erçek anlamda İslâmiyet var mı?

Varsa nedir ve hangisidir?

Bu gibi sorulara yanıt arayan, kafası çarpık mantıkla şartlanmamış, önyargılarla donanmamış, din ile düzlüğe çıkacağına inanan, güvenenlere bu konu ile ilgili olarak anlatmak istediğim şeyler var.

İslamiyet; çağdaş bilime tartışmasız bir biçimde ön plânda yer veriyor  “Tekniğin bu şekilde geliştiğini, bilgi çağına böyle gelindiğini“ kabul eder, evrensel mesajların, ancak bilimsellikle çözülebileceğini, deşifre edilebileceğini vurgularken, bilimsel düşüncenin, bilim ruhunun insanlığın ufkunun genişletebildiğini savunuyor.

Allah indinde tek bir din bulunmaktadır. Bu noktaya atıfta bulunan Kur’an "Allah indinde din İslâmdır"  demektedir.
Çünkü, bütün semavi dinler, İslamiyet adı altında tek bir dinde toplanmışlardır. Ayrı ayrı isimlendirilmeleri, ortaya koydukları anlayışların farklılığından ötürü değil, bireylerin algılama kapasiteleriyle ilgilidir...
Şayet dar bir perspektiften bakılmazsa , Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın İslâmı anlattığı müşahade edilecektir...  İlahi bir takdir gereği, dinler arasında sadece boyut farklılıkları bulunmaktadır. Bu fark bütünün/tekin zahire yansıması olarak değerlendirilmelidir. Öz’ de aynı şeyler paylaşılmaktadır. Görevi Hak ile Halk arasında köprü kurmak, bireyler ve toplumlar arası diyaloğu pekiştirmek olan Resul/Nebilerin getirisinin birbirlerinden farklı olmasının nedeni; eskiden hayvan gibi dört ayak üzerinde yürüyen, sonra iki ayak üzerine dikilen insanın, tekâmülü ile alakalıdır. Mutlak yaratıcıda kabul edilmez bu nitelik, ancak insan için söz konusudur.. İnsanlık tarihinin evrelerini dikkate alan mistisizmin, büyük bir olgunlukla insanlığa yaklaşım içinde bulunduğunu göstermesi bakımından fevkalade önemlidir.

Mistisizm; bireylerin mutlak yaratıcı ile ilişkilerini düzenlerken, dünyanın nimetlerinden sonuna kadar yararlanan, iyi eğitim görmüş, iyi yaşamasını bilmiş, madde tutsağı olmuş bireylere uyarıda bulunarak, öte yaşamın varlığından bahsederek bu konudaki inandırıcılığını ortaya koyar..Mistik anlayış inanç üzerine inşa edilmiştir. İnanç olgusu insandaki bir çok zaafı önler ve hissedene bir olgunluk kazandırır.

Gerek Müslümanlıkta olsun, gerekse Hıristiyanlıkta olsun, hiçbir semavi dinde ruhban sınıfı yoktur.
Örneğin, Müslümanlıkta aklı eren herhangi bir mümin, cemaatin önüne geçer ve o an için imamlık görevini üstlenir ve namaz kıldırır.
Gerçek anlamda camilerde görevli bir imam bulunmaz..Cemaat içinden Arapçayı en iyi bilen imamlık görevini ifa eder.
Arkasındaki saf ise, namazı kıldıracak imamın yanlışlıklarını düzeltmek için vardır.
Namazın kılınmasındaki görsel adap budur. Her mümin istediği her yerde; camide, kilisede, dağda, bayırda, ovada, ticarethanede, sinemada, ayakta ve otururken ibadetini eda edebilir. Zikrini yapabilir. Bu tür çalışmaların yapılmasında mekan/mabet tercihi yoktur.
Dar fikirli bireylerin, ibadetlerini sadece mabetlerde yapılabileceğini savunması  yanlıştır. İslâm her mekanı bir mabet olarak kabul etmiştir.
İbadet denilen çalışmalar bütünü; bir tanrının önünde tapınma değil, "tamamen kişinin kendisi" ile alakalı olup, sistemin işleyen acımasız çarklarına karşı, korunmak için yapılmaktadır. Kur’an bu tür hareketlerin en güzel örneklerini Muttakiler’in  yaşadığı boyutta veriyor..

Şiddet ve terör dışında herşeyi bir mantığa ve akıl yürütmeye dayandırmak  mümkündür. Mistisizm, mantık/şuur düzeyindeki tüm görüşleri teşvik eder, engellemez. Mistisizm, şiddete, teröre ve kendisi için düzenlenen yıpratıcı mahiyetteki safsata anketlerine asla malzeme olamaz... İslam felsefesindeki Cihad anlayışı; şiddet kullanarak dünyayı kafirlerden temizlemek değildir. Cihadın sadece savaş olduğunu iddia edenler, asıl savaşın nasıl olacağını kaçırmasınlar. Bu savaşı kaba bir şekilde söylüyorum " süngü savaşı" "Göğüs göğüse savaş" gibi kabul edenler, gerçek savaşın, insanın kendini tanıması yolunda verildiğini unutmasınlar.  Mevlana’ nın şu sözleri bakın ne kadar da anlamlıdır. “ başkalarının savaşıyla uğraşayım derken kendindeki yaman savaşı kaçırma. “
İslâmiyetin; tüm dünyaya egemen olması diye bir şey düşünmek, son derece mantıksız olur.
Özü hiçlik olan bir olgunun, çoklukla övünmesi mümkün müdür.? Tabii ki hayır..

