Enfüsi manalar (yahya) ile ayet ve kelimeler arasındaki irtibatlardan doğan manalar (İsa); Resmen ve açıkça (diyanet, din adamları ve müslümanlar tarafından) kabul edilip hakikati teslim edilmedikçe, Kur’an denizinin hakikati gereğince anlaşılmaz.

Denizin derinlikleri ve içinde yaşayan manalar kabul edilip, resmen hakkı teslim edilmelidir.

Yoksa Kur’anın hakkı verilmiş olmaz ve gereğince değerlendirilemez. kesinlikle yüzeysel bilgide kalınır.

Esasen Hayat ve Kur’anın HAY sırrı, kur’an denizinin görünen yüzeyinin (zahiri manasının) altındadır. Orada “bugün” yaşayan muhteşem gerçekler bulunuyor. Hayat ve Hakikat, görünen denizin İÇİNDEdir. Görünen yüzeyden çok daha önemlidir.

Kur’andan anladığım bazı Enfusi manaları da paylaşmak isterim:

1- Tuva vadisi ve Tur dağı:

Kur’an, okunmak üzere açıldığında görüntüsü; iki tarafı dağ olan bir VADİ gibidir. Bu vadi, mukaddes TUVA vadisidir.

Tur dağı, açık haldeki kitabın iki tarafıdır. Rab teala bu mukaddes dağ ve vadide kelimeleriyle (musa) insana çok yakından konuşmakta, hitap etmektedir.

2-Dağların ve Kuşların Davud ile birlikte zikretmesi:

kitap okunmak üzere açıldığında, ardarda dizilmiş, saf saf düzenli bir şekilde uçan kuşlara benzer.

Kur’an sahifelerinin, onun dilinden anlayan insanın zikriyle birlikte manalarının açılması, hakikatin konuşmasıdır.

3- Kuş dili (mantık et tayr) bilmek:

Kur’andaki harfler, diziliş ve anlatımındaki şifrelerinin mantığı ve ifade ettiği gerçeklerin hakikatine erişerek onu işitmek, anlamak ve bilmektir.

Süleyman, Kur’an şifrelerinin ve mantığının çözüldüğü, yaradılış gereğini yerine getirecek (şükür), kendisine bütün imkan ve bilimlerin verildiği, hakim, son nesil ahir zaman insanına işarettir. Onun zamanında Kur’an daki Harfler (neml) bile konuşacaktır.

(havarilerin bilmedikleri dilleri konuşması, vahyin çeşitli dillere tercüme edilmesidir.)

NakatAllah;

91:13. “Allah'ın Resûlü onlara: "Allah'ın devesini ve onun su hakkını koruyun" dedi.”

Allahın ayetlerini; İLİM ile değerlendirip hakkını vermeyenler ve onu etkisiz hale getirenler, yakında helak olmaya mahkumdur.

Taamin Vahid.

2:61. "Hani siz; Ey Musa! (Allahın indirdiği) Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: İndi ve O daha hayırlı, (olanı) değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde mısıra inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (böylece) üzerlerine zillet ve miskinlik damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar.

Bu musibetler, Allah'ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir"

Bu Ayet, Bir ilahi kanunu bildirmiyormu?:

Allahın indirdiği Rızkı vahid ile hoşnut olmayan ve yetinmeyenlere, onun yerine yerden bitme şeylere RUCU edip başka şeyler talep edenlere; zillet ve miskinlik damgası vurulur, ilahi gazaba ve sıkıntılara uğrarlar. Bunun sebebi Allahın ayetlerinin kadrini bilmemeleri, onları olduğu gibi kabul etmemeleri, buna şükretmeyip başka şeylere rağbet etmeleri, nankörlük etmeleri ve böylece Rasullerin gerçek tebliğini etkisiz hale getirmeleridir. İşte nimete karşı isyan ve taşkınlık budur.

Kalp gözü ile görmek:

Perdeler arkasını kalp gözüyle görmek, gerçeği basiretle görmektir. Bu görüntü, sinema görüntüsü gibi bir görüntü değildir. Hakikati, İlmin ışığı ile (basiretle) görmektir. Bulutlar arkasındaki güneşi bilerek, görmek gibidir.

