üzyılların
gerisinden insanlara bilmedikleri dünyadan kapı açan, şaşmaz
gerçekleri dile getiren birçok insan
var.
Sokrat ve Eflatun da bu söylediklerimden belki de en önemlileri...
Sokrates’in
Eflatun’dan daha yaratıcı ve daha güçlü bir kafa
yapısına sahip olduğu, zamanında
genç jenerasyonu etkilediği, diğer yandan ise
Eflatun’un fikirlerini kendine mal ettiği söylenir.
Düşüncelerindeki
yaklaşım,
iki insanın arasını ören
duvarları yıkmış, ikisini
bir potada eritmiştir. Bu nedenle, Sokrat’ın izlerini
Eflatun’da bulmak mümkündür.
İnsani
düşünceleri ortaya koymada bir başlangıç
gibi kabul edilen Sokrat’ın felsefesi, büyük ilgi görmüştür.
Yaşamını, çevresini saran gençlerle sohbetler yaparak geçiren
Sokrates’in
amacı, tartıştığı kişileri, herkesin bildiği
inandığı şeylerden şüphe ettirmekti.
Günümüze
kadar ulaşan ve bugün bazılarımızın kullandığı iki sözünden
biri “benim tek bildiğim,
bir şey bilmediğimi bilmektir” öteki ise “Kendini
tanı “dır. O dönemin geçer akçe olan sloganları, günümüz için de önemini
korumaktadır. Onun bu meşhur cümlelerinden de
anlaşılacağı üzere, şüphe
üzerine oturttuğu felsefede doğruyu bulana dek araştırma,
varoluş gayesini, sistemini
tanıma ve bilme amacı yatmaktadır.
Sokrat, insanlığı yıldızları algılamaya onlardaki mevcut
anlamları ortaya çıkartmaya davet eder. Yaşamı
siyasetçilerin değil, daha ziyade Yunanlı
sofilerin arasında geçmiştir. Sokrat’a
göre önemli olan insandır ve insanın
sırlarını, sınırlarını bilmek, dünyanın gizemini
bilmekten çok daha önemli ve anlamlıdır. Sokrat ölüm
sevgisini yaşam sevgisi ile birlikte düşünen ve bu nedenle
ölümü tebessümle karşılayan
nadir insanlardan biridir. Bütün konuşmalarında yaşamların
hep geçici olduğunu vurgulamış,
“Benim gibi siz de bu
felsefeye sıkı sıkı sarılın” öğüdünü vermiştir.
Sokrat’ın
arkadaşı ve aynası olan
Eflatun ise;
iyi
bir eğitim görmüş, gençlik yıllarında matematik ve şiir
ile uğraşmış, zengin bir ailenin çocuğudur.
O
da ustası gibi özenli, yalın, etkileyici anlatımıyla ün
yapmıştır.
Özgür
iradeleriyle belirli aşamaları yapmış bu
iki yetişkin insanın yaşamında
Şems ve Mevlâna’nın
izlerini görebilmek mümkündür. Nasıl ki Mevlana’yı,
belirli bir seviyeye getiren
Şems ise Eflatun’u da
yetiştiren Sokrat’tır.
Sokrat
öldükten
sonra Eflatun’un yaptığı
ilk iş, her şeyi yozlaşmanın pençesine düşüren insanların
yanından ayrılıp dünyayı dolaşmak olmuştur. Kelimenin tam
anlamıyla on iki
yıl yok olur. Sonrasında olgun bir insan olarak
Atina’ya geri döner ve kendini sevilen bir hoca
olarak kabul ettirir.
Kral
Dionysios’ la ters
düştüğünde, siyasete ve toplum sahnesine sırt çevirip
kendi dünyasına dönen Eflatun’un
bundan sonraki yaşamı yalnızlıkla geçer.
Eflatun’a göre, inançlı her kişinin mutlak varlık
belirtilerini kendisinde bulması mümkündür.
“Küçük
şeylere önem verenler, ellerinden bir şey gelmeyenlerdir.” diyerek
yola koyulan ve büyük oynayan
Eflatun’un mistisizmde
örnek alınabilecek çok farklı bir yanı
var.
Bu
gizli konumu
açığa çıkaran
Abdülkadir Geylâni Hazretlerinin torunu,
zamanın İnsan-ı
Kâmil’i Abdülkerim
Ceylî Hazretleri’ dir.
Bu
konudaki ayrıntılara girmeden önce, küçük de olsa bazı
bilgileri vermek zorundayız. İman nuru olmayan bir kişi
felsefe yoluyla kendindeki şartlanmaları, âdet ve tabiat
perdesini kaldırabilir, fakat üçüncü ve ana perde olarak
kabul edilen nefs perdesini kaldırması, kendi iradesinde olan
bir şey değildir.Bu perde, “iman nuru” denilen
ve yüz yirminci günde Şiron’ dan alınan etkilerle
kalkabilir. Nefs perdesi kalkmayan bir insan, ister istemez
cehenneme gider. İnsanın cehenneme gitmesi de yaşamı
boyunca elde ettiklerinin bilgi
düzeyinde kalmasının kanıtı olmaktadır. Bir anlamda
iman nuruna sahip olan kimse, yaşamı boyunca yaptığı
çalışmaların semeresini yaşam olarak bulur. İman nuru
olmayan, yani cehenneme giden kişi de ne kadar uğraş verirse
versin, edinimlerinin karşılığını elde edemez, çünkü
onlar bilgi düzeyinde kalır.(1)
Bu
arada akla takılan şu soruyu da yanıtlamadan geçemeyeceğim:
Eflatun örneğindeki gibi kendini tanıma amacına matuf çalışmaları
yapmadan
cennete giden, yani nefs perdesi kalkmış insanlar var mıdır
?
Şayet
mevcutsa onların
durumu nedir?
Bu tür insanların berzah boyutunda belirli arınmalardan geçtiğini
ve cennette sadece melekî yapıların olması dolayısıyla
buraya
melek niteliği ile girdiğini, ama berzahtaki arınmanın
sadece kötü huyları terk etme
ile ilgisinin bulunduğunu, kendini tanıma amacına
matuf olmadığını belirtmekte yarar var. Cennete
melekî yapıyla, ancak şuur olarak kendini insan
bilerek girecek olan bu tür yapıları
Hz. Resulullah
“ Bühl ”
tabiri ile nitelendirirken, cennetin çoğunluğunu da bu
sınıfın dolduracağını belirtiyor.
Buraya
kadar anlatılanları çokluk boyutu itibariyle değerlendirmek
yerinde olur. Teklik yönü ise oldukça farklıdır. Bakış açısı
değişiktir.Abdülkerim
Ceyli’ nin görüşü,
söylenenleri teyit eder mahiyettedir.
İnsan-ı
Kâmil isimli
eserinde Suret-i
Muhammediye bahsinde
“Cehennem ehlinin sayılamayacak kadar çok halleri
vardır, hepsi de hayret vericidir” diyerek,
“Mümin
olduğu, zahiri bir cürüm işlemediği halde, bunlar arasına:
“Özellikle
zâlimlerden size sıçrayacak fitneden sakınınız...”8/25
âyeti
kerimesinin gereği, cehenneme düşeni anlatmaya çalışıyor
ve bir de
bunların dışında cehennem ehli tabakalarında olduğu
halde, ilahi kudretle müminlerin dahi dünya hayatında
eremedikleri hakikâti bulanları anlatmaya kalksaydık nice
ciltler dolardı” diyerek
şöyle ilave ediyor:
Nitekim ben Eflatun ile
buluştum. Zahir ehli onu kâfir sayar.
Ve
onu Gayb alemini, nurla aydınlıkla doldurmuş gördüm.
Ve onu öyle bir makam tutmuş gördüm ki, Evliyadan hiçbirinde
öyle makam görmedim.
Ona sordum:
Sen kimsin ?
Şöyle
anlattı: “Ben zamanın kutbuyum. Zamanların birinci
geleniyim.”
Görüleceği
gibi Eflatun hakkında
zahir ve batın yönlü açıklamalar, insanı hayrete düşürecek
niteliktedir. Ve her iki görüş de bu konuyu bilen zirve
insanlar tarafından yapılmıştır. Biri zahir yönlü anlatımla iman nurunu almaması dolayısıyla
cehenneme gittiğini belirtirken, diğeri kendisiyle
cehennemde görüştüğünü ve çok daha kalıcı ve derin bir
ifadeyle cehennem ortamında tüm sıkıntıları ve külfetleri
yaşayanların
azap çekmediğini, aksine,
bulunduğu boyutu aydınlattığını,
birçok mümin,
hatta Evliya zümresinde bile onun gibi bir makam tutmuş
olanını görmediğini anlatıyor.
Bu
halde daha açık bir ifadeyle
şu sonuca varmamız mümkündür:
“İnna
külle şey’in halaknahu Bi-
Kader” Kamer/49
(
Gerçekten biz her şeyi kaderiyle halk ettik!..) âyeti kapsamında
Mutlak varlığın her şeyi ihata etmesi ve Allah
ismi manâsında bir tanrıya yer olmadığı gerekçesiyle
cehennem ortamını dilediği mahallerle o ortama uygun manâlarla
bezeyerek seyrettiğini, Eflatun’un da bu mekân için seçilmiş
biri olduğunu ve kader hükmüyle cennete gitmeyip cehennemi
mekân tuttuğunu söyleyebiliriz.
Bu ortamın gerçekleşmesi için kendisine iman nurunun
tesirleri, kader hükmü gereğince yansımamış
ve şaki hükmüyle
cehenneme girmiştir.
Burada anlatılanların kuşkusuz hemen değerlendirilecek şeyler olmadığını biliyorum. Ama onun nasıl bir cehennem hayatı yaşadığını birkez daha düşünmeniz gereğini hissediyorum.
İstanbul
- 26.02.2002
http://sufizmveinsan.com
Kaynakça:
( 1 ) Ahmed Hulûsi;Kendini Tanı, 6.baskı sayfa 96, Akıl ve İman 9.baskı
sayfa 59.
Platon-Eflatun; Devlet,Çev. Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali
Cimcoz
|