Toplumun gafleti, fertlerin gafletinin çarpımıdır.
Kişinin hak ve hakikatten uzaklaşarak gaflete düşmesi,
‘emr-i maruf ve nehy-i anil münker’ (iyiliği
yaygınlaştırma, kötülükten uzaklaştırma) vazifesinin
terk edildiği toplumlarda yaygınlaşır. Böylesi
toplumlarda, müminler aynalık vazifesini yapmadığı için
kötülükler sıradanlaşarak yaygınlaşır ve toplumsal
gaflet halini alır.
Sokakta veya yakın çevremizde gördüğümüz olumsuzluklara
tepkisizliğimiz bize, bela ve musibet olarak geri döner.
Nemelazımcılık ve vurdumduymazlık, neticede bizim
başımıza da çoraplar ören bir tehlike haline gelir.
Küçükken başı ezilmeyen yılan ve çıyanlar semirir, bizim
evladımızı bize karşı kullanır hale gelir.
Ne yarattığını gayet iyi bilen Allah, kulunun nelerle
huzur duyacağını bildiğinden emretmiş ve rahatsız
olacağı hususları da yasaklamıştır.
Gafletin başı; Günahlarımız
Günahlar yerçekimi gibidir. Günaha dalan fert ve
toplumlar yükselemez. Maddi açıdan yükselmiş gibi
görünse bile, toplum vicdanında ve Allah katında
haksız kazanç elde edenler alçalırlar. Aslında eğer
vicdanları tamamen körelmemişse iç huzuru da duyamazlar.
Gaflet ve günahlara dalmak, insanın manevi ve ulvi
yönünü köreltir. İsyana dalan kişi hakiki iç huzurunu
derinden hissedemez. Para birçok şeyin kabını verebilir
ama içini veremez. Mesela neşeli anlar yaşatabilir ama
huzur veremez. İlaç verebilir ama sıhhat veremez.
Arkadaş verebilir ama gerçek dost veremez. Allah’ı
unutandan Allah (cc) uzak olur. Allah’tan uzak toplumu,
polis ve kanun zoru ile yola getirmek mümkün olmaz.
Korkusuz ve kontrolsüz bir toplumda güven ve huzuru
sağlamak zor olur. Bunun topluma getirdiği
olumsuzlukları günlük hayatımızda görmek mümkündür.
Sadece kapkaç olayını düşünmek, bunun ne anlama
geldiğini gösterebilir. Gazetelerin manşetleri veya
toplumsal çürümüşlüğü haber olarak ön plana çıkaran
sayfalar, bunu hayıflanacak (!) şekilde anlatmaktadır.
Düşünmekten kaçmamalı
Toplumsal gaflet, ancak tefekkür ve şuur ile yok
edilebilir. Tefekkür, düşmeden önce düşünmeyi gerektiren
bir kavramdır. Düşüncesiz ve öngörüsüz hareket eden fert
ve toplumların yakın ve uzak istikbali karanlıktır.
Şuur, insanı geliştiren ve hakikati anlamaya yardımcı
olan mükemmel bir kontrol unsurudur. Ama maalesef
okumadan fikir sahibi olmaya çalışan insanımız, bu
değerlerden hızla uzaklaşarak ‘ekran cahilleri’ haline
gelmektedir. Televizyonların en çok izlendiği
saatlerdeki (prime time) dizi veya programları bu gözle
incelemek, ne demek istediğimizi gayet iyi
gösterecektir.
İlk emri ‘oku’ olan bir kitaba, ‘iki günü birbirine
müsavi olan aldanmıştır’ diyen bir peygambere inandığını
ifade eden bir toplum, okumadan uzak, beyin uyuşturucu
programlarla başı dönmüş durumdadır. “Bu gidiş nereye?”
diyecek bir yaklaşım, şimdilik kabul görüp görmeyeceğini
düşünerek beklemektedir.
Dinden uzaklaşan kişi, hak ve hakikatten uzaklaştığı
gibi kendinden de uzaklaşır.
Bizim toplumumuz için daha tehlikeli bir durum, (Allah
korusun) ‘mürtet’ durumuna düşenlerdir. Bunlar kendini
din ile bağlantılı zannettikleri ve cenaze namazları
kılındığı halde, dinden fersah fersah uzak kimselerdir.
Bu kardeşlerimize, Allah hidayet versin. Bir helali
haram veya bir haramı helal saymanın dinden çıkmaya
yettiğini bilen her Müslüman, ne demek istendiğini gayet
iyi anlayacaktır.