Hz.Muhammed dönemindeki savaşlardan ilham alıp, onun elinde kılıç ile kafirlerin üzerine yürümesini, İslâmın tüm dünyaya yayılmak istenilişi gibi kabullenmek, gerçekçi bir düşünce tarzı olamaz. Hz.Muhammed'in yaptığı savaşlarda gaye kendilerine mani olmak isteyen güçlere karşı, İslamın devamlılığnı temin etmekti.
Cihad; İnsanın kendi nefsiyle yaptığı mücadelenin adıdır. İnsan, bireysel anlamda  nefsi ile yaptığı bu mücadelede galip gelirse, kendini ve aslını tanır.
Cihad sözcüğünden anlaşılması gereken budur.

Yukarıda belirttiğimiz gibi İslâmın özünde ruhban sınıfı yoktur. Dört halife (Hülafay-ı Raşidin) döneminden sonra icat edilmiştir. Bu konuda Hz Resulûllah’ın buyruğu kesinlik kazanmaktadır.
“Benden sonra hilafet otuz yıldır !”.

Onun bu mübarek sözlerinden de anlaşılacağı gibi Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz.Osman ve Hz.Ali den sonra hilafet sona ermiştir.

Bu halifelerin Hz.Muhammed’ in özelliklerinden hiçbirini taşımaması ve sadece siyasi yetkileri açısından onun halifesi oldukları görüşü hayal mahsulünün neticesidir.. Onlar bütünü ile olmasa bile bir yönleriyle Hz.Muhammed’in  vasıflarına ayna olan zatlardı. Kaldı ki Hz.Muhammed’ i siyasi bir kisveye büründürmek hatalıdır. O siyaseti asla düşünmemiştir.

Müslümanlığın başına cahil ve tufeyli kimselerin , sonradan musallat ettiği şartlar, asla dinsel kurallar içinde yer almaz. Din; beş duyu araçları ile tesbit edilmesi mümkün olmayan melek ve cin gibi varlıkları, evrensel sistem içinde yıldız konumlarının geleceği belirlemesini, kısaca Astroloji bilimini, kader, nazar, büyü gibi konuları kabul ederken, dünyamıza nasıl ve nereden girdiği belli olmayan Ufo denen varlıkları ise red eder.Dünyadışı ziyaretçilerin uçan daireleriyle yer küremize inişlerini anlatan hikayeler dinde yer edinemez. Mistisizmin kabul ettiği konular akıl dışı eğilimler değildir.Her birinin teknik, bilime dayanan açıklamaları vardır.Doğunun efsane görüşü Reankarnasyon  (Yani ruhun tekrar başka bir bedene girerek dünya üzerine dönmesi) kandırmacası Mistisizm de yer bulamaz.
İslâmcı hareketler, cahil toplumların tepkisel refleksleri olarak kabul edilemez. “Toplum düşmanı,” "psikopat" gibi imajlar İslâm kültürü ve safları arasında yer edinemez. İslâma inanan bireyin kendini ve toplumu tanıması ve üzerine düşen görevi yapması zorunludur.. İslamiyet atılımcı ve değişimci olmayı teşvik eder. Bağnaz ve yobaz insanlar İslâmiyeti temsil edemezler. İslâmiyet fanatik görüşleri kabul etmez.

İslâmi uygulamalar, bedensel ölüme kadar yapılması gereken ibadetlerin yanı sıra, bireylerin özünde mevcut olan mutlak yaratıcı ile ilişkilerini düzenler.
Derin iman sahiplerinin, hurafe diye tanımlanan boş kurallara aldırmayıp, tutucu bir anlayış dışında, çağdaş, uygar değerlendirmelerle mistisizme yaklaşmaları gerekir

Diğer yandan, bazı çevrelerin sorumluluklarını unutmadan, Mistisizme karşı vahşi saldırılar yerine, sağduyulu, uygarlığı ve insanlığı gözeterek yaklaşım yapmaları işin en mantıklı tarafı olacaktır.
Zira din; gittikçe saygınlığı tartışılır hale gelen, kültürsüzleşen, içeriksizleşen, bilimsizleşen, topluma, bir ışık ve umut kaynağıdır.
İnsanoğluna umudu yaşatmanın yolu, bu yolu açık tutmaktan geçiyor.

İstanbul - 09.10.2001
http://sufizmveinsan.com

Bu yazı, Akşam Gazetesi - 16-17 Kasım 2001 sayılarında ve Digiturk-Haberturk kanalında yayınlanmıştır.

 


Üst Ana sayfa e-mail