Sevgili Prof. Dr. Celâl Şengör’ün yazdığı ve kendisini YÖK üyeliğine uygun gören Üniversiteler Arası Kurul’un 219 üyesine birden gönderdiği mektup gündeme bomba gibi düştü! Önce mektubu iktibas edeyim (ufak imlâ düzeltmeleriyle; çünkü Radikal’den aktardım ve Celâl’in bâzı vahim Türkçe hatalarına düşmediğinden eminim):
“Temsilciniz olmamı isteyerek bana verdiğiniz şerefin her türlü sevinç ve tatmin hissinin üzerinde olduğunu belirtmiş, bunun yaşamımda bana verilen en büyük mükâfat olduğunu arz etmiştim.
Bunu çok zor bir zamanda, uygarlığa karşı yöneltilmiş saldırıların fütursuzca geliştiği bir ortamca cesaret ve haysiyetle yaptınız. Bu saldırıların en son örneği Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisinin ortaklaşa başlattıkları üniversitelerde türban serbestîsi atağıdır. Bunu yakından izlemekteyim. Bizim açımızdan, üniversitelere dinî bir sembolün girmesinin hukuk cephesinin, kamuoyunda öne çıkartıldığı kadar belirleyici olduğunu sanmıyorum, çünkü hukuk nihâyet aksiyomatik bir sistemdir. Baştan kabûl edilen aksiyomlara bağlıdır. Bu açıdan hukukun rölâtivist bir temeli vardır ve bu temel onu bâzı durumlarda pek tehlikeli bir tahakküm aracı yapabilir. Bunun en meşhur misâlleri Katolik Engizisyon Mahkemeleri olmakla beraber, onu aratmayacak güncel örnekleri, Sovyetler Birliğinden Nazi Almanyası’na, Çin Halk Cumhuriyeti’nden Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar değişen çok geniş bir yelpâzede görülmüş, pek çok insanın en feci şartlarda katledilmesine, toplumların sefâlet ve felâketine neden olmuştur.
Hâlbuki üniversitede dinin 'şakırdatılması', bizzat üniversite kavramıyla çelişir. Dünyada Katolik, Protestan veya İslâmi üniversitelerin olması veya üniversitelerin Orta Çağ'daki dinsel kurumlardan türemiş olması bu gerçeği değiştiremez. Din belirli dogmalar çevresinde kurulmuştur ve yanılmaz olduğu iddia edilen bir veya birkaç tanrının vahiyleri olan dogmalarından vazgeçemez. Bilim ise sürekli olarak gerçeği arayan ve gerçekle bağdaşmayan hiçbir şeyi kabûl etmeyen bir düşünce sistemidir. Bilim, bitmeyen bir deneme-yanılma süreci içerisinde daima yanlışları eleyerek, hakikate asimtotik olarak yaklaşır. Ancak hepinizin bildiği gibi, tek bir ters veri en ihtişamlı teoriyi çöpe atmaya yeterlidir. Dinin pek çok dogması bilimin isbatları karşısında bu şekilde çöpe gitmiştir. Bugün artık ne dünyanın yedi günde yaratıldığına, ne Nuh Tufanı’na, ne de Havva ile Âdem masalına inanmak mümkündür. ‘Üniversitede yasak olmaz’ diyenlerin, üniversitede yanlışlığı isbat edilmiş fikirlerin artık kullanılamayacağını ve öğretilmeye devam edilmelerine izin verilemeyeceğini anlamış olması gerekir. Bu nedenle coğrafya derslerinde düz bir dünya veya fizik derslerinde Aristo fiziği öğretmeye kalkan hocalara izin verilemez.
Karşımıza dinin dogmalarını reddeden bilimi öğrenmek için geldiğini iddia ederken, o dogmalara bağlı olma sembolünden inatla vazgeçmeyenlerin bilimsel dürüstlük ve samimiyetine nasıl inanacağız? Akla açık bir ihanet olan bu davranışın temsilcilerini, aklın ve bilimin geliştiricisi olan üniversitelerimize nasıl alacağız? Böyle kişilere, öğrettiğimiz bilimi öğrendiklerine itimad ederek nasıl not veya diploma vereceğiz? Günün birinde öğrendiklerini, aklı ve bilimi ve dolayısıyla insan uygarlığını boğmak için kullanmayacaklarına nasıl güvenebileceğiz?
