Biliyoruzki, ZAT makamına Hiçlik diyen kardeşler,
bu hiçlikle “Kulun” Hiçliğini anlatmaya çalışmaktadır. Çünkü
HİÇlik dahi bir vasıftır ve Haşa Allah bu vasıflandırmadan
kesinlikle münezzehtir. Bu hiçlik, Kulun kendisine ait, Allahtan ayrı düşünülebilecek
“kul” zatın vasfı olabilir ki mutlak Yokluktur. Yani Kulun kendine
ait bir zatı yoktur. Bundan hiçbir güzellik veya güzel vasıf zuhur
etmez.
Kendisinden başka hiçbir varlık ve bilinç,
onun mutlak ve sonsuz varlığını kavrayamaz böylece şuurda ve gerçekte
O, hiçbir kavramla kayıt altına alınamaz çünkü herşey ona göre
yetersiz kalır. O, Muhalefetün lil havadistir. (ve lem yekün lehu küfüven
Ehad)
Onu tanımak için kendisinden zuhur eden
Zati ve Subuti sıfatları, güzel esmasını tanımak gerekir biz ancak böylece
onu tanıyabiliriz. Gerçek olan ve bizden istenende budur, Allahın zatını
düşünmek değildir. Çünkü O, kavranamaz ve kıyaslanamaz olan yüce
ve azimdir.
O Allah, evreni her taraftan, içten ve dıştan
çepeçevre (Muhit-ihata eden) kuşatan Tek ve Gerçek, Mutlak ve Sonsuzun
kendisi-Zatı olduğu için kavranamaz. Hiçlik ise kulun zatına aittir.
“Kabı kavseyn” iki yayın, bir ok atılabilecek
şekilde tutulması gibi bir benzetmedir. “Ev edna – veya daha yakın”
ifadesi ise; bundan daha da ileri olarak, “bir” haldeki durumdur.
Buradan anlaşılıyorki ABDULLAH,
kendisine ait hiç bir şeyi olmayan, herşeyini Allahtan alan ve onu yansıtan
bir özelliktir. Onun attığı oku, Allah atmaktadır. Onun söylediği sözü,
Rabbi söylemektedir.
Allahın zatı ise; haşa hiçlik değil,
her güzel şeyin, kavramın ve sıfatın Ondan zuhur ettiği; fakat
bunlardan hiçbirisi ile kayıtlanamayandır. Çünkü herşey ona göre
yetersizdir. Bu; hiçlik değildir. Hiç olan Abdin zatıdır Abdullahın
ondan ayrı ve kendisine ait bir zatı yoktur. Aradaki farkı idrak
edersek belki ona daha çok yaklaşır, hissederiz.
Semavat, uzayın (arşın) içindedir ve
sonsuz değildir, dönüşlüdür. Herşeyi kuşatan Mutlak (Samed),
Sonsuz (Ehad) Odur ve her noktaya O noktanın kendisinden daha yakındır..........
Herhalde yine İdrak gerekiyor.
Diğer bir şekilde ifade edersek, Semavat
akıl almaz boyut ve büyüklükte olmasına rağmen sonsuz değildir bu büyüklük
Allahtan zuhur etmiştir fakat ona nispet edilemez herşey onu anlatmakta
yinede yetersiz kalmaya mahkumdur.
Mükevvenat, Allahın Kün emrinin fe ye Kün
olmasıdır. Allah, kendi emri üzerinde galiptir. Bu durum; Allahın Zatının
Mutlakiyetindendir (samedaniyet) ondan başka hiçbir şey, Ki; herşey
onun Emrindendir. Mutlak olamaz zaten Mutlak, Tektir. O, Allahın Zatıdır.
Herşey ne kadar büyük olursa olsun ona göre
yetersiz kalır, kıyaslanamaz ve dolayısıyla herhangibir kavram veya
mana onu ifade etmekten acizdir. O tek ve yalnız, mutlak olarak ancak
kendisidir.
Mutlak ne demektir; Herşeyden bağımsız,
yalnız kendisi (som), ve hiçbir şeye muhtaç olmayan, fakat herşey ona
bağlı ve ona ihtiyacı olan demektir. Kurandaki tam karşılığı SAMED
tir. O, Mutlaktır. Zıttı veya dengi olmayan BİR dir. O, Mutlak Birdir.
Samed kelimesi kuranda tek geçer. Sıfırdan (yokluktan) sonra meydana
getirilen artı ve eksi birler; Asıl bir değil, İLKlerdir. Bu ilkler ve
Herşey çift olarak yaratılmıştır.
Mutlak BİR, (EHAD) HAD’SİZ, HUDUD’SUZ
(sınırsız,sonsuz) BİR demektir. O, Mutlak Sonsuzdur. Kainatı çepeçevre
her yönden, içten ve dıştan kuşatan, Mutlak ve Sonsuz (samed ve ehad)
“Var olmaktır” (zatının VÜCUD sıfatı).
Dilimizin dönüğü ve Rabbimizin kitabında
öğrettiğinden anladığımız kadarıyla; Büyük kitabı okursak;
evrenin her yönden en uzak noktalarına bakıldığında big bank aşamasını
görüyoruz bu aşama son sidredir. (sidretül münteha) Yani evrende en
uzağa gittiğimizde zamanda en başa gitmiş oluyoruz. Bu aşamayı ancak
Allah ruhu (Allah aşkı, ondan gelen ve kendini bilen yaşayan ilmi) geçebiliyor.
Bu aşamanın evvelinde ezele geçiliyor. Orada bu evren, geçmiş,
gelecek bulunmuyor. Orada Arş, yani uzay su üzerindedir. (bak. ayet; gökler
ve yer yaratılmadan önce Arş su üzerinde idi) Bu su, İLİMdir. Çünkü
henüz madde olarak su bulunmuyor. Görüldüğü gibi buradaki zahiri
mana, oraya geçildiğinde tamamen kayboluyor fakat buradaki enfüsi mana,
orada asıl ve zahir oluyor.
Bu büyük kitap, kainattır yani levhi
MAHFUZdur, Allahın hıfzındaki, himayesindeki, hükümranlığındaki ve
indindeki ezeli ilmi ve kelamıdır. Kainat, Kün emrinden fe ye Kün olan
mükevvenattır. Tekvin sıfatındandır. Bu kitap, onun Ezeldeki
ilminde ne ise, ebeden öyledir.
(Allah var idi ve ondan başka bir şey yok
idi. Hz. Muhammed s.a.v. ....El An öyledir. Hz. Ali)
Büyük Evrenin kitabının Buradaki (müteşabih
olan bu boyuttaki) durumu; ondan ayrılık, yani zulümat halidir. Burada
Yaratılan şeyler; aslında zulümattır, ondan uzaklık, ayrılıktır.
Şekillendirilerek ve kayıtlandırılarak ondan ayrılan mahlukattır,
kendisine ait varlığı olmayan gölgelerdir. Şer, bunlardan zuhur eder,
bunları ve yaptıklarını yaratan yine Allahtır. Ondan ayrılma durumu;
ayrılık derecesine göre zulmün, karanlığın aslıdır. Zulmün aslı
ise yoktur, yokluktur, yokluktandır buda mahlukattır. Elhamdülillah.
(bak. Enam 1 felak, nas ve ilgili ayetlerden anlaşıldığı gibi)
Bu zulümatın içine, güzele yönelenlere
rahmet ve zulümattan kurtuluş olarak, Rabden gelen bir nur olan ilahi İPler
gönderilmiştir. Kimki bu ipe sarılırsa onun geldiği ve kaynaklandığı
gerçek nura doğru gider. Rasul ve onunla rahmet olarak gönderilen Nur
olmasaydı bu zulümat elbette yaratılmazdı.
Allah kelimesi, kendi içinde kendisini
ifade eder şöyleki; ALLAH, güzel isimleri ve yüce sıfatları ile herşeyi
enfüsten ve afaktan kapsayandır. Kelimenin başındaki elif harfini çıkarırsak,
LİLLAH kalır; herşey Onun İÇİN dir. Bir lam harfi çıkarırsak,
LEHU Kalır; herşey ONUN dur. Bir lam daha çıkarırsak, sadece HU kalır;
O, sadece kendisidir.
ALLAH, herşeyi kapsayan fakat kendisi
kavranamayandır. LİLLAH, eşyanın ve insanın malzemesi melekuttur
alemi melekut onun İÇİNdir. LEHU, melekutun aslı Esma boyutu olan
alemi ceberuttur esma ül hüsna ONUNdur. HU, alemi lahut, Güzel Esmasının
ve Yüce Sıfatlarının kendisinden zuhur ettiği zatıdır. O dur. O,
yalnız kendisidir.
