilecek Rızık, Aslen Allahtan gelen, hem maddi yiyecek ve giyecekler ve hemde manevi Rızık olan İlim ve takvadır. “Su”dur. Suyun afaki manası, maddi rızıktır. Enfüsi manası, “İlim”dir. Böylece Su, Semadan inen ilahi Rahmettir. Onunla yeryüzü, evvelce ölmüş olsa bile yine Hayat bulur.

2:23. Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir RAYBE düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.

2:24. Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insanlar ve hicarat olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o kâfirler için hazırlanmıştır.

Ayet - Mucize nedir.

Allah’tan başkaları tarafından meydana getirilmesi mümkün olmayan, yaşayan, açık ve gerçek beyyineler, deliller, Ayetlerdir.

Bu bakımdan evrendeki her doğal mahluk bir mucizedir. Fıtrat, mucizedir. Futursuz ve temizdir. Malzemesi ve Programı halen mevcut, gerçek bir mucizeden aynen veya kısmen kopya, parça ve malzeme alınmadan onun bir benzeri başkaları tarafından yapılamaz.

Mucizeleri kabul etmemek veya mucizeleri Allaha isnad etmemek, onların batıl veya yaratılmamış olduğunu iddia etmek küfürdür. Gerçeği kabul etmemek ve İnkardır. Böyle bir iddianın sahibi, mucizenin bir benzerini getirmek veya inkarının karşılığına katlanmak durumundadır.

Yapılan yorumlar ne kadar isabetlide olsa, bir beşerin deniz altında müşahade ettiklerini resmedip bir sayfaya tasvir etmesi gibi, hali hazırda yaşayan manayı donduruyor. Bunun için tavsiyem; yazılı kitabı okurken konuları kelime ve kavram bazında inceleyip ondan doğrudan feyz almaktır.

Ayetleri okurken kelimeler aracılığı ile yani Musa ile Rabbi teala sizinle yakından konuşmaktadır kelime ve aynı anlamdaki kelimeler arasındaki irtibat gözlemlenerek okunur ve derin tefekkür edilirse Doğrudan yazılı olmayan bir mana akışı olan İsa aracıllığı ile Rabbimiz bizimle konuşmaktadır. Bütün rasuller kur’anda toplanmış hepsi peygamberimizde cem edilmiştir ona indirilen kur’an ile muhatap olarak onun şahsı manevisinde bütün rasuller aracılığı ile Rabbimiz bize konuşmaktadır. Yani dinini ve mezhebini yalnız Allaha tahsis ederek Kur’an talebesi olan, bizce Allah ve Rasulü ile sohbet halindedir ve bizce Rasullerin doğrudan Sahabesidir.

Yahut şöyle diyebiliriz: kur’anın lafzı; tavrı ve şeriati belirleyen tevrat dersek, doğrudan yazılı olmayan fakat ayetler arasındaki irtibattan çıkan hak sözler ise incildir ve hepsi kur’anda cem edilmiştir. Bir Örnek;

Sözün en güzeli:

Zümer:18. O kullarımı ki, onlar SÖZÜ dinlerler,sonra da EN GÜZELİNE TABİ OLURLAR. İşte onlar, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.

Zümer:23. Allah SÖZÜN EN GÜZELİNİ, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak İNDİRDİ. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.

(Yukarıdaki ayetlerde kelimelerle (Musa ile) Rabbimiz bize hitap ediyor. Benzer kelimeler arasındaki bağlantıdan çıkan hak söz şudur (İsa ile Rabbimiz diyorki): TABİ OLUNACAK SÖZÜN EN GÜZELİ KUR’ANDIR.)

(Rabbimiz, üzerine Hak indirilen Muhammed (A.s.v.s.) aracılığı ile bize buyuruyor)

17:53. Kullarıma söyle, SÖZÜN EN GÜZELİNİ söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.

(Evet ayete dayanmayan sözlere muhakkak şeytan pislik karıştırır bu bir kanundur. Sözler, muhakkak ayetlere dayanmalıdırve söze kesinlikle heva ve beşer etkisi karıştırılmamış olmalıdır. Kim olursa olsun söz ve hükümlerin kaynağı muhakkak ayetlerden araştırılmalıdır. Orada dayanağı bulunursa doğrudur. yoksa karışıktır)

22:24. Ve onlar, SÖZÜN EN GÜZELİNE yöneltilmişler, övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna iletilmişlerdir.

(işte gerçek mü’minler ancak Kur’an mü’minleridir.)

benzer kelimeler arasındaki irtibatlar (meryem) gözlemlenir ve uzun süre üzerinde düşünülürse (zekeriya) orada (rabıtalarda) hesapsız ilim bulunur.:

3:37. Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi.

Turisina
http://sufizmveinsan.com
13.06.2001

 


Üst Ana sayfa e-mail