Maddi
fetihler, gönüllerin fethine medar olacağı için
değerlidir.
İnsanı
kemale erdiren ve değerli kılan manevi boyutudur. Bu
gerçeğin anlaşılmasında ölüm vakıasından istifade
etmek mümkündür. Ölüm esnasında insandan ayrılan,
manevi boyut olan ruhtur. Ruh bedenden ayrıldıktan
sonra, en sevdiğimiz kişi dahi bize yabancılaşmakta,
bir gece o ceset ile yalnız kalmamız istense,
içimizi bir ürperti ve korku sarmaktadır. Bundan
anlaşılıyor ki, o sevgiyi hissetmemiz noktasında
ruh, birinci derece önem arz etmektedir. İşte
insanı değerli yapan ve ona güzellik bahşeden bu
manevi yönüdür. Ancak ruh gerekli manevi gıdalarla
beslenip geliştirilmeyecek olursa, “insan insanın
kurdudur” gibi bir yaklaşım ile insanlıktan
uzaklaşan tehlikeli, cani bir varlık karşımıza
çıkabilmektedir.
Kâinat
emrine verilen insan, beden gibi maddi ve ruh gibi
manevi iki zıt unsurdan meydana gelmektedir.
Bedenin gıdaya ihtiyacı olup üç öğün yemekle
beslendiği gibi, ruhun da gıdaya ve günde beş defa
manevi ikmale ihtiyacı vardır. Nitekim Âlemlerin
Rabbi sadece insana, kendi ruhundan üflediğini haber
vermektedir (Hicr, 15/29; Sâd, 38/72). Bu ilâhî
nefhadan uzaklaşan insan kemâlattan uzaklaşmakta,
değersizleşmekte ve kendi yapısına saygısızlık
etmektedir. Böylesi hakikati tanımayıp maneviyattan
uzaklaşan kişileri Kur’ân şu ifadelerle yermektedir.
“Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle
kimseler yarattık ki, onların kalpleri vardır ama bu
kalplerle idrak etmezler, gözleri vardır onlarla
görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler.
Hâsılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da
şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar bunlardır”
(A’raf, 7/179). Akıl ile değer kazandığı halde,
kabiliyet ve iradesini iyi kullanmayan insan, değer
kaybetmekte ve ayette ifade olunduğu üzere
hayvanlardan daha aşağı bir derekeye düşmektedir. Bu
derekeden kurtulabilmek ancak gönüllerin ilahi ve
manevi sahaya açılması ile mümkün olabilmektedir.
Gerçek insan
olma, kemâlata ve hakiki huzura erme ancak
gönüllerin fethi, Allah’ın nur ve feyzinin kalplere
dolmasıyla mümkün olabilir. Müslüman için beş vakit
namaz ve Allah’ı zikir, kemalat yolunun vazgeçilemez
unsurlarıdır. Bu değerlerden mahrum zavallılar,
sıkıntı ve stres içinde kalırlar. İlahi rehberimiz,
Allah’ın zikrinden yüz çevirenlerin, geçim sıkıntısı
içinde olacaklarını haber vermektedir. “Her kim
de benim zikrimden (Kur'ân'dan) yüz çevirirse,
(bilsin ki) ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet
günü kör olarak haşrederiz” (Taha, 20/124).
Nitekim günümüzde insanlar nice imkân ve maddi
varlığa rağmen geçim sıkıntısından bahsetmektedir.
Çünkü huzur ve mutluluk insanın dışında değil,
içindedir. Kalpleri gıdasız ve nursuz kalan
insanların, gönülleri katılaşır. Onlar eğlence ile
mutlu olabileceklerini zannederler. Manevi
değerlerden uzaklaşanlar, belki neşeli anlar
yaşayabilirler fakat huzurlu bir hayat süremezler ve
onların ahiretten de nasipleri yoktur. “Her kim
ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını
artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da
ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi
yoktur” (Şûra, 42/ 20). Para ve maddi imkân
birçok şeyin kabını verebilir fakat hakikatini
sağlayamaz. Neşeli anlar yaşatabilir fakat mutluluk
veremez. İlaç sağlayabilir fakat sıhhat veremez,
arkadaş verebilir fakat gerçek dost veremez.
Gerçek
mutluluk ve gönüllerin fethi, bazı şartlara
bağlıdır. Hakikî iman, salih amel, ihlas ve
adanmışlık olmadan gönül ülkesine girmek mümkün
olmaz. Hidayet üzere olabilmek ile gönüllerin
fethinin yakın alakası vardır. Sebeplere tevessül
edilmeksizin neticeye ermek mümkün olmaz. Gönüllerin
fethinin bir boyutu, tasavvuf terbiyesiyle yakından
alakalıdır. Bilindiği üzere dinin manevi boyutuyla
yaşanması, daha ziyade İslam tasavvufunun
ilgilendiği bir sahadır. Bu noktada gönül erleri
devreye girmektedir. Zira verimli bir gelişim için
modelleme önem arzetmektedir. Tasavvuf terbiyesi,
İslam tarihi boyunca modellemenin en güzel
örneklerinin verildiği bir kurum olmuştur. Mevlana,
Yunus, Hacı Bayramı Veli ve Hacı Bektaşi Veli gibi
zatlar hep tasavvuf terbiyesiyle yetişmişlerdir.