FELAK Suresi ile ilgili:
1- Ancak herşeyin Rabbine rücu ile şerlerden
felah bulunabilir.
Şerrin kaynakları:
- Şer, yaratılanlardan zuhur eder. Her
varlık, iyilik ve güzellik Allahtandır. Her kötülük ve şer,
yaratılanların yokluk tarafındandır. Yaratılanları ve yaptıklarını
yaratan yine Allahtır. Bu; yaratılanların yaptıklarını Allahın
tasvip ettiği anlamına gelmez. Yeteri kadar zeki bir mahluk olan
insan için bunu anlamamak hırs, husumetin ve düşmanlığın dışında
nedir.
- Şer, karanlıklardan- zulümattan zuhur
eder. Şerrin aslı ve kaynağı yok ve yokluktur. Bu yokluk maddi ve
manevi yokluk veya eksikliktendir. Eksiklik kısmi yokluktur. Eksikliğin
oranı kadar şer zuhur eder.
- Şer, ukdelerdedir. İhlas suresinde
bildirilmiştirki tek ve bağımsız olan Allahtır. İnsanlar ise herşeye
bağımlı haldedir bu bağımlılık bir kısmında artık çözülmesi
zor düğümler haline gelmiştir. Bu düğümler üzerinde oynanan
oyunlar, şerin kaynaklarındandır.
- Hasetlikte ise; ayrılık, ikilik ve
sen-ben davaları bulunur. Şerrin kaynağı bu çokluk, ikilik ve ayrılık
davalarındadır.
Önceki İHLAS suresi ile ilgili olarak,
dinin tek ve yalnız olarak ancak Allaha tahsis edilmesi ile; dinlerdeki
dayanaksız, dibi mahluka, karanlığa, ukdelere ve hasetliğe dayanan çok
sesliliklerden doğan boş dava ve kavgalar biter. Din, yalnız Allaha
teslim edilmiş tevhid ve fıtrat dini olan haniflik olursa sorular ve
sorunlar biter.
NÂS Suresi ile ilgili:
Hannas, girdaptır. Önceki felak suresinde
bahsedilen mahlukattan, karanlıklardan, kendisi bağımlı olanlara bağlılıktan
oluşan düğümlerden, hasetlikten doğan; Allahtan başka edinilen
Rabler, Melikler ve İlahlar, göğüslerdeki Hannasın kaynağıdır.
Bunlar, yanlışa kapılan canlılar ve insanlardır.
Sure ve kur’an, “insanlar” kelimesi
ile bitiyor ve başa dönüyor.
Kur'an, nokta ile başladı, insanlar
kelimesi ile ve SİN harfi ile nihayet buluyor. Buradan kainat kitabının
son meyvesi ve kapanışının insan ile olduğunu anlıyoruz.
Ayrıca; nokta, big bank ile başlayan başlangıç
noktası; besmele ise, sidretül münteha aşaması olarak düşünülürse;
evren içinde bulunduğumuz yer ve zaman, yer olarak nerede olursak olalım,
başlangıca ve zamana göre en uzak yer ve zamanda olduğumuzu gösteriyor.
Sona en yakın yer ve zamandayız.
İnsanlık sidretül müntehaya emin ilimle
ulaşınca hem başa ve hemde bulunduğu yerde sona gelmiş oluyor.
Yanlışlar, hatalar, eksiklikler ve
kusurlar bu kulun hiçliğindendir. Yanlışlıklarımız bizden olmakla
birlikte bizi yaratan yine Allahtır. Doğrular, gerçekler ve güzellikler
ise yalnız Rabbimizdendir.
Tüm kur’anın toplamından anladığımız
durum şudur: tüm kötülüklerin kaynağı yokluktandır, aslı YOKtur.
Tüm iyilik ve güzellikler VARlıktandır, aslı VÜCUDtur.
Sonuç: El HAMDü LİLLAHi Rabbil alemin.
Başa dönersek HAMD; kendi güzel, Sıfatları
- Esmaları güzel, Herşey ONUN ve ona ait olan Fatırımız Allahındır.
Fatiha; hem bir önsöz, hem Kur’anın bir sonuç bildirisi gibidir.
2-el-BAKARA Suresi
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Elif. Lâm. MÎm.
2. O kitapki; onda asla RAYB yoktur. O, müttakîler
(sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
3. Onlar GAYBa inanırlar, namaz kılarlar,
kendilerine verdiğimiz RIZIKlardan Allah yolunda harcarlar.
4. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce
indirilene iman ederler; ahirete YAKİNEN inanırlar.
5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir
hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.
ONDA RAYB YOKTUR. Bu Ayet, Şifreleri çözen
“ilk”lerden bir anahtardır. Anahtarı bir kaldıraca benzetirsek bu
ve benzeri ayetler Kaldıracın İSTİNAT noktasıdır.
Rayb kelimesi İÇTE bulunan şüphedir.
Dikkat edelim bu kitap; iç içe yedi kat makro ve mikro alemleri
birbirine tam uyumla (Rahmana secde) halinde yaratan (Fatırı ssemavati
vel ard) tarafından şekillendirilmiş ve indirilmiştir. O, buna
kadirdir. Buna şüphesi olanın kalbinde hastalık vardır RAYB budur ve
insanın kendi İÇİNDEdir.
Kendisinde Rayb olmayanlar, Rabbiyle ve
onun indirdiğiyle tam tatmin olanlardır. İşte bunlar zaten Rabbiyle,
kendisiyle ve kitabıyla doğru yolda bulunan ve Raybin bütün
olumsuzluklarından FELAH bulanda bunlardır.
Bu büyük Kainat kitabı olan kur’an; içinde
her gün muhteşem mucizelerin yaratıldığı, Allahın ayetleri ile dolu
ve Allahın indinde, hıfzında, hafızasında, himayesinde ve Hay Kayyum
Allaha dayanarak yaşayan bir kelamı kadim ve bir ilahi ilimdir. O
kitapta ve içindeki mucizelerin Allahın ayetleri olduğuna, elbette şüphe
(rayb) yoktur.
Kur’an, ana kainat kitabını, kitabın
aslından alarak, onun tek sahibi ve yaratıcısı tarafından bizzat
anlatan, ayetlerinin misli başkalarınca getirilemeyen, kendisinde Rayb
olmayan, bizzat kainat hakikatlerinin kendisinin satırlanmış lisanıdır.
Rayb kesinlikle, bu ana kitabı ve bu büyük ayeti göremeyen insandadır.
ONLAR GAYBEN İNANIRLAR. Bu ayet, gerçek
takva ehlini tarif ediyor. Bunlar; Şeklen değil, gözle görünmeyen şekilde
İÇTENlikle KALP VE AKIL ile, (kalple ve beyinle) samimi bağlılıkla İnananlardır.
Gıyaben inanmak; kafa gözü ile görmeden
fakat kalp gözü olan basiret ile tam bir ilim ve BEYYİNE üzere
inanmaktır bu asla kör bir kabul değildir. Rasuller hep bir beyyine ile
gelir. İlimsiz, beyyinesiz, aydınlatıcı nursuz kör bir iman ve davet
gerçek değildir. Bir iddianın doğru olup olmadığı, (varsa)
getirilen beyyineler ile ölçülür.
Sure sonlarındaki bazı kelime ve ayetler,
sure başındaki ayet ve kelimelerin açılımını tamamlayıcı ifadeler
taşıyor. Örnek: sure başındaki gaybin göğüslerde gözle görünmeyenler
olduğuna işaret eden sure sonlarındaki ayetler:
2:284. “Göklerde ve yerdekilerin hepsi
Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da GİZLESENİZ de
Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder,
dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.
2:285. Amenerrasulü......”
Ayrıca Burada GAYB, Kainatta olduğu gibi,
(sadece gözle görülebilen değil) kur’an içinde de, okunurken gözle
görünmeyen ve aslında zahirini kapsayan ve içine alan zahiriyle iç içe
GAYBİ tarafının da bulunduğunu gösteriyor. Muttakiler için bu kitap
içinde, ilim verilen elbabınca, akıl ve kalple algılanıp basiretle görülebilecek
ve anlam olarak işitilebilecek muhteşem zahiri ve batıni gerçeklerin
bulunduğunu da ifade ediyor. (Her ikisinide yamultmadan olduğu gibi, doğru
olarak anlamak, işitmek, kabul etmek ve yaşamak gerekir.)