“Perdeler kaldırılsa, yakinim ziyadeleşmez.” (Hz. Ali)

“Görmediğim Allaha ibadet etmem.”, “Rabbimin nuruyla Rabbimi gördüm” (Hz. Ömer)

Gerçek görüş, şuurlu bir “İlimle” görmektir. Bu görüş, kafa gözüyle görmekten daha gerçektir. Çünkü göz, işin içini ve hakikatini tam görmez fakat ilim görür. göz yanıltabilir, Ayete (gerçeğe-gerçek hükme) dayanan gerçek, yaşayan, emin İlim yanıltmaz. (Yaşayan ilim; Ruhtur, bilinçtir. Cibrili Emin’in Hakikati olarak düşünüyorum.)

Ahir zamanda çıkarılacak yer altı Hazineleri; Kur’anın enfüsi manalarıdır. Ahir zamandaki İmam zenginliği, İlim ve Hikmetteki zenginliktir.

ARINANLAR KURTULDU hükmünü nasıl düşünüyoruz..?

İnsanların çoğunluğu Allahın değil; çevrenin, geçmişlerinin, okullarda, çeşitli mekan ve zamanlarda kendisine öğretilenlerin etkisi, TERBİYESİ altında yetişir bu arada birçok yanlışlar yani kirler alır bünyesine girer. Bunlara dini konular ve şeriat dahildir. İnsan Ancak Fatırına tam yönelip kendisini onun terbiyesine verirse temizlenebilir. Ve (bu pisliklerden ve neticelerinden) kurtulanlarda ancak onlardır. (bakınız: hicr suresi 58-61 anladığım enfüsi mana şudur: ancak temizlenenler kurtulur. Lut a.s. ismi ile işaret edilen hakikat, temizliktir. Ki bizler asırlarca Kur’an dışı kirlerle ve Kur’an dan (Mescid Haram’a Girmekten) uzak tutularak tecavüz etmiş ve edilmişiz. Bizler bu yönden Lut ehliyiz. (Temizlenmeyenler bunların yakını dahi olsa kurtulamaz. Temizler ve temizlenenler, en yakınlarına dahi bir şey yapamaz)

Dikkat edilirse dinini Allaha tahsis eden (ibrahim gibi) kişiler, muhakkak baba dini ile çelişir ve sorun yaşar.

Sadece dış etki ve bağımlılıklardan ARINMAK; asıl konu olan din ve dini hükümler, özellikle RAB edinme konusu hariç tutulursa arınmak değil baştan aldanmak ve kendini aldatmak olur. Hint fakirleride bunu böyle yapıyor.

Belki çektiği zahmet yanında ve boşa gidiyor. (uleike habitat a’malühüm)

Yani diyelimki bir insan dünyanın bütün bağlarından kurtulsa, fakat Allahın helal veya haram dediğinin tersine bu konuda başkalarına tabi olarak bu EN ÖNEMLİ BAĞINDAN (başka rablerinden) kurtulamasa, bundan ARINAMAZ ise (ki; böylece Allahtan başkasını açıkça Rab edimiş olur) bu kişi hakikatte kurtulmuşmudur?

Kendimizi Allahın hükmünden ve dininden hariç tutamayız, dışardan bakarak yakınlığı bulamayız. Denizin “içine” girmeden O hali yaşayamayız. Sadece konuşuruz fakat hakikatte ondan mahrum oluruz.

Bilincin üzerine meleklerin (iblis dahil) etkili olması; kesinlikle insanın bunlara yönelip bunlardan birini veya bir kısmını kendi hayatı üzerinde kendi iradesi ile hakim kılması ve buna izin vermesi ile olur. Bütün rasullerle işaret edilen özellikler dahi birer melektir. İnsan dahi bir cami melektir. Meleklerin cümlesini bünyesinde toplayan ahseni takvim olan bir cemaattir bu cemaat içinde hangi melek, yine bir melek topluluğu olan bu toplum–insan tarafından seçilir, bu toplumun önüne geçirilirse, bu cemaatin İMAMI ve yöneticisi, seçilen bu melek olur.

Kişinin imamı bunlardan hangisi olursa; kıyamet günü onunla haşredilir ve bu seçtiği eğer doğru melek ise, insan cennete böyle bir melek hükmünde girer. Meleki boyut deyince sadece şekil itibarı ile melekleri düşünmemek gerekir. Meleklerin Kanatlarından kasıt, bunlara verilen çeşitli özelliklerdir. Mesela; cebrailin altıyüz kanadı ile, onun altıyüz emin ilme haiz olduğu anlaşılır.

Şeytanın müslüman edilmesi, onun tamamen etkisiz hale getirilip teslim alınması demektir.

Hiçbir meleğin insan üzerinde kendi iradesi ve seçimi dışında bir saltanatı, iradesi dışında zorla hakimiyeti yoktur. Ancak insan bunlara uyarsa peşinden gider ona isteğiyle tabi olur, sarılırsa insan üzerinde O melek hakimiyet kurar.

