ent
merkezine gidiş/geliş esnasında yanından geçmek zorunda
kaldığım, oldukça geniş bir alan üzerine kurulmuş
hastanenin bahçesinde gezinen, ancak her hali ile, “normal”
sağlıklı insanlardan farklı çizgilere sahip, mağdur
insanların varlığına tanık olmuşumdur.
Halkın da görebileceği sahada, kendilerine ayrılan yerlerde
gezinebilen bu bireyler, toplum içinde “psikiyatrik
vak’a” olarak tanımlanıyorlar.
Delilik,
aslında topluma aşırı derecede ters düşen, belki ahlâk
kavramıyla dahi özdeşleşemeyen, kendine özgü karmakarışık
duygular biçimi olarak ifade ediliyor. Bu tabir, normal
insanlar için, kaçınılması, sakınılması gereken ve korku
yaratan bir simge olmuştur her devirde...
Psikiyatride bugünkü terminoloji ile ‘’psikoz’’, yani,
realiteden kopma, olmayanı varsayma, içine kapanma, çevreyle
bağlantıyı kesip"
ego
(benlik) dağıldığı için içgüdüsel dürtüleri süzemeden
dışa vuran bir yaşam biçimi olarak tanımlanmaktadır...
’Nöroz’
lar, ise genel bir anlatımla, dürtü ve düşüncelerin yanlış
yorumlanmasına bağlı semptomlar gösterdikleri için, tolere
edilebilen ‘’hastalıklar’’ sınıfına girer.
“Delilik”
adı altında toplanan çok çeşitli değerlendirmeler var.
ABD’deki psikiyatri uygulamalarında zenci kölelerin, çalıştıkları
yerden tekrar tekrar kaçmalarının hastalık olarak
nitelendirilip “drapetomani” diye adlandırılmasından
tutun, Rus ordularının Çekoslovakya’yı işgâlini protesto
eden bir avuç aydının Moskova’daki tımarhanelere kapatılmalarına
kadar birçok örneğe rastlamak mümkün...
Geçmişte olduğu gibi bugün de, istenmeyen mecburi hizmetleri
(yapılan atamalar için) durdurabilmek amacıyla “deli”
raporu almak isteyen vatandaşlarımız mevcut. Bu isimle vasıflanmak,
kişiyi sorumluluklarından, ‘’normal’’ toplumsal hayatın
gereklerinden soyutlamak için ideal bir fırsat...
Yine,
yaşlı ve zengin büyüklerimizden kalabilecek mirasın büyük
bir bölümünü, ölümünü beklemeksizin elde edebilmek
gayesiyle zavallı insanları psikiyatrik bir hastalığa
yakalanmış gibi gösterip heyet
raporuna başvuranların sayıları da az değil.
Yani psikiyatrinin bu görünmez yönünden faydalanıp biçare
insanlara bir de “deli” yaftası yapıştırmak, onları
egemen düzene ayak uyduramamakla vasıflandırmak mümkün.
Konunun
temelinde, ’’o’’ toplumu oluşturan bireylerin şartlanmaları
ve değer yargılarına uygun davranmamak, insanları alıştıklarından
koparacak düzeyde ani kararlı yorum ve uygulamalar yatıyor.
Bu
arada hemen belirtmekte yarar var; bazı bilim adamlarının bu
koşullarda beyin korteksinin işlevini yitirdiğini söylemelerinin
yanı sıra, görüşlerine başvurduğumuz Prof. Dr. Mehmet
Kerem Doksat’ın açıklamaları bir hayli farklı.
Sayın Doksat şöyle diyor:
" Psikozlarda beynin korteksini de, subkortikal yapılarını
da kapsayan işlevsel modülleri arasında bir iletişim bozukluğu,
geri- ve ileri-bildirim arızası söz konusudur. Korteks devre
dışı kalırsa kişi ancak komaya girer veya bizim subkortikal
hayvan dediğimiz, şuursuz bir hilkat garibesine dönüşür.