Salatı ikame etmek, salat üzere kaim
olmak nedir?: Salat, Vuslattır. Birleştirmektir. Ayrılığı kaldırmaktır,
önce kafalardaki kavramları birleştirmektir. Kainattaki kavramlar ile
Dindeki kavramlar ayrı değildir. Din, Rahmanın sistemidir. Kainat, Görünen
ve görünmeyen yönleriyle Rahmanın yarattığı büyük bir eserdir ve
O yarattığı için onun kitabı olduğuna inanırız. Kuran, yine Onun
indirdiği kitaptır. İkisi arasında ayrılık olmaz, ancak birbirini açıklar.
Var olmak kavramı, Allahın VÜCUD sıfatıdır.
“Var olmak” onun “Vücud” sıfatından AYRI veya gayrı bir kavram
değildir. Kainat, Varlık ve Hayat kitabıdır. Allahın Zati (vücud) ve
Subuti (Hayat) Sıfatlarının ve diğer Esmasının, içinde bulunduğumuz
boyutta (bu evrende) yansımasıdır.
Gerçek ve Hakk Ayrı manalar değildir.
Gerçek, Cenabı Hakk’tır. Cenabı Hakk’tadır, Cenabı Hakk’tandır.
Ahiret ile dünya hayatı, büyük kitap
ile kur’an bir birini açıklayan, birbirini tamamlayan ve açıklayan
bir bütündür.
(Hac, insanın dünya hayatını hiç değilse
sayılı günler adedince Din hayatına çevirmesidir. Hicret, bu yola
gidiş için girişilen iç seferberliktir. Cihad, insanın içindeki düşmanı
olan iblis ve şirki ile savaşıdır. İçteki mana ile bütünlüğü
bulmadan yapılan hac, seferberlik ve cihad yetersizdir. Hatta fesada ve münafıklığa
kadar gider.)
Allah ile Rasulü arasını ayırmamak ve
Onunla kendimizi ayırmamak. Rasulullah Muhammed Aleyhissalatü vesselam,
Mümin insan içindeki “Allah Ruhu”dur. “Allah aşkıdır” Ona
tabi olmalıdır. O, yalnızca Allaha çağırır. kendisi en başta
vahye-kur’ana tabi olandır. O, Allah sevgisidir. Mümin insanın
hakikati ve aslımız O dur. Böylece O, bizden ayrı değildir, içimizdedir.
Fakat bizim nefsimiz, O değildir. Allahı en çok seven onu en çok tanıyandır.
Cenabı Rabbil Alemin, insanda ve
kur’anda yaratıp cem ettiği bütün değer ve vasıfları; yarattığı
insanlarla temsil ve ifade etmiştir. Bu vasıfları varlık ve hayat
kitabında seçtiği insanlarda toplayıp yine bu insanların isimleriyle
kur’anda ifade etmiştir. İsimlerle vasıflar anlatılmaktadır.
Rasulullah Muhammed Mustafa A.S.V.S., İnanan
insan içindeki Allah Aşkı, Ruhu ve Rasulüdür. “deki eğer ALLAHI
SEVİYORSANIZ bana tabi olun....”
Allaha ve ahirete inanan bir insan, içindeki
Allah sevgisine tabi olursa, farkında olmasa bile Muhammed aleyhisselama
tabi olan bir insandır.
Kılınan Namazlar, Salatın görünen kısmıdır.
Sadece bu şekilde kalırsa yetersizdir.
İnfak edilecek, Verilecek Rızık, Aslen
Allahtan gelen, hem maddi yiyecek ve giyecekler ve hemde manevi Rızık
olan İlim ve takvadır. “Su”dur. Suyun afaki manası, maddi rızıktır.
Enfüsi manası, “İlim”dir. Böylece Su, Semadan inen ilahi
Rahmettir. Onunla yeryüzü, evvelce ölmüş olsa bile yine Hayat bulur.
2:23. Eğer kulumuza indirdiklerimizden
herhangi bir RAYBE düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin,
eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı)
da çağırın.
2:24. Bunu yapamazsanız -ki elbette
yapamayacaksınız- yakıtı, insanlar ve hicarat olan cehennem ateşinden
sakının. Çünkü o kâfirler için hazırlanmıştır.
Ayet - Mucize nedir.
Allah’tan başkaları tarafından meydana
getirilmesi mümkün olmayan, yaşayan, açık ve gerçek beyyineler,
deliller, Ayetlerdir.
