Hayatın a-kış’ını
bahara çevirebilmek için, kendi içimizde tutarlı
olmaya, sosyal hayatımızda da birlik ve
beraberliğe ihtiyaç vardır. Bu noktada
cemiyet adamlarına görevler düşmektedir.
Günlük hayatımızın
akışı içinde çeşitli roller üstlenir, farklı
iletişimlerde bulunuruz. Bazı güzel tutum ve
davranışımız, hem kendimize ve hem de
cemiyetimize farklı güzellikler yaşatır.
Kendimizi ve
öfkemizi kontrol edememekten kaynaklanan bazı
kötü tutum ve davranışlarımız ise, hem kendi
hayatımızda hem de dar ve geniş anlamda
toplumumuzda üzücü neticelere sebebiyet verir.
Hafta sonu dayımın
vefatı sebebiyle memleketimdeydim. Cenaze namazı
öncesi toplanan cemaat ile “Hayat Sermayesi ve
Ölüm” konusunda sohbetleştik. Hepimiz biliriz
ki, ölüm haktır ve bir gün bizim kapımızı da
çalacaktır. İlahi rehberimizde bu hususa şöyle
işaret edilir. “Her nerede olursanız olun
ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler
içinde de bulunsanız yine kurtulamazsınız”
(Nisâ, 4/78). Ama bu gerçeği unutmuş veya
umursamazcasına bir hayat tarzı içinde
günlerimizi geçiririz. İnanan insan, günlük ve
anlık nefis muhasebesi içinde her an ölüme hazır
olmalıdır. Hiç ölmeyecekmiş gibi fani dünya
hayatı için çalışır, mal ve ikbal hazırlamaya
uğraşırken, ebedi hayat ahiret için de yatırım
yapmayı ihmal etmemelidir. Ahiret için
yatırım, iman ve salih amel ile mümkün olabilir.
Nitekim rehber Kitabımızda bu gerçek şöyle dile
getirilmektedir: “Siz namazı hakkıyla kılmaya
bakın ve zekâtı verin! Kendi nefsiniz için
her ne hayır yaparsanız, Allah katında onu
bulursunuz. Muhakkak ki, Allah bütün
yaptıklarınızı görmektedir” (Bakara, 2/110).
Yukarıdaki ayette
belirtildiği üzere Müslüman inandıktan sonra,
namaz ve zekât gibi, biri iç âlemini, diğeri
sosyal hayatı düzene sokan iki ibadet ile
yükümlüdür. Ayrıca değişik münasebetlerle okunan
Mülk Suresi’nin 2. ayetinde Rabbimiz; “O,
hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek
için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür,
bağışlayandır” ifadesiyle hayatın gayesinin en
güzel iş ve davranışı ortaya koymak olduğunu
beyan etmektedir. Dolayısıyla kişi her ne iş
ile meşgul ise onu, en mükemmel şekilde yapmak
ile mükelleftir. Öğrenci en iyi notu alıp
imtihanı kazanacak, çiftçi en iyi ürünü
yetiştirecek, idareci, yönetimini mükemmel
yapacak, öğretmen dersini güzel verecek, imam
cemiyette örnek kişi olacak, hâsılı kim ne iş
ile meşgul ise onu en güzel yapma çabasında
olacak.
Her insan ayrı
kabiliyet ve kapasite ile yaratılıp bir gaye ile
hayata gelmektedir. Bu misyonun en başında “kalu
bela/evet sen bizim Rabbimizsin” diye
ruhlarımızın yaratıldığı gün verdiğimiz iman
sözünü tutmak gelmektedir. İman sonrası,
İslam ahlakına uygun davranış ve ibadetler de
hayatımızı şekillendirecek unsurlar olmaktadır.
Yine her birimizin bir evlat, baba, yönetici,
muhtar, çiftçi, iş adamı vs. şeklinde hayattaki
rolüne uygun verimli davranışlar sergilemesi de
kendisinden beklenmektedir.