Konu Meleki boyutla iletişim haline geçmek değil, zaten iç içe yaşıyoruz belki buna farkına varmak demelidir.

Saf bilince ulaşmak için önce Saf denize girmek gerekir biz ise acaba üşürmüyüz diye soyunup denize dışardan bakıp önceden titreyenlere benziyoruz. Halbuki denize girse, belki ne korku, ne üşüme kalmayacak. Haydi gir, denizin içi muhteşem.

RAB.

İşte burada kilit mevzuya gelmiş bulunuyoruz.

İnsanın yalnız Allahı RAB edinmesi için ondan başka bütün bilgi kayıtlarından beyninde ve kalbinde, temizlenmesi ve kurtulması gerekir. Yoksa her insan, hangi din ve mezhepten olursa olsun fıtrata - kur’ana dönmedikçe ana-baba ve çevresinden (kur’an dışı) öğrendikleri ile muhakkak şirke bulaşmıştır. İnsanların şu haktır şu değildir demesi kendi yorumudur kendisini bağlar hiçbir insanın diğerine uyması mecburiyeti yoktur. fakat Allahın Kitabına uyması mecburiyeti vardır çünkü HAK, yalnızca Tek ve hakiki Rab olan Allahtandır. Bunda tereddüt yoktur. (el hakku min Rabbike ve la tekün minel mümterin)

Bu esası yakaladıktan sonra birbirimizle sohbetler ederek kaçırdığımız konularda Allahın izni ile birbirimize vesile olabiliriz ki buna zaten ehliyet veriliyor. Her kişi kendi gibisini bulup ehline kavuşur değilse zaten ayrılık olur.

İnsan beyni, ilahi kitaba ulaşıncaya kadar, kitab dışı olarak birçok yanlış bilgilerle kirleniyor. Bunlardan temizlenmesi için ve yalnız Allah’ı Rab edinmek için onun terbiyesine ve hidayet yolu olan kelamına ve ilmine, yani Kur’an a YÖNELim, DÖNÜŞ (RUCU), ve TABİ olmak Şarttır. Ona uymayan her türlü bilgiyi TERK etmek şarttır. işte dini yalnız ALLAHA tahsis etmek ve TEMİZLEMEKte budur. (Yoksa Yogi olmak değildir.)

Beynini Kur’an dışı kayıt, kavram ve bilgilerden temizlemek işin (amelin) aslıdır. Allaha abid olmak; onun indirdiği kitabına, oradaki verdiği ilme tabi olmaktan geçer başka merciler kirlidir.

RAB, Terbiye eden, herşeyi halk edip sonra onu nihayi kemaline erdiren ve yaradılış gayesine VUSLAT (salat) ettiren demektir. Rabbil alemin ve rabbil arş ifadeleri için dahi böyledir.

İnsanda önemli bir fark görünüyor. İnsana kendi istikameti hakkında özgür mahluk irade verilerek bütün yaratılmışların fevkinde bir mana, yönelim ve seçim serbestiyeti verilmiştir.

Bu açıdan cehenneme giden insana dahi serbest mahluk iradesini bu yönde kullandığı için saygı duyulur çünkü verilen hakkını bu yönde kendisi için kendisi kullanmıştır. Denecek bir şey yok. Cennete giden içinde aynı.

Yalnız burada irade konusunda yanlış anlamaya mahal vermemek gerekiyor. İnsana verilen irade, mahluk bir irade olup yaratıcı veya hüküm koyucu, hüküm verici bir irade değildir. Sadece yönelmeye ve seçmeye yetecek ve kendisini bu yönlerden biriyle bağlamaya yetecek, TABİ olan, VERİLEN; Halık değil, MAHLUK bir iradedir. KUL bir iradedir. ABİD irade.

Yönelimine göre takvasını da, fücuratını da (iyiliğide kötülüğüde) kişiye İLHAM eden ve yaptıran, mahlukun yaptıklarını da halk eden yine Rabtır. Mahlukun yönelimine göre yaptırdıklarının neticesini mahluka iade edip verende yine odur. Yaptıklarımız da bu mahiyette ondandır. öne çıkan en önemli husus, kişinin güzele yönelmesi ve kendini ona vermesi veya tersine, çirkine yönelmesi ve kendini buna vermesidir. (bakınız: Leyl suresi) Yani Fatırına sadakati veya fatırına yüz çevirmesi.

Elhemeha fucurahe ve takvahe.. (ona fucurunu ve takvasını ilham eder)

İnnel fuccare le fi cahim ve innel ebrare le fi naim... (fuccar cehennemde, ebrar-temizler cennettedir)

Halaka küm vema ya’melun.. (Sizi ve yaptıklarınızı Halk eder)

Melekutu hem içinde hem dışında bulup beyinde birleştirmek gerekir. Cebraildeki ilme ulaşmak; kitabı OKUmak, emin olmak, şüphenin her mertebesinden arınmış, mutmain olmak, bilginin üzerinde çalışmak, derin düşünmek, değerlendirmek ve bilgileri zihinde bütünlemeye uğraşmak gibi çalışmalara bağlıdır. Görüldüğü gibi çalışmak dahi insan için akıl ve kalple bilinçle, bilgiyle, basiretle BİLİNÇTE oluyor.

İnsanın içinde Rayb, şüphe, tereddüt ve insanı bunlara yönlendiren etkiler aktif, teslim alınmamış-pasifize edilmemiş, Rabbi hakkında yanlış bilgiler hakim haldeyken ve buları terk edememiş iken temizlenecek başka pisliklerin lafımı olur. Lafı olursa hedef tam şaşmış halde, gaflet ve hatta dalalet değilmidir.

SEBE konusunda anladıklarımı paylaşmak isterim (sebe: sin, ba, elif)

“SEBE halkı” kelimesinin enfüsünde Kur’an muhataplarını buluyorum. Sağlı sollu cennet bahçeleri, okunmak üzere açılmış kitabın sağında ve solundaki sayfalar ve surelerdir. Aralarındaki kasabalar, yine aralardaki sure ve sayfalardır. Aralardaki “yakınlaştırıcı yollar”, Kur’andaki “hidayet yolları”dır. Temiz belde, yine içinde rayb olmayan kur’andır.

“Aramızı uzaklaştır” diyen halk, kur’an tefekkürü ve hidayetinden uzaklaşıp hidayeti ve yakınlığı rivayetlerde arayan halktır. Sebe bahçeleri, böylece “bunlar için” cennet bahçeleri olmaktan çıkıp, faydasız hale çevrilmiştir.

Nebe, büyük haberdir kur’andaki HaK vaadtir (Kaf). Buna göre Nebi, büyük haberi getirendir. Nebilerin Hepsi Kur’anda toplanmış, hepsinin bir olan büyük haberi, peygamberimize (son nebiye) indirilmiştir. Kur’an ile muhatap olanlar, peygamberimizin şahsında bütün nebilerle muhtap ve sahabesi olmaktadır.

Sonra Sebe halkı, kurandan hadislere-rivayetlere çevrilmiştir.

Konuyu ŞURA suresiyle alakalı buluyorum. Amelde ayrılıkların, fırkaların yanlış olduğunu, müslümanların bunlar yerine aralarında “Şura” kurup fırkalara değil, şura emirlerine uymaları gerektiğini anlıyorum. Şura suresinde böyle yapmayanlara önemli bir belirleyici ayet var “benim AMELim bana, sizinkiler size” mealinde. Rabbin tebliğ edip emrettiği sistem nerde, insanların yaptığı nerde......

En son Rabbe RUCU olacaktır (Ahir zamanda ise Kur’ana Rucu olacaktır. Kur’anda Bazı Rical ile söylediği sözlerden biri olan bu rucu ruhunu buluyorum) bazılarınca ölmeden evvel veya çoğunlukca maalesef ölümden sonra......

Ahirete kesin olarak inanan bir insan; Kur’an içindeki ayetleri, hikmetli ikramlar olarak sunulan meyveler gibi yer, içer, sindirir, onunla Onun sürekli, yaşayan Aydınlığı altında yaşar. Gerisi tereddüt içinde oyalanır, olduğu yerde çakılır, durur. Ara sıra çakan şimşekler altında ve tarihin karanlıklarında bocalama içinde sendelemekteler.

Ayetler içinde geçen kelimeler arasındaki bağlantılar, Meryem ismi ile işaret edilen yollardır. Ondan doğan manalar, Hak söz olan Meryem oğlu İsadır. Onun Beşiği, döşeği, Kur’andır. (vel ardu ve ma Ta ha ha- yere ve onu döşeyene) Rical, evlerinde kuran okunmaya izin verilmiş olan, İsanın Sözcüleridir.

(Her iki manada Köyüme Fındık toplamaya gidiyorum.)

Turisina
http://afyuksel.com

17
.07.2001

 


Üst Ana sayfa e-mail