Alimler: Toplumun Sigortasıdır
Bir arada yaşama sanatı, belli değerleri ve
kriterleri gerektirir. Manevi değerler ve önder
olmak durumundaki âlimler, toplumların sigortası
mesabesindedir. İnsanoğlunu yaratan Allah, onu
başıboş bırakmamış, peygamber ve kitap ile nasıl
yaşayacağını ve mutlu olacağını bildirmiştir.
Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) ise Kitap ve
sünneti emanet olarak bırakmış, ‘âlimler
Peygamberlerin varisleridir’ gereğince de bu bayrağı
İslam âlimleri taşır hale gelmişlerdir. Toplumun
manevi mimarları olan âlimler ve dini değerler,
huzur ve saadetin de garantisi konumundadırlar.
Örnek şahsiyetlerin modellenmesi, kişi ve
toplumların şekillenmesinde birinci derece rol
oynarlar. İlmiyle amil, ihlâslı âlimler, toplumun
önderleri ve manevi mimarlarıdır. Rasulullah’ın
örnekliğinin günümüze yansıması, sünnetullah
(Allah’ın kanunu) gereği varis olma durumundaki
âlimler vasıtasıyla olacaktır. Ancak, günümüzde
olduğu gibi bazı fitne devirlerinde her şey
birbirine karışmış olabilir. Her değerli şeyin
sahtesinin olduğu da acı bir gerçektir. Bilindiği
üzere altının bile sahtesi söz konusudur. Ama ehli,
sahte ile gerçeği birbirinden ayırabilir. Zaten hak
ve batılın ölçüleri açık ve nettir.
“Allah’ın İpine Sarılın, Parçalanmayın!”
Toplumun değerlerinin
aşağılanması, o toplumda yaşayan insanların
davranışlarını olumsuz yönde etkilemekte ve
kabiliyetlerini yeterince geliştirememelerine sebep
olmaktadır.
Bilhassa böylesi zamanlarda, söz ve davranış uyumu
halindeki manevi önderlerin, toplum hayatının düzeni
için, birlik ve beraberliği ön plana çıkarmaları
Kur’ânî bir emirdir. “Hep birlikte Allah'ın ipine
(İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.”
Müslümanların zaafa düşmelerinin en büyük sebebi,
parçalanma sebebiyle güçsüz hale gelmiş olmalarıdır.
Onlar ‘Allah ve Resûlü’ne itaat edin,
birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız
da kuvvetiniz gider’
ayetinin hükmüne uymadıkça kendilerini zillete
mahkum bulacaklardır.
Müslümanlar, inananların kardeş
olduğu şuuruyla yaşayarak, kendi içlerinde bütün
olmanın yanında, kendinden olmayanlarla
münasebetlerine dikkat etmeli, prensiplerden taviz
vermeksizin sırlarına sahip olmalıdırlar. “Ey iman
edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin.
Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri
kalmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve
düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde
gizledikleri ise daha büyüktür. Düşünürseniz, biz
size âyetleri açıkladık.”
Bu sırdaş edinmeme ve kendinden olmayanları dost
edinmeme meselesine de ayrıca dikkat etmek, İslam’ın
ve müslümanların selameti açısından gereklidir.
Cemaatler Sosyolojik İhtiyaçtır
Cemaatler sosyolojik olarak bir ihtiyaca cevap
vermektedir. Önemli olan cemaatlerin birbirlerinden
haberdar olup, birbirlerinin dertleriyle
dertlenmeleridir. Birilerinin ‘şucu’ veya ‘bucu’
şeklindeki isimlendirmeleri, Müslüman kardeşliğine
halel getirmemeli, inananlar bu oyuna gelmemelidir.
Aksi halde art niyetliler hedeflerine erişmiş, böl,
parçala yut taktiğini, inananları güçsüz bırakma
stratejisi olarak kullanmış olurlar.
İnsanların huzur ve mutluluğunu
engelleyen samimiyetsizlik, ilkel toplumların
bilmediği bir davranış biçimidir ve bu davranış,
dini değerlerden uzaklaşarak kurulan uygarlıklarla
ortaya çıkmıştır.
Bu toplumsal hastalıklardan kurtulmak, dini
değerlere sahip çıkarak manevi önderlere uymakla
mümkün olabilir. Aksi halde toplumdaki bozulma
katlanarak hızlanır.
“İnanıyorsanız, Üstünsünüz”
İnananlar imanlarının
gereklerini yerine getirdikleri müddetçe,
üzülmelerine gerek ve sebep yoktur. “Gevşeklik
göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız,
üstün gelecek olan sizsiniz”
Bu ayet-i kerime gerçek anlamda inanıp, imanlarının
gereğini yerine getirenlerin mutlaka selamet ve
galibiyete ereceklerini haber vermektedir.
Günümüzdeki ve diğer bazı
zamanlardaki inanmayanların maddi üstünlükleri
karşısında müslümanların, dinlerine itimadı
sarsılmamalıdır. “Eğer size bir yara dokunduysa;
onlara da öyle bir yara dokundu. Biz o günleri
insanlar arasında evirip çeviririz. Allah'ın
sizden iman edenleri bilmesi ve sizden şahitler
tutması için böyle yaparız. Allah, zulmedenleri
sevmez.”
Yeryüzünde sünnetullah denilen
kanunlar hüküm sürmektedir. Bu, sebeplere tevessül
(sarılmak) zemininde devam eden bir muhtevaya
sahiptir. Gerekli tedbirleri alanlar muvaffak
olurlar, tembellik edenler zafere erişemezler. Allah
çalışana karşılığını verir ve herkes çalıştığının
karşılığını alır. “İnsan ancak çalıştığına erişir.”
Fert ve toplum olarak, dini ölçüler ve manevi
önderlerin ışığıyla, hak ve hakikati güçlü kılmak
için çaba sarf etmek inananların boynunun borcudur.
Toplum içinde müslüman; kendinden emin,
prensiplerden taviz vermeyen, çalışkan bir tutum
içinde olmak durumundadır. İyiliği önce kendinde
tatbik edip, sonra etrafına yaygınlaştırarak ve
kötülükleri iyiliklerle ortadan kaldırmaya gayret
etmelidir.
Müslümanlar nemelâzımcılık düşüncesini kafasından
silerek toplumsal bilince erişmelidir. Kendisine
dokunmayan yılanın, bir gün kendilerine de musallat
olabileceğini akıldan çıkarmayarak şuurlu bir
toplumsal hayat yaşamak gerekmektedir. Bu noktada,
dini değerler ve manevi önderlere itibar edenler
yanılmazlar. Kıble olarak Ka’be’ye, kalb ile Allah’a
bağlı olarak tevhit inancının günlük hayatımıza
yansıması temennisiyle…
Dipnotlar:
1-
Paul Johnson, Enemies of Society, Weidenfeld,
London, 1977, s. 185-193
2-
Kur’ân,
Âl-i İmrân (3): 103.
3-
Kur’ân,
Enfâl (8): 46.
4-
Kur’ân,
Âl-i İmrân (3): 118.
5-
Geçtan, İnsan Olmak, s. 13.
6-
Kur’ân,
Âl-i İmrân (3): 139.
7-
Kur’ân,
Âl-i İmrân (3): 140.
8-
Kur’ân,
Necm (53): 39.