Prof.Dr. M.Kerem Doksat
 

Sık sık işittiğimiz, okuduğumuz bâzı kavramların kısaca açıklanması iyi olacak… Bunların başında da bol keseden kullanılan, herkesin dilindeki empati ve başlıktaki diğer kelimeler var. Empati karşılığında eşduyum ve duygudaşlık kelimeleri de kullanılmakta…Empati bir insanın kendisini karşısındakinin neyi neden yaptığını, hangi gerekçe ve şuurlu / şuurdışı sebeple öyle davrandığını anlayabilme san’atıdır. Başlıca iki alt tipi vardır:
· Bilişsel (cognitive) empati: Yukarıda anlatılanları entelektüel ve rasyonel plânda yapmaktır.
· Duygusal (emotional) empati: Bilişsel empatinin yanı sıra, muhatabının duygularını gerçekten yaşantılayabilmektir. En ideâl empati tipidir. Sempatiden farkı, bunu yaparken terapistin nesnelliğini koruyabilme becerisidir.

Bu kavramların anlaşılıp gerçek hayata tatbiki esasen öyle kolay şeyler değil… Özellikle biz ruh sağlığı profesyonellerinin icrâ-i san’at eylerken mutlaka uygulamamız, hâttâ rutin hayatımıza sokmamız gereken ve ciddi eğitimle, süpervizyonla kazanılan bir beceridir empati.

Zor olan da, empatide kalıp sempatiye veya antipatiye kaymamayı başarabilmek… Komik bir örnek vereyim:
Seneler önce asistanlarımızla bir vak’a tartışmasındayız. İki genç “doktores” asistanımız poliklinikten takip ettikleri hataları danışmaktalar. Tesâdüf bu ya, arka arkaya ikisine de karılarını aldatan kocalara bağlı âile krizi yaşayan çiftler gelmiş. Karılarına antidepresan ilâçlar vermiş bizim kızlar, kocalara ise Melleril. Şimdilerde piyasadan kalktı ama Melleril (tioridazin) çok etkili, güzel bir ilâçtı. Küçük dozlarda sıkıntı giderici, yüksek dozlarda ise antipsikotik etkisi vardı.

Kadınlara antidepresan verilmesi tamamdı da, neden adamlara Melleril reçete etmişlerdi? Cevap beni koltuktan hoplatacaktı neredeyse: “Adamlara kimyasal kastrasyon yapıp cezalandırmak için hocam!”. Melleril’in en önemli yan etkilerinin başında cinsel işlevi ciddi derecede bozması gelirdi… Yâni bizim kızlar kadınlarla saf tutup onları tedavi ediyorlar, adamları ise “sıkıntınızı giderir” bahanesiyle ilâçla âdeta iğdiş ediyorlardı!

Her türlü meslek ahlâkına aykırı düşen bu tavrı acemiliklerine verip ikaz ettim: “Sizler moralist değil terapistsiniz. Asla hastalarınızla saf tutmak, birilerini kayırıp öbürünü cezalandırmak yetkesine ve yetkisine sâhip değilsiniz” dedim. Acemi çaylakların hatası, kadınlara sempati hissedip, kocalarına antipati duymalarından kaynaklanmakta idi; ikisi de yanlıştı! Eğer endikasyon yoksa, yâni tıbben gerekmiyorsa, sırf cinsel organını kullanmaması için birisine ilâç verilemezdi.

Hâlbuki, kocalarla da, karılarıyla da ayrı ayrı görüşüp sorunları tarafsızca bir tavırla ve empatide kalarak değerlendirmeleri gerekirdi. Buradaki sorunsal başka iki kavramı da barındırmaktaydı: Transfer (aktarım) ve kont-transfer (karşı aktarım).

Her hekim hasta münasebetinde, bilhassa psikiyatride hekimle hasta arasında bilişsel ve duygusal bir alışveriş yaşanır, çok da tabiidir. Hasta hekimine karşı olumlu veya olumsuz her türlü duyguyu yaşayabilir çünkü onu hayatındaki anlamlı kişilerle özdeşleştirir. Bu olumlu ise pozitif transfer (olumlu aktarım), olumsuz ise negatif transfer (olumsuz aktarım) söz konusudur. Bâzı vak’alarda (Freud’a göre hepsinde) bir erotik transfer de yaşanır, hasta hekimine âşık olabilir, baştan çıkarıcı davranabilir. Usta bir psikoterapist bu etkileşimleri akıllıca yönelterek ve yöneterek terapiyi sürdürür.

Eh, tabii ki hekim de insandır ve duyguları, zaafları vardır. Bu sebepledir ki, hastasıyla yaşadığı terapi sürecinde aynı şekilde o da muhatabına bâzı duygular, düşünceler, roller atfeder. Buna da kontr-transfer (karşı-aktarım) denir. Aynen bu da olumlu veya olumsuz yönde gelişebilir. Hâttâ erotik kontr-transfer gelişebilir. Usta bir psikoterapist kendisindeki bu gelişmeleri de denetleyebilmeli ve tarafsızlık ilkesini koruyabilmelidir. Eğer başaramıyorsa, en doğrusu, hastasını güvenilir bir başka meslekdaşına yönlendirmesidir.

Geri dönelim bizim kızlara… Kadınlarla empati değil sempati, adamlarla da antipati yapmışlardı. Ayrıca kadınlarla pozitif kontr-transfer, adamlarla da negatif kontr-transfer içerisine girmişlerdi. Sonuç olarak da hekim gibi değil hâkim gibi davranmış, hâttâ infazı da gerçekleştirmekteydiler! Tabii ki işin doğrusunu öğrettik ve hâlen de meslek hayatlarına başarıyla devam ediyorlar.

“Doğuştan psikolog” denen tipler vardır. Bunlar aslında empati yetenekleri çok fazla olan, zeki ve hassas insanlardır. Psikiyatriye ve klinik psikolojiye en uygun kişiler de böyle insanlardır.

Aslında empati yeteneği geliştirilebilir bir şeydir. Yeter ki biraz ben-merkezci değil de diğerkâm (altruist), alıcı değil verici olmaya gayret edelim. İşte, o zaman sosyal hayatımız da çok daha zengin, zevkli ve olumlu hâl alacaktır.

Bol empatili günler dileğiyle…

 

 
 

İstanbul - 15.08.2007
M. Kerem Doksat
Professor of Psychiatry
Istanbul University
Cerrahpaşa Medical Faculty
Department of Psychiatry
Head of the Mood Disorders Unit 
http://sufizmveinsan.com
doksat@superonline.com