Bu nedenle üniversite tüm dogmatik inanç sistemlerini işlevine temel yapmayı reddeder. Onları bilimsel olarak inceler, ancak temsilcilerini üyeleri olarak kabul etmez. Militan dogmatiklerin üniversite bünyesine kabul edilmemelerinin nedeni budur. Kimse bize bu açıdan ‘ilimperestlik yapıyorsunuz’ diye bir eleştiri yöneltemez, zira, büyük filozof Lord Bertrand Russell'ın dediği gibi, insanlığın gerçekten bildiği fakat bilimin bulmuş olmadığı hiçbir şey yoktur. Bir başka deyişle, bilim dışında insanlığın hiçbir bilgi kaynağı yoktur.
Türban yasağının kaldırılmasını temelde yalnızca bu nedenle kabul etmemiz mümkün değildir. Bu konuda ne karşımıza çıkarılacak hukuk sistemleri, ne de dünyadan gösterilecek örnekler bizi ikna edebilir (sûi-misâl, misâl olamaz). Bizim düşüncemizin ve faaliyetimizin temeli eleştirel akılcılıktır. Aklı ve eleştiriyi kabul etmeyen hiçbir sistemi üniversite kapısından içeri alamayız.
İcab ederse, ülke yöneticileri akıllarını başlarına alana kadar o kapıları kapatırız. Bu bizim tarihsel geleneklerimizden gelen hakkımız ve hem insanlığa hem de öğrencilerimize karşı görevimizdir.
Bu düşüncelerimi muhterem kurulunuza en derin saygılarımla arz ederim".
***
Ah Celâl… Üniversiteye türban serbestîsinin getirilmesine senin kadar muhalifimdir, bilirsin. Çünkü akl-ı selîm sâhibi olan herkes görüyor ve söylüyor ki, bu yapılan Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in yıkılıp, yerine ABG ve AB güdümlü, Türkler’in azınlıkta kalacağı bir Ilımlı İslâm Kürdiyesi kurulması plânıdır. Adım adım da tatbik edilmektedir, Ordu dahi sinmiş hâldedir. Bunlarla mücadele etmek her vatansever, anti-emperyalist, ulusalcı-milliyetçi münevverin baş vazifesidir. Gâzi’nin Gençliğe Hitâbesi’ndeki ahvâl ve şerâit neredeyse hâsıl olmuştur.
Yâni esasta hiçbir muhalefetimiz yok, ama…
Göremiyorsun ki senin bu fevrîce lâfların, kendin gibi olmayan herkesi “öteki” ve “düşman” ilân ediyor; dahası, mümkün olmayan bir şeyi, “üniversitenin kapısını kapatacağını” söyleyerek, seni seçenleri de bağlıyorsun. Eğer sâdece türban sembolizmasına hücum etseydin, sonuna kadar arkanda idim. Ama sen kalktın dinî inancı olan herkesi ahmak ve üniversiteye giremez diye dışladın, aşağıladın.
Yedi günde yaratılış, Nuh Tufanı, Âdem ile Havva gibi vâkıalar masaldan da öte, son derecede önemli ontogenetik bilince açılan sembolik arketipal anahtarlardır. Bugün hiçbir aklı başında insan bunları yazıldıkları gibi kabûl etmiyor (aşırı câhil bırakılmış olan avam hâriç); bilakis, bunlar başka hiçbir yerde bulunamayacak güzellikte tarih kitaplarıdır; yeter ki onlardaki allegorileri, sembolleri görebilmek için bakabil. Sen Ateizm dinindensin diye (bunu Homo mysticus yazımı bir okusan göreceksin), senin dinden olmayanlara nasıl bu kadar sert çıkarsın?
Hem Tanrı’ya inanan, hem bir dinin yobazca olmaksızın mensubu bulunan dindar ama müsbet ilme de sıcacık bakan insanları böylesine aşağılayarak maâlesef dâvâya da zarar veriyorsun. Bak, hemen mâlzeme oldun Cumhuriyet düşmanlarının ağzında. Hâttâ, halkın dinî inançlarını aşağılama ve benzeri bir suçla hakkında dâvâ bile açılabilir. Kahraman mı olursun Ateizmi savunarak?
Hayır! Sâdece yıpranırsın. Çünkü sapla samanı karıştırıyorsun; “Türkiye lâiktir, lâik kalacak” diye cânı yürekten haykıran, aralarında benim de bulunduğum büyük çoğunluk bir yandan da dinine bağlıdır. Bu iki paradigmanın aynı zihinde yer alamayacağını sen kavrayamıyorsun diye, kavrayabilenlere neden saldırıyorsun!
Aziz arkadaşım, Popper aşkına itidâl ve sekterleşmeye, kutuplaşmaya hizmet edecek şeyler söylemeden önce 33 kere düşün.
Çok, ama çok istirham ediyorum…