Yine bu
seyahatimde şahit olduğum bir toplumsal yara,
yazıma “Cemiyet Adamı” başlığı koymama sebebiyet
verdi. Bazı kişilerin kabiliyet ve cemiyetteki
konumu gereği üzerlerine büyük vazifeler
düşmektedir. Bilhassa küçük topluluklarda,
insanlar arası iletişimin ve samimiyetin
zedelenmesi sonucu basit konular, dedikodu ve
sözüne itimat edilemeyecek bazı kimseler
sebebiyle, kavgalara dönüşebilmektedir.
Nezaket ziyaretinde bulunduğum müftü, savcı,
hâkim, kaymakam, jandarma ve polis gibi kamu
hizmeti yapan değerli insanlardan aldığım bilgi
bu noktadadır.
Böyle bir sosyal
olayı tahlil ederken, bir fakülte dekanımızın
anlattığı kıssa yazımın başlığını belirledi.
Kıssa basit bir olaydan dolayı silahları çekip
ateşleme noktasına gelindiğinde aranan cemiyet
adamıyla ilgiliydi. Yani sözü, sohbet ve
nasihati dinlenen, taraflar arasındaki ihtilaf
ve kavga sebebini ortadan kaldırıp, basit
ihtilafların kavga yerine barış ve anlaşma ile
neticelenmesini sağlayacak değerli insanlar. Bu
cemiyet adamları, taraflar arasındaki
anlaşmazlık sebeplerini ortadan kaldırarak
toplumdaki huzur, güven ve dayanışmayı sağlarlar.
Böylesi değerli insanlardan mahrum olan
toplumlarda, huzurlu bir hayat yaşamak zorlaşır.
Lüzumsuz yere, kavga ve kırgınlıklara, yerine
göre kan dökülmesine gidecek olaylar, ancak
böylesi gönül ve cemiyet adamlarıyla
önlenebilir. Böylesi cemiyet adamlarından
mahrum olanlar, toplum olma bilincine de
ulaşamazlar. Arabulucu gönül ve cemiyet
adamlarına sahip topluluklar, huzur ve mutluluğu
hissedebilirler.
Bu hususa yüce
kitabımız da şu emriyle ışık tutmaktadır:
“Müminler ancak kardeştirler, onun için iki
kardeşinizin aralarını düzeltin ve Allah'tan
korkun ki, rahmete layık olasınız!” (Hucurat,
49/10). İnsanlığın Âdem (a.s.)’da buluşan
kardeşliğinin ötesinde, inananlar da özellikle
kardeştirler. Ancak ana-baba bir kardeşler
arasında ihtilaf olabildiği gibi, din kardeşleri
arasında da ihtilaf olabilmektedir. İşte bu
noktada arabulucu ve ihtilafı önleme noktasında
o gönül eri cemiyet adamlarına görev
düşmektedir. Aksi halde bir güzel ilçemizde
üzülerek gördüğüm “Dedikodulu Cafe” veya benzeri
yerlerde doğruluğunda şüphe olan sözlerin peşine
takılıp kavga, yaralama vs. gibi olaylara
sebebiyet vermek bütün herkesi ve cemiyeti
rahatsız etmektedir.
Bu konuda da ilahi
rehberimiz; “Ey inananlar, size fâsık (yoldan
çıkmış) bir kişi bir haber getirirse onun
doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir
topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra
yaptığınıza pişman olursunuz” (Hucurat, 49/6)
hükmüyle bizleri uyanık olmaya davet etmektedir.
Etrafınıza bakınız! Doğruluğu tespit edilemeyen
sözler sebebiyle nice huzurlar bozulmaktadır,
yakinen göreceksiniz. Fani hayatın akışını, baki
hayat sermayesine dönüştürebilmek için gönül ve
cemiyet adamı olmaya çalışmalıdır. Kötülükler
ancak iyiliklerle ortadan kaldırılabilir.
Gerginlikler, ancak gerginlik ve kötülük doğurur
ve bundan herkes rahatsız olur.
Hayat akışını iyiye yönlendirip doğru
kullanabilmek için, ilahi rehbere uygun, kendi
içindeki fırtınaları dindirip etrafına aydınlık
veren cemiyet adamları olarak huzurlu ve mutlu
ömürler temennisiyle…