Bu bakımdan evrendeki her doğal mahluk
bir mucizedir. Fıtrat, mucizedir. Futursuz ve temizdir. Malzemesi ve
Programı halen mevcut, gerçek bir mucizeden aynen veya kısmen kopya,
parça ve malzeme alınmadan onun bir benzeri başkaları tarafından yapılamaz.
Mucizeleri kabul etmemek veya mucizeleri
Allaha isnad etmemek, onların batıl veya yaratılmamış olduğunu iddia
etmek küfürdür. Gerçeği kabul etmemek ve İnkardır. Böyle bir
iddianın sahibi, mucizenin bir benzerini getirmek veya inkarının karşılığına
katlanmak durumundadır.
Yapılan yorumlar ne kadar isabetlide olsa,
bir beşerin deniz altında müşahade ettiklerini resmedip bir sayfaya
tasvir etmesi gibi, hali hazırda yaşayan manayı donduruyor. Bunun için
tavsiyem; yazılı kitabı okurken konuları kelime ve kavram bazında
inceleyip ondan doğrudan feyz almaktır.
Ayetleri okurken kelimeler aracılığı
ile yani Musa ile Rabbi teala sizinle yakından konuşmaktadır kelime ve
aynı anlamdaki kelimeler arasındaki irtibat gözlemlenerek okunur ve
derin tefekkür edilirse Doğrudan yazılı olmayan bir mana akışı olan
İsa aracıllığı ile Rabbimiz bizimle konuşmaktadır. Bütün rasuller
kur’anda toplanmış hepsi peygamberimizde cem edilmiştir ona indirilen
kur’an ile muhatap olarak onun şahsı manevisinde bütün rasuller aracılığı
ile Rabbimiz bize konuşmaktadır. Yani dinini ve mezhebini yalnız Allaha
tahsis ederek Kur’an talebesi olan, bizce Allah ve Rasulü ile sohbet
halindedir ve bizce Rasullerin doğrudan Sahabesidir.
Yahut şöyle diyebiliriz: kur’anın lafzı;
tavrı ve şeriati belirleyen tevrat dersek, doğrudan yazılı olmayan
fakat ayetler arasındaki irtibattan çıkan hak sözler ise incildir ve
hepsi kur’anda cem edilmiştir. Bir Örnek;
Sözün en güzeli:
Zümer:18. O kullarımı ki, onlar SÖZÜ
dinlerler,sonra da EN GÜZELİNE TABİ OLURLAR. İşte onlar,
Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de
onlardır.
Zümer:23. Allah SÖZÜN EN GÜZELİNİ,
birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak İNDİRDİ.
Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir,
derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp
yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola
ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren
olmaz.
(Yukarıdaki ayetlerde kelimelerle (Musa
ile) Rabbimiz bize hitap ediyor. Benzer kelimeler arasındaki bağlantıdan
çıkan hak söz şudur (İsa ile Rabbimiz diyorki): TABİ OLUNACAK SÖZÜN
EN GÜZELİ KUR’ANDIR.)
(Rabbimiz, üzerine Hak indirilen Muhammed
(A.s.v.s.) aracılığı ile bize buyuruyor)
17:53. Kullarıma söyle, SÖZÜN EN GÜZELİNİ
söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın
apaçık düşmanıdır.
(Evet ayete dayanmayan sözlere muhakkak şeytan
pislik karıştırır bu bir kanundur. Sözler, muhakkak ayetlere dayanmalıdırve
söze kesinlikle heva ve beşer etkisi karıştırılmamış olmalıdır.
Kim olursa olsun söz ve hükümlerin kaynağı muhakkak ayetlerden araştırılmalıdır.
Orada dayanağı bulunursa doğrudur. yoksa karışıktır)
22:24. Ve onlar, SÖZÜN EN GÜZELİNE yöneltilmişler,
övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna iletilmişlerdir.
(işte gerçek mü’minler ancak Kur’an
mü’minleridir.)
benzer kelimeler arasındaki irtibatlar
(meryem) gözlemlenir ve uzun süre üzerinde düşünülürse (zekeriya)
orada (rabıtalarda) hesapsız ilim bulunur.:
3:37. Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi;
onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya yı da onun bakımı ile
görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir
rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der; o
da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir,
derdi.