ütünü tanımadan önce, bireyi var eden yapıtaşlarına bir nebze olsun eğilmek gerekiyor.
Bu bakımdan insanı iki ayrı boyutta düşünmek yerinde olur.

Biyolojik  yapı ve düşünsel boyut.

Yani insan denilen canlıyı, belirli nitelikleri ile anlatmak gerekirse; et, kemik karışımı olan anatomik yapısı, ruhu, aklı, fikri, düşünen, yürüyen, koşan, ekseni etrafında dönen, seks yapabilen, belirli skalalarda görebilen, kulağının sahip olduğu frekansları değerlendirebilen, heyecanlı, heyecansız, dengeli veya dengesiz, zaman zaman aklını duygularının üstünde tutmasını becerebilen bir varlık olarak düşünmek lazım..  Ancak bununla yetinmeyen daha ileri gidip biraz derine dalmak isteyen ise, aklını kullanarak daha değişik, farklı boyutlara varabilecektir..

Bu aşamada bireyin önündeki engelleri çok iyi seçmesi, özgün ve evrensel çözüm yollarına ulaşabilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla değer yargılarından, şartlanmalardan, değer yargılarının getirdiği yorumlardan, doğumla birlikte sahip olduğu kalıtsal duygulardan süratle kurtulması gerekir.
Bu oldukça zor,  ama mutlaka üzerine gidilmesi ve yapılması elzem olan zaruri bir durumdur.
Şayet bu katmanlar aşılmaz ise bireyin kendini tanıması sadece yukarıda bahsettiğimiz çerçevede kalır. Nihayi noktaya yani Nirvanaya  varamaz.

Varlığın hakikatini yani bütünü tanımayı bir kenara bırakın, cennete girebilmenin asgari şartları dahi tanımlanan  bu olumsuz koşulların ortadan kalkmasını gerektirmektedir. Bugün için bu değer yargılarından sıyrılmayı istemeyenler veya düşünme zahmetine katlanmayanlar, berzah boyutunda malum arınmalara tabi tutulacaklardır!..: ( Bkz. Bakara/214 )  Tümelliğe, bütüne varabilmek   kafalardaki tanrı anlayışından sıyrılmak ve sistemi okumakla mümkün olacaktır. Ancak bazı kimselerin  öngörülen  hususları bilmeden ulema rolüne soyunup garip bir şekilde sadece ibadetleri ön plâna sürerek işte DİN budur demeleri bir hayli eksik bir durum yaratmaktadır. Kaldı ki, Tanrı/İnsan,  veya  Allah/İnsan kavramları yanyana  yürümez. Bu çok açık bir şirk halidir. Bundan daha büyük bir günah yoktur. Vebalini de Kur’ana göre değil, kendine göre program yapanlar üstlenecektir.. Bana kalırsa insanlara patinaj yaptırmamak ve gayesiz amaçsız hareketlerden uzak durmak lazımdır. Şurası unutulmamalı, Allah’ın senin yaptığın ibadetlere ihtiyacı yoktur. Meseleye önce bu açıdan bakmak gerekir. Evrensel yaşamda sistemi okumak ancak tanrı anlayışını yıkabilmekle mümkün olur. Ama bu tanrı anlayışını yıkanın sistemle bağlantısının koptuğu  anlamına ve mademki ortada tek bir bütün var,  bende   “istediğimi yaparım “ demeye getiremez.

Anlaşıldığı gibi bütüne varmak pek kolay olmasa gerek. Bütüne varılmadığında veya sanal bir bütünlük anlayışına girildiğinde günlük heyecanlarla, dağınık, oradan oraya savrulan, metin ve kavi olmayan, bireyi şaşkına çeviren adeta aptallaştıran ve evrenselliğe açılan pencerenin kapanmasına vesile olabilecek ortamlarla karşılaşır ve etkileniriz. Herhangi basit bir  olayın  bizleri perişan etmesi mukadderdir.. Olumsuz sayılabilecek bir faktör onunla adeta oyuncak gibi oynar. Duyguların egemenliği altında yaşamamız ila nihaiye devam eder gider. Bu aşamada  yaratılış gayesi unutulur...
Birey uyanana kadar, bu böyle devam eder ve ciddi çıkmazlar içine düşülür..

İnsan ya bu engelleri aşıp yoluna devam edecek, Allah yolunda hiçbir neden onu engellemeyecek kendini beden+ruh+birimsel bilinç ötesi bir varlık yani mutlak bir bilinç olarak bulacak, ya da fasit bir daire içinde kendi yarattığı tanrısı ve hayalindeki sistemi arasında dönüp duracaktır.

İstanbul - 07.08.2001
http://sufizmveinsan.com

Akşam Gazetesi - 22 Kasım 2001


Üst Ana sayfa e-mail