Kayıt için burayı tıklayın

Yabancı bir dili öğrenmeye başlayan insanların başlarda takıldığı noktadır; yabancı ifadeleri anadilinin yapısına göre anlamaya çalışmak.
Uğranılması kaçınılmaz olan bu durakta, haddinden fazla zaman ve emek harcamak işten bile değildir.
Bir dilin, o dili kullanan insanlar arasında benimsenmiş ifade şekilleri vardır.
Duygular ve düşünceler beyinler arasında yol alırken bu ifade gemilerine binerler.
Yeni - eski kalıplar üzerinden anlaşılmaya çalışılırken, amaç sapabilir, bazen öğrenme süresi uzar, bazen de yeni, yeni olmaktan çıkıp eski oluverir...
Bu yüzden bana hızlı ve kolay gelen, bu ifadeleri ıcığını cıcığını çıkarırcasına formülize etmek ve kendi anlayışlarımıza uydurmak yerine, sık sık tekrar ile beyinde meleke kazanmasını temin etmektir.

Bir gün bir Zen ustası, Zen konusunda bilgi edinmek isteyen bir üniversite profesörünü konuk olarak kabul etmiş.
Usta, daha konuşmasının başında, profesörün Zen hakkında bir şey öğrenmekle ilgilenmediğini, yalnızca bu konudaki bilgisi ve düşünceleriyle kendisini etkilemeye çalıştığını anlamış. Ancak buna karşın konuğunu sabırla sonuna kadar dinleyip, onu çay içmeye davet etmiş. Önce konuğunun fincanına çay doldurmaya başlamış. Ancak konuğunun fincanı dolmasına karşın, usta halen çay dökmeye devam ediyormuş. Çayın fincandan taşacağını gören profesör, dayanamayıp ‘fincan doldu, daha fazla almayacak’, demiş.
‘Bu fincan gibi senin de zihnin, yılların yargıları ve bilgileriyle dolu’, demiş usta.
‘Zihnini boşaltmadıkça, sana Zen’in ne olduğunu nasıl gösterebilirim?’.

İnsan beyni bir buz dağına benziyor ve esas gücünü henüz keşfedilmemiş derinliklerinde saklıyor. Buna rağmen insan, Tanrı’dan aldığı gücüne güvenen, miskin bir kral gibi davranıyor ve kafasını işletmekten kaçınıyor. Ve asıl amacı olan kendi nöron tarlasını ekme işleminde oldukça başarısız. Çünkü tarladaki zararlı otlar, yani yerleşik yargı ve bilgiler onu verimsiz bir hale getirmiş.
Ve evreni düzenleyen Tanrısal güce sahip olmasına rağmen, kendi derinliklerine inemeyen insan, bir çocuk halinde kalmış.

Düşünce tarlamızın, her etkiye geçmişten gelen cevaplarla karşılık vermede üstüne yok. Bu yüzden bellek, şimdiki zamana ait öğelerle durmadan yenilenen bir geçmiş.

Düşünce, zamanın hep gerisindedir, bu nedenle yeni olamaz. Beşeri düşünce, oluşları anılara, izlere ve eskinin şartlanmalarına uygunluğu ile anlamaya çalışır, fiziki ve düşünsel formun geçmişten gelen etkilerle birleşen bu tepkisi, şeyleri olduğu gibi görmeyi engeller.
Düşünce yalnızca deneyimlemiş olduğu bir şeyi tanıyabilir. Oysa anılarıyla bildiğimiz bu benlik, deneyimlediği sürece yeniyi keşfedemez.
Yeninin keşfi, saflık ve netliğin yakalanması, evrensel değerlerin ırksal, toplumsal ve tikel değerlerden ayrılması ile mümkün olabilir.

Mutlak Benlik tüm bunlardan sıyrılmıştır. O hiçbir zaman deneyimlenemez. Çünkü O, bilinmeyendir; imgelenemez ve örneklendirilemez. O’nun etiketi ya da sözcüğü yoktur.
O’na işaret için kullanılan kelimeler sadece işarettir, kendisi değildir.

Yabancı bir dili öğrenmeye başlamak ya da kendi derinliklerine yönelip büyük bir gücü keşfetmeye çalışmak, olaylar değişse de bu değişen olaylarda insanın verdiği tepki aynı... 
Tepki aynı, ama kayıplar farklı. 
Bazen biraz emek, para ve zaman...
Bazen bir ömür.

İstanbul - 23.10.2001
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail