Bazen hep gözümüzün önünde olan, fakat verdiği mesajların bir türlü aklımıza, beynimize ulaşmadığı şeyler vardır.
Bir gün sanki sadece o an içinmişçesine fışkırtır o mesajı bizlere hiç beklemediğimiz bir şekilde, aniden...

Örneğin, ateşli bir anınızda gelir aklınıza; sanırsınız ki ateşin etkisi ile beynimizin bize oynadığı küçük bir oyun; daha sonraları bu tür oyunların başkalarına da sanatsal bir üslup içinde oynandığını fark edersiniz, kafiyeli mısralar üzerinde veya nesrin nasırlaştırdığı bir elden çıktığında.

Benim de geçen iki gün enfeksiyona uğrayan vücudumun normal görevi olan bedenime giren mikroplara karşı verdiği mücadele sırasında ateşim kırk dereceleri zorlamıştı ki, dağlar ve tarih üzerine geldi mesajlar, umulmadık bir havale ile.

Dağlar üzerine birçok yazı, birçok şarkı sözü yazılmıştı.
Dağlar, iradenin teyakkuza geçirildiği sahalar olmuştu.
Dağlar, Bolu Beylerinden kaçan Köroğlu’lar için sığınak olmuştu.
Dağlar, inada mezar olmuştu.
“Dağlar, yarışılacak, rakip görülecek yerler değildir, dağ ile dost olmanız lazım tırmanırken” der, Nasuh Mahruki.
Dağlar, zirveye çıkanlar için bazen tuzak, bazen de kolay haberleşme unsurunu sağlayan radar-antenlerin yerleştirildiği, insanlığın işini kolaylaştıran mekânlar olmuştu.

Oksijen azalır dağların tepelerine çıkıldıkça, hemoglobin artar vücutta, hücrelere gitmekte olan oksijenin azalmasını hissettiği için.
Kucak açar dağlar yırtıcı, öldürücü veya insanlara türlü faydalar sağlayan tüm mahlukata; tefrik yoktur onda, “bu kaka, bu cici!..”diye.
İşte imrendirir bu tutumu ile insanı, emaneti üstüne alamadığından devretmiş olduğu...
“Biz emaneti dağlara yükledik ama onlar kaldıramadılar, insan ise bu yükü üzerine aldı” der ayet.
“Dağ gibi adam!” deriz, “yıkılmaz zarar görmez” deriz.
İnsanda acaba hangi özellikler açığa çıkmakta, dağlarda olduğu kadar.
Dağlar güveni de temsil eder. Güvensizlik söz konusu olduğunda “güvendiğim dağlara kar yağdı” denilir.

Dağlarla ilgili hadisler de pek boldur, “Uhud Dağı cennetten bir dağdır” gibi...
Nur Dağı vardır, halk arasında ilk vahyin geldiği bilinen...
Ayetlerde de geçer dağlar.

Dünyanın oluşumu sırasında dağlarda denge konumunu sağlamışlardır üzerinde yaşayanlar için.
Depremde güvenli alanlardır dağlar, yükseklerde kurulan evler daha az zarar görürler genelde, düz yerleşim alanlarındakilere göre.
Geceleri kara yolculuğunda veya bir deniz yolculuğunda iken uzaklardan bir başına kalmış, yalnızlık kaderi olan o koca koca dev siyah siluetleri çarpar gözünüze ve bakarsınız ki, ne büyük ve ulaşılması zordur, yanında ufacık kalan bedeninizin ve benliğinizin hiçliğini hissettirir size.

Bir dağın halka dönük yüzündeki eteklerine vardığınızda, varlığınızın mukayese edilmeyecek kadar yok olduğunu anlarsınız.
Evet tam o sırada dağ paramparça olur sizin bu mütevazı ve yokluk öykünümüzden dolayı, ne zaman halk arasına döner ve sen ile benin su tabancası oyununa katılırsanız , dağ yine dimdik yerinde ayakta duruyor olacaktır.

Dağların yer değiştirmesi insanın huy değiştirmesinden daha da kolaydır.
Kızar bazen dağlar, püskürtür lavlarını etrafına, yüzlerce binlerce yıl büyük bir sabırla içinde biriktirdiğini boşaltıyordur etrafa, insancıklar rahatsız olurlar lav tüküren dağlardan, oysa kendi günlük yaşamında, işinde, aşında, trafikte her an patlamaktadır ve tükürükleri ile yakmakta, yaralamaktadır etrafını.
Öykünür dağın tükürmesine, kendini görmeden elbette.

Dağların düşündükçe bulunur bizlere olan benzerliği, onlar yaşamımıza girmişlerdir hissettirmeden, bize acı vermeden.
İşte, kara bulutumsu, koca cüsseli bu varlıklar sürükler insanı hiçliğine, batan güneşin arkasında bıraktığı karanlık iz düşümlü bir günde.

“Tekerrürden ibarettir” derler onu yazanlar, oysa Hz. İsa da der ki;
“Bir suda iki defa yıkanamazsınız.”
Görmeyenedir tekerrür, tarihte; oysa dinamiktir tarih, atiye kök salıp maziye dallarını uzattıkça bunu görebilen için.
Kozmosun karakteri değişimdir, değişimin durup dinlenmesi mümkün değildir, ışınların hafif meşrep titreşimler içinde oynaştığı evrende.
İki günü bir olup da bizden olmayanların lisan-ı halidir tarihin tekerrür etmesi.

Tarih nasihâttir insana kıssalar içinde saklı bir biçimde, kendisinden önce sayılara dökülmesi mümkün olmayan nicelikte insanlar gelmiştir ve gitmiştir her günü bir sayfa olan ve soluk mavi kaplı bu kitaptan.

Tarih kitaplarında birçok kralın, prensin, padişahın, sanatçının, bilim adamının, din adamının, politikacı ve devlet adamının adı geçmektedir, yaptığı işler ve savaşlar anlatılmaktadır, bazı günlerde anılmaktadır bu kişiler, sadece isimleri vardır oysa.
Çoğunun resmi bile yoktur, geriye kalan sade ve soğuk harflerden oluşmuş isimleridir.

Zaten evrende var olan sadece isimdir, halk edilmişlik isim iledir, koca tarih kitapları ve ansiklopedileri, ısrarla insanın varlığının ismi ile var kabul edildiğini anlatır basiretle okuyanlara.
Bugün var kabul edilen bizler, sadece isimlerle anılan, aslında hiç var olmayan bireyleriz.
Çok güzel bir dekordur tarih ve malzemesi... Bu dekorda yer alan, insanlardır.

Yoğun bir iş gününün ardından, sizden vazgeçemeyeceğinizi sandığınız dünyadan, bir an sıyrılmak ve kendinizi arz küre üzerinde bir an olsun silikleşmiş olarak hissetmek ve etrafın siz olmasınız da varlığını sürdüregideceğini görmek istediğiniz an, ciltler arasına sıkışmış hamur yaprakların kokusunun buram buram içinize işleyeceği kütüphanenize dalıp yeni aldığınız berjerin içine gömülmüş bir halde tarihe dalın.
Hiç bırakıp gitmeyeceğinizi sandığınız şeylerin sizden öncekileri nasıl acımasızca terk edip gittiğini fark edin.
Ve her gidenin- memnun ki yerinden- geri dönmediğini idrak edin, memnun olmasalar da dönemeyeceklerini bildiğinizi gözlerinizle belli etmeden.
Ve yarın endişesini, arabanızın camına düşen yağmur tanelerini sileceklerinizi kısa ve aralıklı devire alıp da silermişçesine silin şuurunuzdan ve bir kez daha Ruhullah olana kulak verin O’nun söylediklerinin aklınıza doğru serpilip yeşermesi için:
“Bugünün tasası size yeter, yarın için tasalanmayın” derken....

Tarihi sevin, aslında geçmişin gelecek zamanla izdivaç edip geniş zaman aksanı ile konuştuğunu göreceksiniz sizinle.
Kur’an da görmüyor musunuz gelecek içinde olacağı söz konusu olan şeylerin “di” veya “dı” ekiyle geçmişte olmuş gibi anlatılmasını veya geçmişte kalan şeylerin her zaman vuku bulurmuşçasına geniş zaman ile dile gelmesini, bu ne ifade eder sizin için ve tarihi okuyabilen için.

Kıssadan hisse çıkaranlardan olur insan okudukça tarihi.
Ama çıkacak en büyük hisse, Babası Heredot olduğu sanılan tarihten, HİÇ olduğunu hissedebilmektir bunca gelip geçenler insan yığınları arasında.
Tarih ise HEPtir, anlayan idrak edenin şuurunda...

İstanbul - 01.08.2001
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail