aşı kırkın üzerinde
olanların ne kadarı anımsıyor bilemiyorum ama, yaşı kırkın
altında olanların hiç anımsamadıkları şeylere tanık oldu bu
toplum!...
Kastettiğim herhalde yaşanmış bir “ Batı yakası
hikâyesinin “ öyküsü değil. İki yıl kadar güçlü bir
şekilde esti. Bu rüzgarın ismi, mistisizm de ” Vahdet-i
vücud “ kavramı ile anılıyor ve biliniyordu.
Bir bomba tesiri yapacak bu akımın gelişi manşetlerde şöyle
dile getirilmişti.
“ Tek gümbür gümbür geliyor.
! ”
Bir gazetenin köşe yazısında çıkan
bu haber, yorumlanmakta geç kalınmadı..
Kimileri, tam anlayamadığından ötürü dudak büktü, bazıları ise
“ eski köye yeni adet mi gelirmiş “ diyerek
tavır aldı ve içeriği varoluşun gayesi olan bu
yazıyı benimseyenleri sapıklıkla suçladı. Ayrıca, İçgüdüsel
yaşamından kesitler vererek baskı yaratmaktan da geri kalmadı.
Kimi de, alaycı bir tavırla “ bu da gelir geçip gider
“ dedi ve bu felsefeye onay vermedi .
Bazı çok bilmişler ise, bu teklik sloganının adını bile koydular
;
“ mistisimde yeniden yapılanma ! “
Bir bakıma, dini algılamada yeni bir anlayış olarak kabul
ettiklerini anlatmak istiyorlardı böyle düşünenler...
Hayatı dolu dolu yaşayan, dini ise
bir hobi gibi kabul eden türdendi bütün bunları söyleyenler.
Hevalarına göre konuştukları, şimdiye kadar bu konuyla ilgili
bir dokümana pek rastlamadıkları besbelliydi.
Aslında; yeni bir akım, yeni bir şey değildi bu. Her alanda
olduğu gibi, bir şeyi ilk kez gören için yeni idi. Anlaşılan
gözler bu satırlar ile ilk kez tanıştığı için böyle
tanımlayabiliyordu.
Oysa yazının başlığı, varlığın tek ve bir bütün olduğunu ifade
ediyordu. Tasavvuf lisanındaki adı ise “ Vahdet-i Vücud
“ şeklinde geçiyordu...
Vahdet-i Vücud felsefesinin,
teorik olarak, varlığı binlerce yıl öncesine dayanır.
Onu ilk hissedişimde bende, yakın bir akraba, sevgili, dost
intibaını uyandırmıştı. İnsanlara sıcak sıcak gülümseyişini
anımsar gibiyim. Her zamanki zarifliği, sadeliği ile her yerde
karşımda duruyor ve bir ayna görevini üstleniyordu. İnsana ilk
anda çok ters gelen bu felsefe, hayata geçirildiğinde bayağı
etkili oluyor ve bireyin yaşam açılarını değiştiriyordu. Onun
karşısında sert, nobran, haşin yapılar diz çökerken, yerine
uysal, anlayışlı, yumuşak başlı insanlar geliyordu.
İnsan hafızasında çok şeyin
silindiği veya bazı gerçeklerin de kısa periyotlarla
hatırlanabildiği için, düşünce dünyası kararmışlara bir ışık
tutar
diye bu açıklamaları yapmak zorunda kaldım.
Varlığın özünü yansıtan bu felsefe çok benimsendi.
Uykudan uyandırılmanın en etkili aracıydı ve çok güçlüydü. O;
sanki hayatın parçası değil, taa kendisiydi!..
Yaşamın birçok güzelliklerini paylaştığım bu tasavvuf
felsefesini veya gerçek felsefeyi düşünce dünyalarına yakın
bulanlar, yaşamının zor olduğuna da dikkat çekti.Varoluş gayem,
fıtratım beni başkaca bir arayışa itmedi. Belki bir profesyonel
değilim ama teklik duygusunun dışında kalan bir yaşamı asla
düşünemiyorum, aklımdan bile geçiremiyorum. Bu felsefede,
çokluk/kesret kavramlarına itibar edilmez. Fiillerinden ötürü
kimseye buğz da yapılamaz.Suretlerin çokluğu sizi yanıltmasın.
Bu duyu araçlarının bize bir getirisidir... Teklik
yaşamına esir olanın hayatından, bireysel sıkıntılar,
yokluklar, ezilmişlikler çıkar gider. Bu tür duygular hep bir
baş kaldırma, hayatta kalma, var olma mücadelesinin ürünüdür.
Bunlar Hümaniter değerlerdir. Akıllı olan, bu felsefenin
nimetlerinden yararlanmasını bilendir. Allah’ın ahlakı ile
ahlaklanmaya hevesli bir insan, kendine kesin sınırlar çizmediği
için umulmadık ve beklenmedik bir karakter erozyonu ile karşı
karşıya kaldığında asla bocalamaz. Dimdik ayakta kalır.
Yaşadığı boyut onun hemen yanı başındadır.
Ne var ki, bugün İslâm dünyasında, müslüman bir anne
ve babadan doğmuş ve belirli bir din eğitimi almış, hep
İslâm uğruna çalışmış, müslüman gibi yaşamış, müslüman gibi
yemiş, müslüman gibi içmiş, tam bir müslüman gibi düşünmüş yani
bir anlamda dinin temel esaslarını almış ve İslâmın dünya
platformuna bir damga vurduğunu kabul etmiş bireylerin,
kitlelerin coğrafyasına bir göz atın, tahmin ediyorum bu
felsefeden tek bir iz bile bulamayacaksınız..
Birilerinin özellikle bu teoriyi kapatmak, bazı kimselerin gözü
önünde bitirmek, yok etmek için sanki ellerinden geleni
artlarına koymuyorlar gibi bir
izlenim var bende..!
Acaba yanılıyor muyum ne dersiniz.?
İstanbul
- 06.03.2002
http://sufizmveinsan.com
|