Kayıt için burayı tıklayın

ireyi hayvanda olduğu gibi ruhsuz, düşüncesiz bir yaşam içinde ve kendini sadece aynada gördüğü suret olarak kabul etmede, kısacası bir et-kemik yığını olarak görmede zorlanmazsınız.

Hz. Resûlullah bu noktayı dikkatlice vurgulayarak “Bedenleriniz sizin bineklerinizdir” derken,
Mevlâna da beden için, aynı anlama işaret eden “at” tabirini kullanmakta ve ilaveten Mesnevi’de şunları söylemektedir:
“Ey birader, sen ancak bir düşünceden ve fikirden ibaretsin. Üst tarafın kemik a’sab, adalet ve elyâftan” ibarettir.

İnsanların kendini bir beden olarak kabul etme sanısını pekiştiren birçok olay ve kavram vardır yaşam içinde:
“Evlenme, aile, bayram, ibadet, mabet” gibi değerler bu müştereklerden bazılarıdır.
Bunlara birde genetik mirasın kalıntılarını da eklemek lazım.
İşte bu ortak değerler ve bahsi geçen miras, beyin datasına işlendiğinde, bireyin kendini bir beden dışında görüp kabul edebilmesi adeta imkânsızlaşır.
Neyi niye yaptığını bilmeyen bir potansiyel ve yeteneği taşıyan “al gülüm, ver gülüm” anlayışı içersindeki bireysel davranışlar, esasen pek de şaşırtıcı değildir.
Burada amaç, “günah çıkartmak”, “pişmanlık ifade etmek” veya “zayıf ve günahkar” olduğunu kabul edip bir ilahtan “özür dilemek” ve bu üstün gücün karşısında kendini küçük düşürmek ya da “Ruhunu huzura kavuşturmak” olmamalıdır.
Gaye, insanın kendi aslına, irfan sahibi olabilmesi ve hakikâtini tanıyabilmesidir.

Kişi, beden kabulüyle, bir geçit olarak tanımlanan ve iki şeyi birleştiren, iki şey arasında yer alan ortam mânâsına gelen Berzah yaşantısına, sonrasında ise Cennet veya Cehennem boyutlarına adımını atar.

Beden kaydında iken, ister Cennete, isterse Cehenneme yani ikiden birine ulaşacak olan insan, kendi hakikâtini tanımaktan mahrum kalacak şekilde girecektir o ortama...
Berzah yaşamında bir an veya belirli bir süre için yakalayabileceği kendini bulma fırsatını da dünya yaşamında farklı frekanslara girmediği,
bir anlamda beşeri değer yargılarını
iyi tahlil edemediği için tepmiş olacaktır.

Orada sanal biçimde yakaladığı tek vücut anlayışı, yerini belirli bir müddet, dünya yaşamında sahip olduğu değerlere bırakınca kendini tamamen boşluk içinde bulacak ve bireyselliğin acısını fazlasıyla yaşayacaktır.
Sözü geçen boşluğu doldurabilmek Sufism sayesinde ve Vahdet anlayışı ile olmaktadır.
(Vahdet-i Vücud deyimi ile anılan bu anlayışın tasavvuf tarihindeki babası İbn’i Arabi, temel kaynak kitabı ise Fütuhat’tır.)

Vahdetten bahsederken değinmek istediğim önemli bir ayrıntı var:
Bireyin sıkıntı ve ihtiyaç içinde olduğu günlerde kendini bir beden, mutlu günlerinde ise mutlak şuur gibi hissetmesi, kendine yakışmayan son derece çirkin bir davranışıdır. Bu gibi kişilerde karakter yapısının güçsüz ve zayıf olduğu, cesaret ve kararlılıktan eser görülmediği izlenimi ortaya çıkmaktadır.

İmparatorluklarını bedensellik üzerine inşa etmiş bulunan bireylerin Vahdet yaşamından bahsetmeleri, bu kavramın onlarda hobi olduğuna işaret sayılır.

“Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve insan hatırından geçmeyecek” şeyler olarak tarif edilen zamansızlık ve mekânsızlık boyutu ile bir tekâmül, terbiye ve rahmet boyutu olarak kabul edilen Cennet yaşantısına kendini bir beden kabul ederek girmek, bir anlamda orada uykulu bir halde bulunmak demektir.
Dünyada uykulu olanın, berzah boyutunda; berzah boyutunda uykulu olanın Cennet ve Cehennem boyutunda uykulu olmasından tabii bir şey yoktur.

Bu haldeyken yaşanılan her şey, tek nedene –yani bedenselliğe- bağlanarak açıklanmaya çalışılıyor. Olayları analiz ederken çok yönlü düşünme, araştırma, sorgulama, gözlemleme ve mistik verilere dayanma söz konusu olamadığı için de birey yaşamın akışı  içerisinde  beden/uyku haline itilmeye devam ediyor.

Görüşlerimizi destekleyen Hadisi Şeriflerde  Hz. Resulûllah şöyle buyurmaktadır.
"Hikmet mü’minin yitiğidir. Onu nerede bulursa değerlendirme yoluna gider".
“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar”.

Bugün kendinizi bir beden olarak buluyor ve yaşıyorsanız, hiç şüpheniz olmasın, gideceğiniz boyut ne olursa olsun uykunuz devam edegelecektir.

Bilmiş olun!..

İstanbul - 03.8.2000
http://afyuksel.com

Not: Bu yazı Akşam Gazetesi'nin
06.12.2000 tarihli sayısında yayınlanmıştır.


Üst Ana sayfa e-mail