Dini
Hükümlere, Fıtrat ve Kabiliyetlere Duyarsızlık
Hakk ve
hakikate, doğru ve güzele, Dini hükümlere
duyarsızlık; insanları ve toplumları felakete
götürür. Müslümanların Allah’tan gelen en
birinci rehberi Kur’ân’dır. Bunu, Kur’ân’ın
canlı timsali Hz. Muhammed (s.a.v.) ve O’nun
hadisleri takip eder. İslami hükümler; bu
temellere dayalı olarak, İslam âlimlerinin derin
gayretleri neticesi şekillenen icma ve kıyas da
eklenerek Edile-i Şeriyye dediğimiz dört temel
üzerinde şekillenir.
Gelişim
gayreti olmayan kişi, kurum ve sistemler kendi
sonlarını kendileri hazırlarlar.
Hayata gelmenin gayesi insanı-ı kamil olmak,
Rabbimiz’in bahşettiği kabiliyet ve kapasiteye
uygun bir hayat çizgisi oluşturmaktır. İnsanî
gelişimdeki “kendini gerçekleştirmek” fıtratın
keşfi ve en üst düzeyde hayata yansıması
şeklinde değerlendirilebilir. Hiçbir şeyi boşuna
yaratmamış olan Allah “ahsen-i takvim (en güzel
surette yarattığı)” her bir insana, aslında çok
farklı kabiliyet ve kapasiteler vermiştir.
Bazılarımız “elest bezminde (evet Rabbimizsin)”
dediğimiz günde verdiğimiz sözü unutup, dünyanın
aldatıcı yönlerine kanmaktadır.
Kişilik,
kimlik ve duruşunu netleştirmeyen insana günlük
hayatta bile güven duyulmaz. İman gibi güven
merkezli bir kaynaktan beslendiğini ifade eden
müslümanların kişilik ve kimlikleri net
olmalıdır. Kelime-i tevhit (Lâ ilâhe
illâAllah-Allah’tan başka bağlanılacak hiçbir
şey yoktur) ibaresi, İslâmî kişisel bütünlüğün
ve istikametin temelidir. Kelime-i şehadet
(Eşhedü enlâ ilâhe illâAllah ve eşhedü enne
Muhammed’en abdühü ve Rasülühü) ise, imanın
insanlığa ilân edilmesidir. Bu ilandan sonra
İslâmî bir hayat yaşama; selamlaşma, namaz,
ibadetler, edepler ve diğer İslâmî şiarlar
ile İslam kalesi ferdî ve toplumsal hayatta
muhkem hale getirilmelidir.
İş ve eş
seçimi insanın hayatını şekillendirir
İş,
meslek seçiminin yolu, bugünün şartlarında
okuduğumuz okul ve fakültelerden veya
ilgilendiğimiz iş kollarından geçer.
Kabiliyetlere uygun, severek yapılan iş en güzel
meslektir. Bu anlamda herkesin kabiliyetine
uygun olarak hayatta bir görevi vardır veya
olmalıdır. Her bir yapılan işin mutlak hedefi,
Allah’ın rızasına uygun olmalıdır. Hayat ancak
böyle mana kazanır.
Farz,
vacip, sünnet ve adaptan mahrum; mekruh, günah
ve harama dalmış ve bundan kurtulma gayreti
göstermeyen Müslüman en büyük zulmü kendi
nefsine yapmaktadır.
Çünkü bu haliyle hem dünyadaki huzur ve
mutluluğunu engellemekte, hem de ebedi hayatını
mahvetmektedir.
Allah
götürmeyen yol, yol değil, ebedi hayatı
kazanmaya odaklanmayan hayat, hayat değildir. Bu
tarz hayat zaten hakiki mutluluğu temin etmez.
Bazıları ancak çeşitli eğlencelerle bu
açlıklarını gidermeye çalışırlar. Hatta içki,
kumar, uyuşturucu gibi bataklıklar da hak ve
hakikatten kaçmaya ve oyalanmaya yöneliktir.
Allah’ın dininden, kitabından ve zikrinden yüz
çevirenler, varlık içinde yokluk çekerler, huzur
bulamazlar. Nitekim bize şah damarımızdan daha
yakın olan (Kaf, 50/16) Rabbimiz “Her kim de
benim zikrimden (Kur'ân'dan) yüz çevirirse,
(bilsin ki) ona dar bir geçim vardır ve onu
kıyamet günü kör olarak haşrederiz” (Taha,
20/124) ayetiyle bizleri ikaz etmektedir.
Dini
Eğitime Duyarsızlık
Dini
eğitime duyarsızlık hayatımızı karartır.
Kendimizin ve çocuklarımızın dini eğitimine
zamanında ehemmiyet vermez isek, kendimize yazık
ettiğimiz gibi yakınlarımızın mükellef olma
sonrasındaki hareket ve davranışlarından da
sorumluluğumuz devam eder. Kendi nefsimizi ve
ehlimizi her daim tehlikelerden korumak gibi bir
vazifemiz olduğunu unutmamalıyız. Kullanım
Kılavuzumuz “Ey iman edenler, kendinizi ve
yakınlarınızı ateşten koruyun ki, onun yakıtı
insanlar ve taşlardır” (Tahrim, 66/6) ayetiyle
bizleri uyarmaktadır.
Müslümanların Dertlerine Duyarsızlık
“Parçala, böl, yut” taktiği inananlar üzerinde
ciddi şekilde tatbik edilmektedir. Buna karşı
olarak kalplerimizi inananlar olarak birbirimize
açmamız gerekmektedir. Üçüncü şahıslardan alınan
doğru-yanlış bilgiler ile önyargı oluşturmak
tehlikelidir. Zulüm ve haksızlığa uğrayan her
müslümanın derdiyle dertlenmeliyiz. Bu noktada,
Filistin, Lübnan, Afganistan, Doğu Türkistan ve
daha birçok yerde Müslümanlara reva görülen
zulümler bizim de içimizi kanatmaktadır.
Zülüm
payidar olamaz
Zalimin
zulmü varsa, mazlumun da Allah’ı vardır. “Alma
mazlumun ah’ını, çıkar aheste, aheste” sözünü
unutmamak gerekir. Tabi zalimlere karşı durmak
ve kuvvet hazırlamak da inananların vazifesidir.
“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet
hazırlayın. Savaş atları yetiştirin ki bu
hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin
düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin
bilemeyip de, ancak Allah’ın bildiği diğer
düşmanları korkutup yıldırasınız. Allah yolunda
her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz
ödenir, size asla haksızlık yapılmaz” (Enfâl,
8/60).
Zamanında güç hazırlamaz, birbirinizle tefrikaya
düşerseniz, gücünüz gider, yem haline
gelirsiniz. “Ayrıca Allah'a ve Resulü'ne itaat
edin. Ve birbirinizle didişmeyin. Sonra içinize
korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı
olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir”
(Enfâl, 8/46). Sabır ve sebatla direnip “Allah
kendi yolunda, duvarları birbine perçinlenmiş
bir bina gibi, saf bağlıyarak çarpışanları
sever” (Saff, 61/4).
Bilmediğinizi yönetemezsiniz
Biz
kendimizden ve güçlerimizden haberdar değilken
düşmanlarımız bizi bizden iyi bilmekte ve bugüne
kadar, hassas noktaları kaşıyarak, bünyede
huzursuzluk meydana getirmektedir. Bu oyunu
bozabilmek için, toparlanmalı, ilmin ve salih
amelin ışığında ihlas ile istikamet üzere olmaya
çalışmalıdır. Değil barış zamanında, sıcak harp
anında bile, temel bilgileri edinecek bir ilmiye
sınıfının devam etmesi de Kur’ân emridir.
“Bununla beraber müminlerin hepsinin top yekün
sefere çıkmaları uygun değildir. Öyleyse her
topluluktan büyük kısmı savaşa çıkarken, bir
takım da din hususunda sağlam bilgi sahibi
olmak, dinî hükümleri öğrenmek için çalışmalı ve
savaşa çıkanlar geri döndüklerinde kötülüklerden
sakınmaları ümidiyle, onları uyarmalıdır”
(Tevbe, 9/122).
Gelişim
ve güçlü olmak için azami gayret inananların
şiarı olmalıdır. Gelişim ve iyiden yana
değişimden uzak bünyeler etkinliğini yitirirler.
Hayat boyu sürekli eğitimin kurucusu Hz.
Muhammed (s.a.v.)’dir. “İki günü birbirine
müsavi olan zarardadır” temel deyişiyle sürekli
gelişimin önderliğini de o yapmaktadır. Kişinin
boş vakit değerlendirme alışkanlıkları yakın ve
uzak geleceği ile ilgili ciddi ipuçları verir.
“Su testisi, suyolunda kırılır” sözü bu açıdan
dikkat çekicidir. Bazı insanların vakit geçirmek
bahanesiyle Müslümanlara pek de yakışmayacak
mekânlarda vakit, nakit ve sıhhat öldürüyor
olmaları bu açıdan incelenmelidir.
Sosyal
hayat boşluk kabul etmez
Sokağınızda görmezlikten geldiğiniz çukur, bir
gün en değerli misafirinizin oraya düşmesine
sebep olabilir. Yolunuz üzerindeki bir pislik,
-siz dikkat edecek olsanız bile- çocuklarınızın
ayağına bulaşarak sizin evinize gelebilir.
Sosyal hayat boşluk kabul etmez. Duyarsız
olduğumuz problemler, bir gün bizi veya
çevremizi tehdit eder hale gelir. Bu yakın çevre
olabileceği gibi, diğer İslam ülkeleri veya
insanlık şeklinde de genişleyebilir.
Usulsüz
vusul olmaz
Bugün
ihtilafların temelinde temel noktalardaki
mutabakatsızlık yatmaktadır. Basit manadaki bir
oyunun bile kuralları varken, Allah’ın
tamamladığını ve razı olduğunu bildirdiği
(Maide, 5/3) İslam dininin herkesin kafasına
göre yorumlayabileceğini ve temel dinamiklerden
yoksun olabileceğini sanmak en basit ifade ile
safdilliktir.
Her
müslümana farz olan temel bilgiler, ilmihal
olarak isimlendirilir. Sanmayın ki ilmihal
sadece Kur’ân mekteplerine gönderdiğimiz
çocuklarımızın okuyacağı bir kitaptır. Bu
kitaplardaki bilgileri her müslümanın ihtiyacına
göre özümsemesi gerekir.
Müslümanın zihni karşılaştığı her konuda pırıl
pırıl olmalıdır. Onun gözünün gördüğünü kalbi
yalanlamaz (Necm, 53/11). Müslüman mutlaka
karşılaştığı meselelerin dini hükmünü bilir veya
bilmelidir. İslam dini ile ilgili eserler,
hayatın hiçbir noktasını ihmal etmemiştir. Eğer
bugün Müslümanlar çözümsüzlük içinde
görünüyorlarsa bunun sebebi, İslamî kaynaklardan
bîhaber olmaklığımızdır.
Tedavi
olacağı doktoru çok iyi araştırıp soran
Müslüman, dinini kimden öğreneceği noktasında
bir araştırma içine girmemektedir. İtimat büyük
ölçüde sarsılmış, insanlar kürsülerden
konuşanları dinleme noktasında tembellik eder
hale gelmişlerdir.
Okumanın
azaldığı toplumumuzda, televizyon kanallarında
dişe dokunur, ciddi bir program nerdeyse yok
gibidir. Medyanın büyük bir kısmı, sadece
ihtilaf edilen bazı konuları biraz da polemik
merkezli olarak gündeme taşımaktadır.
Bu
noktada din eğitimi alt yapımız, gündeme
gelmektedir. Bizim dini bakış açımızı hangi
bilgiler şekillendirmektedir. Çok defa
duyduğumuz “Anladıysam arap olayım sözü”
Arapların zenci gibi siyah derili olduğu
şeklinde bir saplantı ve ön yargıya sebep
olmuştur. Vakıa olarak, Türk ırkından daha beyaz
tenli Araplar vardır. Kitabı Arapça, Peygamberi
Arap olan bir toplumda -affınıza sığınarak- bazı
kelplere “arap” ismi verilmesi tüylerimizi
ürpertmektedir.
Müslümanlar her daim birbirlerinden haberdar
olmalı, birbirlerinin dertleri ile
dertlenmelidirler.
Dün Filistin’e saldıran İslam düşmanları, bugün
Lübnan’a saldırmakta, genç, yaşlı, çocuk demeden
masum insanların kanı dökülmektedir. Birleşmiş
milletler vs. gibi dünya çapındaki kuruluşların
bu noktadaki yaptırımları ve ilgileri,
kutuplarda buzlara sıkışan bir balina kadar bile
olmamaktadır.
Müslümanlar, hadisi şerifin ifadesi ile bir
bünye gibi olmalıdırlar. Bünyenin herhangi bir
yerindeki rahatsızlık bütün bedeni
ilgilendirdiği gibi, dünyanın herhangi bir
yerindeki bir müslümanın ve insanın zulme
uğraması bizi de bir şekilde ilgilendirmelidir.
Her türlü duyarsızlık bir şekilde, bela, musibet
ve felakete götürür. Günahlara duyarsızlık,
manevi gelişmeyi ve ulvileşmeyi engeller.
Gelişime duyarsızlık, düşmanlar karşısında
güçsüz kalmaya ve mağlup olmaya sebebiyet verir.
Yakın ve uzak çevremizdeki, olumsuzluk ve
zulümlere duyarsızlık o ateşin bizleri de tehdit
eder hale gelmesine sebebiyet verebilir.
Duyarlılık, sağlam bünyelerin işidir. Arabasına,
evine ve iş yerine duyarlı alarm taktıran
Müslüman; dinî, dünyevî ve manevi hayatının
muhafazası için de duyarlı olmalıdır ki hayat
sermayesi verimli bir şekilde kullanabilsin.
Allah’ın selamı, rahmet ve bereketi üzerinize
olsun.