Lisedeyken benim için en korkunç ders şüphesiz edebiyattı.Aslında, edebiyatın kendisini çok severdim.Ama bu dersi sevmememin sebebi farklıydı.Edebiyat hocamız haftanın bir gününü kompozisyon yazdırmaya ayırmıştı.”Şimdi bunun neresi korkunç’’ demeyin. ’’Madem yazı yazmayı sevmezdin, niye şimdi çıkmış yazı yazmaya çalışıyorsun!’’ da demeyin.Çünkü o dersleri sevmememin yazı yazmayı sevmememle de bir alakası yok.

Benim sorunumun sebebi fikirlerimdi.Benim için standart kalıplar dahilinde yazı yazmak,verilen belli bir konu üzerinde kafa yormak oldukça zordur.Bu yüzden hiçbir zaman verilen konular üzerinde vakit harcamazdım;onun yerine kendi iç dünyamı yansıtan yazılar yazmayı tercih ederdim.Olayların sonuçlarını değil de o olayları meydana getiren sebepleri kurcalamak daha bir keyif verirdi.Kendime has soğuk espiri anlayışımla bazı ufak taşlamalarda bulunmak da en büyük zevkimdi yazı yazarken.

Fakat benim bu ufak eğlencem, maalesef hoca beni tahtaya kaldırıp da yazımı okumamı isteyinceye kadar sürerdi.Kendisi prensiplerine oldukça bağlı bir kişiydi.Yaratmaya çalıştığı öğrenci kimliği de kesinlikle kendi gibi olmalıydı.Çizgi içi.Onun için diğer insanların düşünceleri ve kendilerine has yönleri pek önem taşımıyordu.Tabi ki böyle bir karakterle benim konu dışı yazılarım çarpışınca ortaya benim açımdan hiç hoş olmayan sonuçlar çıkıyordu.Yazıma karşı yaptığı düzeysiz bir eleştiri karşısında sinirlerime hakim olamamam dolayısıyla, sınavlarda yeterli notları almış olmama rağmen sınıfta kalma tehlikesiyle karşı karşıya bile kalmıştım.O zamanlar ona çok kızardım.Hatta işi şiddete dönüştürmeyi bile düşündüğüm anlar olmuştu.Tabii, sadece hayaldi hepsi.

Aradan geçen yıllar,insanı çok değiştiriyor.Yaşanan uykusuz geceler insana kendi hayatını,anılarını irdeleme fırsatı veriyor.O zaman bana kötüymüş gibi gelen olayların aslında benim yararıma işlediği gerçeğini anlamamı da zamana ve uykusuz gecelere borçluyum.

Kişinin karakter gelişiminde sanırım bazı ufak ayrıntıların rolü çok büyük.Bir söz vardır eminim hepiniz duymuşsunuzdur: ’Seni öldürmeyen şey, daha güçlü kılar’’diye.Yaşadığım süreci bu açıdan düşününce, öğretmenime hiç kızmamış olmam gerektiğini anlıyorum.Çünkü kişinin yapısına uygun durumlar, hiçbir zorlanma gerektirmeyeceği için herhangi bir gelişmeye de imkân tanımayacaktır.Oysa ki bunun tersi durumlarda,yani kişinin yapısına ve doğasına ters gelen hallerde bireyde bir sıkıntı ve bunun bir sonucu olarak da bir üretim gerçekleşeceği için bazı getirileri olacaktır.(Tabi onu öldürmediği sürece.)

Bu yüzden başımıza gelen bazı tatsız hadiseler karşısında feveran edip yakınmaktan ve basiretsiz bir şekilde tepki göstermekten kaçınmalıyız.Bunun yerine,işleri oluruna bırakıp hoşgörü içinde olayların nereye varacağını beklemek daha akılcı olacaktır gibi geliyor bana.

İbrahim Hakkı Erzurumi Hazretleri’nin bu konuda çok güzel dizeleri var:

“Deme niçin o şöyle,
Yerincedir o öyle,
Bak sonunu sabreyle,
Görelim Mevlam ne eyler,
Neylerse güzel eyler…”

Bu düşünce çerçevesinde davranmak şüphesiz en iyi çözüm.

Ersin Mercan
http://sufizmveinsan.com

04
.09.2001

 


Üst Ana sayfa e-mail