Hatta “pabucu dama atılmak” tabirinin kaynağı ahilik
teşkilatında da böyle bir hava esmektedir.
Her kişi
kendine yakın insanların yanında huzuru
hissetmektedir. (Rûm, 30/32). Manevi fethe mazhar
olmak isteyenler de, Allah’ın nur ve feyziyle meşgul
insanlara yakın olmak durumundadırlar. Herkes
bulunduğu yerdeki atmosferden bir şekilde etkilenir.
İnsanın
maddi ve manevi yönünün bir yansıması olarak iki
dünya oluşmuştur. Birinde paranın sözü geçer,
diğerinde vicdanın. Vicdanın körelmediği
topluluklardaki insanlar, hak ve hakikati kabule
hazırdır. Bu vicdanlar, ilahi rehberliğe teslim
olduğunda mükemmellik yolunda hızla ilerlerler.
Allah’ın zikri her şeyden daha yücedir. “Sana
Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl.
Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve
kötülüklerden vazgeçtirir. Allah'ı zikretmek ise,
muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yapmakta
olduklarınızı bilmektedir” (Ankebût, 29/45).
Gönül coşkusu, kalplerin Allah sevgisiyle çarpması
neticesi hissedilebilecek bir ayrıcalıktır.
Bunun yerini doldurabilecek hiçbir maddi unsur
yoktur. Her şey, kendi cinsinden olan ile ülfet
edebilir. Nitekim aile ocağındaki ülfete yüce
Kitabımız bu noktada işaret etmektedir. “Kaynaşmanız
için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda
sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O'nun (varlığının)
delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir
kavim için ibretler vardır.” (Rûm, 30/21).
Kalbin
huzuru da zikrullah ve Allah’ın nuruyla mümkün
olmaktadır.
Çünkü kalbin gıdası da fevz-i ilahidir. Çünkü burada
zikri geçen, maddi kalbi çevreleyen gönül veya fuad
denilen manevi kalptir. Bunun fethi de ancak, iman,
salih amel ve ihlas ile mümkün olabilmektedir.
Böylesi kimseler, Allah yolunun yolcuları, hatta
Allah’ın dostu eviyaullah haline gelirler. Allah
dostları için ise, hiçbir korku ve endişe yoktur.
“Haberiniz olsun ki, muhakkak Allah Teâlâ'nın
velîleri için bir korku yoktur ve onlar mahzun da
olmayacaklardır” (Yûnus, 10/62).
Huzurlu ve
mutlu bir ömür için, hayat sermayesini verimli
kullanmak gerekir.
Eşya zıddıyla bilinir kaidesince, gönüllerin
fethi nefislerin kontrolüyle mümkündür. Yazımı
yazarken kahvaltı sebebiyle ara verdiğimde sabah
haberlerinde Michael Jeakson’ın taciz davasıyla
ilgili haber dikkatimi çekti. Bâtıla kendini
kaptıran gençliği peşinden koşturabilen bir kişinin
kamuoyu önünde düştüğü aşağılık durum, nefsin insanı
hangi derekelere düşürebileceğinin açık
örneklerindendir. Yine dünya jandarmalığına soyunan
Amerika başkanlarından Bill Clinton’ın skandalı
zihinlerde tazeliğini korumaktadır. Nefsine hâkim
olan, dünyalara hâkim olabilir. Dünyaya hâkim
olabileceğini zanneden, nefsin mahkumu olabilir.
Gönülleri
kapalı insanlar, nefsin elinde oyuncak olurlar.
Fani ve daha önemlisi, ebedi mutluluğu tadabilmek
için nefislerin kontrol altına alınıp gönüllerin
fethedilmesi gerekmektedir. Maddi fetihler de bu
manevi fethe altyapı oluşturmak içindir. Manevi
fetih, maddi fetihten daha önemli ve bir o kadar da
güçtür. Nitekim Rasulullah Efendimiz zorlu bir
savaştan dönerken “Küçük cihattan büyük cihada
dönüyoruz” buyurarak nefis mücahedesinin ve
gönül kalesinin fethedilmesinin zorluğuna işaret
etmiştir. Ama zoru başarmanın maddi ve manevi hazzı
bir başkadır. Hayatın hakiki gayefi bu fethi
gerçekleştirebilmektir.
Gönül
kapımızın açılarak, manevi baharı yaşamak
temennisiyle.