Psikotiklerde stresin (zorlanmanın) yok gibi olması"
ifadesi yerine oturmaz. Tedavi görmeyen şizofrenlerin %25-30'u
intihar eder ve çoğu da hastalıklarının getirdiği stres yüzünden
bunu yapar “
Geçmişe
döndüğümüzde, pek çok ünlü insanın “Deli” sıfatı
ile anıldığını görebiliyoruz. Psikiyatrinin anavatanı sayılabilecek
Almanya’da fırtınalar koparan, insan kasabı olarak
nitelenmiş Hitler için deli lâkabı pek uygun düşmese de
“ağır bir narsisist-borderline kişilik bozukluğu" tanısı
konabilmektedir. Esasen, büyük işler yapmış (hayırlı veya
hayırsız) bütün büyük liderler sıra dışı kişilik ve
mikropsikotik özellikler arz ederler: Çok zekidirler, kişilik
sorunları ve sıradan insanlardan farklı perspektifleri,
karizmaları vardır vs... Roma’yı alevler içinde bırakan
“Neron” ve deli namıyla ünlü, tahta göz diken kardeşlerini
acımadan boğazlatan Osmanlı padişahlarını da örneklere
dahil edebiliriz.
Aslına
bakılırsa, temel kabullerimizin, şartlanmalarımızın dışında
düşünebilmek, bizi birimsel bir varlık olmaktan çıkarıp,
sonsuz sınırsız bir genişliğe ulaştıracaktır. Bu çalışmalar
çerçevesinde yapılacak delilik niteliğindeki hareketleri de
apayrı bir düzeyde ele almak gerekir.
Deliliğin bir başka yönlü tanımlaması mistisizmde geçiyor.
Mistisizmin deliliğe getirdiği değişik bakış açısını
şu örnekle özetleyebiliriz :
Sehl b. Abdullah Tüsteri Hazretlerine dediler ki, "Bir şahsın
hareket-i ebvâbın (kapıların hareketi) muharrike ( hareket
ettiren) nisbeti ne ise, benim fiilimin dahi irade-i Hakk'a
nisbeti öyledir."
Bu şahıs hakkında ne buyurursunuz?
Cevap verdi Sehl :
"Eğer bu sözü söyleyen kimse şeriat kurallarına
riayet ve ahkam-ı ubudiyyeti (kulluk hükümleri) muhafaza
ediyorsa sıddıklardan birisidir veya bu sözü kendi nefsinden
iskat-ı melamet ( levm etmeyi düşünme ) kendini ma'zur göstermek
için söylüyorsa zındıklardan birisidir. Bunlar bu hal-i
istiğrak ( istiğrak hali ) içinde cem-i hareket ( tüm
hareketlerinde ) ve sekanatında (
hareketsizlikte ) mazurdurlar.
Bunlardan muhalif-i şer, ahval ve harekat zuhurunu gören sıddıklar,
fenafillah makamını geçip bakabillah mertebesinde sahih-i
temkin ( temkin ehli ) olmuşlardır. Bunlar kendi mertebelerine
nazaran bu taifeye " zındık" (deli ) derler. İşte
sıddık bir kimse, hakkında " zındık" olduğuna şehadet
etmedikçe insanın derce-i hakikate vasıl ve baliğ olamayacağının
işareti budur.
“Fenaya ermeden de hakikât anlaşılamaz” denmektedir. Istılah-ı
sufiyyede (tasavvuf terimlerinde ) zındık vasfı taşıyan bu
kimselerin yukarıda bahsi geçen delilerle bir ilgisinin olmadığı,
“meczub” lâkabı ile anıldığı kendini,aslını,hakikâtini
tanıyan özüne vakıf bireyler olduğunu söylemekte yarar
var.
İstanbul
- 23.8.2000
http://afyuksel.com
Not:
Bu yazı Akşam Gazetesi'nin
08.12.2000 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
|