ynılık sınırlı, değişim ise kaçınılmazdır. Sınırlı bir kavramla en büyük gelişmeyi gösteren insanoğlu bunun farkındadır. Ve yaşamın anlamını sorgulayan, benliğini keşfe çıkan, sahip olduğu yaratıcılık özelliklerinin var olduğunu kabul eden her insanın; geçen süre içinde, kendindeki değişiklikleri ortaya koyması gerekmektedir.

Baksanıza, mevsimler bile değişim hazırlığında. Yaz, kaybolmaya yüz tuttu. Yerini güze bırakmaya hazırlanıyor. Kuşlar gökyüzünde gidecekleri yerleri birbirleriyle fısıldaşarak kararlaştırıyor. Havalar serinliyor. Deniz yavaş yavaş homurdanmaya, dalgalanmaya başlıyor.
Hiçbir şey aynı değil, sürekli değişiyor.

Ahmet Muhip Dıranas ise bu duruma farklı bir yaklaşım getirmiş; konunun başka bir yanını anlatmak istiyor. Gözlemlerini yansıttığı dizelerinde değişimin aksine, her şey için

“Aynı, aynı, aynı...” diyor.
Aynı çıkmazda kalan duygulardan bahsettiği besbelli...

Onu haklı kılan şu ki; hayatımız da eski tas eski hamam sürüp gidiyor. Bu da bize bir renk vermiyor. Bir insan “aynı değilim, değiştim” deyince değişmiş mi oluyor? Sanmıyorum. “Kişi yedisinde neyse, yetmiş yedisinde de odur. İstediği kadar başka görünmek istesin” derler. Bunlar boşuna söylenmemiş. Şeklen değişmek mümkün, ama içerik olarak değişmek bir hayli zor. Bu hali Ziya Paşa ne kadar güzel vurgulamış “ Zerduz palan vursan eşek yine eşektir”. Yani altın işlemeli, sırmalı palan, eşeğin şeklini değiştirebilir, ama iç dünyasını değiştirmeye gücü yetmez.

Ziya Paşa’nın, bu mecazi sözle kastettiği herhalde insan olmalı!

Değişmezlik batağına saplanmış bireyin bu şartlardan kurtulabilmesinin yolu; ancak aklı ve bilimsel bilgi ortamında oluşturulacak bir yoğunlaşma ve dün, bugün, yarın arasında kurulabilecek bir diyalogla mümkün görülebiliyor.

Kemalettin Kamu, dizelerinde bu hali yakalayabilmenin zevkini yaşıyor!..

“Odamda iki kardeş,
Bir dün, bir yarın,
Ve ben aralarında
Bir köprüyüm onların.”

Necip Fazıl ise, değişimin tadını almış olanlardan biri. O da olayların insan yaşamında bıraktığı izleri şöyle dile getirmiş:

“Bu yağmur bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.”

Anlaşılan, hiçbir özen yaratmayan üstten baştan, git gide seyrelen ve taranamaz hale gelen saçlardan, yorgun düşen ayaklardan, kısacası sakil görüntü arz eden bir portreden dem vurmakta.

Aslında, aynalar mı bizi tanıyamaz oldu, yoksa bu perişanlık labirentini görmemek için aynayla biz mi küs olduk?

Nedenlerini tartışma yönüne gitmiyoruz.

Sadece aynalarda değil; eski, kenarı kıvrık, sararmış resimlerde de, kendimizi dahi fark etmekte adeta zorluk çekiyoruz.

Yanlış anlaşılmasın, amacım "aynı" lık halini yokuşa sürmek değil.

Ama, yine de ben bu konumu gerçek bir değişim olarak kabul edemiyorum.

 İstanbul - 04.09.2001
http://sufizmveinsan.com

Yedi İklim Dergisi
Kasım 2002


Üst Ana sayfa e-mail