Burada bu konuları bilen Müslümanlara büyük görevler
düşmektedir. Bilmeyerek, hataya düşen kardeşlerimizi
uyarmalı, onların ebedi hayatlarında perişan olmamaları
ve toplumumuzun dirliği ve selameti için onlara tatlı
bir dil ve güler yüzle, doğruları anlatmalıdır.
Allah’ı unutmak!
Toplumsal gaflete giden
noktaları ifade edercesine Rabbimiz;
“Allah'ı unutan ve bu
yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu
kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.”
(Haşir, 59/19) ayetiyle bizleri ikaz etmektedir.
Bir Müslüman için namaz, Allah’ı hatırlamanın en gerekli
ve mecburi yönüdür. Etrafımıza bir bakalım, dört bir
yandan haydin namaza, “haydin felaha” davetine icabet
edebilenlerimizin sayısı ne kadar? Peki, bu davete
uyduğunu düşünenler arasında; “(Resûlüm!) Sana
vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki,
namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı
anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah
yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 29/45) hükmü gereği
kötülüklerden uzaklaşabilenlerimizin sayısı ne kadar?
Dindar olduğunu düşünenlerin durumu, toplumda dindar
kimliğiyle ilgili kanaatleri oluşturmaktadır. Eğer, “sen
onun en ön safta namaz kıldığına, defalarca hacca
gittiğine bakma…” diye başlanan sözleri etrafımızda sık
duyar hale gelmişsek, silkinip toparlanmamız gerektiğini
anlamamız gerekiyor.
Kendimizi hesaba çekelim
Kimse kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi hissetmemeli,
hesaba çekilmeden önce nefislerimizi hesaba çekmeliyiz.
Günahına pişmanlık duyup gözyaşı dökebilen ne kadar
müslümanımız var? Bizim böyle bir derdimiz var mı? Yoksa
o kanal senin bu kanal benim veya o kahvehane köşesi
senin burası benim diye mi ömrümüz geçiyor?...
Toplumumuzun dini açıdan nasıl bir durumda olduğunu
hepimiz görüyoruz. İnsanlarımız kitle iletişim
araçlarıyla uyuşturulmuş, batılı hayat tarzı içerisinde
kaybolmuş bir durumda. Bir kısım halk da ekmek derdi
peşinde... Akıllar bir karış havada; bazıları köşe
dönme, bazıları makam mevki sevdasında, bazıları gününü
gün etmeye çalışıyor ve bazılarının akılları ise belden
aşağısı ile meşgul olur hale gelmiş!...
Müslüman kendi günah ve hatalarını, birinci derecede
öncelikli problem olarak görmelidir. İnanmayanların
hakkından gelecek olan bizzat Allah’tır. Onlara geçici
hayatta verilen mühlet, inananları yanıltmamalıdır.
Evet, müslümanlar güçlü olmalıdırlar, ancak bu güç
onları kuru kibire ve Allah yolunda gayretten geri
durmaya sevk etmemeli, bilakis bazı şeyleri Allah
yolunda feda edebilmek için harekete geçirmelidir.
Zilletimizin sebebi
Nitekim Rabbimiz; “De ki: "Babalarınız, oğullarınız,
kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz
mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza
giden evler, sizce Allah'tan peygamberinden ve Allah
yolunda gayretten daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu
gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola
eriştirmez” (Tevbe, 9/24).
Burada etrafında olup biten kötülüklerle ilgilenmeyerek
gaflete düşen müslümanlara güçlü bir uyarı ve tehdit
vardır. Görüldüğü gibi böylesine ihmalkârlığın neticesi,
fasıklığa kadar gidebilmektedir.
Eğer Allah’ın dini için çaba gösterip cihada
“Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azapla azap eder ve
yerinize başka bir millet getirir. O'na bir şey de
yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir.” (Tevbe, 9/39).
Müslümanların bugünkü zilletinin en önemli sebeplerinden
biri, bu ayetin hükmüne göre hareket etmiyor
olmalarıdır.
Kendini kötülüklerden alıkoymaya gayret etmeyen kimsenin
topluma verebileceği pek bir şey yoktur. Asıl mücahit,
Allah’a itaat uğrunda nefsi ile mücahede edendir.
Nefsine söz dinletebilenlerin, söz dinletemeyeceği insan
pek az bulunur. Bunu kişi, bizzat kendi tatbik ettiği
gibi gelecek nesillere de aktarmak durumundadır. Ferdi
ve toplumsal gafletten kurtulmak ancak böylelikle mümkün
olabilir.
|