ugünün
sohbetini tasavvuf meraklılarına ve onların bir hayli ilgi
duydukları iki
konuya ayırmış bulunuyorum.
İslâm
âleminde tasavvuf felsefesi ile ilgilenenler, yani
konuların batınî derinliğine dalanlar, Muhyiddin-i
Arabi’yi, Vahdet-i Vücûd’un babası olarak kabul
ederler. Her ne kadar, İmam-ı Gazalî de bu teorinin öncülerinden
sayılsa da, yarı açık dille açıklamalar yaptığı için,
bu konuda Arabî kadar başarı sağladığı söylenemez.
Ben olaya zahir gözle bakıyorum. Onların derecelerini bilmek
haddim değil. Ancak, acizane kanaatim
budur.
Vahdeti
Vücûd teorisine birçok Evliya iştirak etmiştir.
Büyük zatlardan Ubeydullah Ahrar da “tasavvuftan
gaye, vücûd bahsidir.” diyerek
felsefesini belirtmiştir.
Diğer taraftan, Hz. Resûlullah’ın vefatını müteakip,
yaklaşık bin yıl sonra bu düşünce Ahmed Faruk Serhendi
tarafından geliştirilmiş, tasavvufta önemli olan Vücûd
felsefesi, çizgi değiştirip “Mevcut olan, Allah’tır, her şey O’nun ancak gölgesidir.”
anlayışıyla, adeta bir devrim modeli yaratılmıştır.
Bu teoriye göre vücûd, hayalden ibarettir. Aslında, Abdülkâdir
Geylâni Hazretlerinin torunu olan zamanın İnsan-ı Kâmil’i Abdülkerîm Ceylî Hazretleri de, âlemlerin varlığını
hayal olarak kabul etmekte ve vücûdun, bir anlamda var olmadığına
dikkâti çekerek, varlık alemini “zıl” (gölge),
yani bir anlamda hayal olarak kabul etmektedir.
Bu haliyle, vücûdun mutlak/gerçek olarak düşünülmesi imkânsızlaşır.
Dolayısıyla her şey, O
değildir, O’ndandır, görüşü öne çıkmaktadır.
Bu
anlayışı şirk ‘e düşmek
gibi kabullenmekten kaçının. Zira, hiçbir fikre
varamaz, anlamaz olursunuz!..
Şayet,
fikrimi soracak olursanız;
olaya Ahadiyyet
noktası ile bakar, bu perspektiften değerlendirmeler yaparak
değerlendirip şöyle bir kanaate varırdım:
Vahdet-i Şuhud görüşü, vahdet-i vucut görüşünün üstündedir
Bir
diğer bahis de şudur:
İmam-ı
Rabbani Hazretleri,
“MEKTUBAT-I RABBANİ”
isimli eserinde, Muhyiddin-i Arabi’nin
başından geçen ve Fütuhat-ı Mekkiye isimli kitabında
anlattığı bir olaya değinmektedir..
Arabi,
malum eserinde şöyle diyor.:
“Kâbe-i Muazzama’nın tavafı sırasında, bir topluluk
zuhur etti. Onlar da Beyt’i tavaf ediyorlardı. Amma, ben
onları tanıyamadım. Onlardan biri, benim tarafıma yaklaşıp
baktı ve şöyle dedi:
- Ben senin ecdadın cümlesindenim.
Bunun üzerine şöyle sordum:
- Vefatın üzerinden kaç sene geçti?
– Kırk bin seneden fazla...
Onun bu cevabına hayret ederek şöyle dedim:
- Adem’in yaratılmasından yana henüz yedi bin sene bile
tamam olmadı, bu nasıl olur?”
Arabi
Hazretleri, bundan sonrasını şöyle dile getiriyor:
“O vakit, hatırıma geldi ki;
Allah Teala, yüz bin
Adem yaratmıştır. Hâdis-i
Şerifi, bu kavli teyid etmektedir...
“
Arabi’nin
bu kanaatine karşın, Rabbani Hazretleri’nin yorumu ise şöyle:
“Hz.
Adem’in varlığından önce
gelip geçen bütün ademler, Resûlallah Efendimiz’e ve ona
salât ve selam olsun, vücûd olarak, hepsi misal aleminde değillerdi.
O ki, şehadet âleminden vücûd buldu. Yeryüzünde hilafete
nail oldu, melaikenin dahi secde ettikleri oldu. Bu yalnız, Ebul Beşer Adem idi...
Arabi’nin, üzerinden kırk bin yıl
geçmiş olarak bulduğu kimse, misal aleminde, ceddinin
lâtifinden bir lâtife idi...
Şeyh’in
( Arabî ) şehadet aleminde vücûdu vardı ve Beyt-i Şerif’i
tavaf ediyordu. Ama o sırada, misal aleminde bulunuyordu. Çünkü,
Kâbe-i Muazzama’nın, Misal aleminde bir sureti ve bir
benzeri vardır ki, o alem
halkının kıblesidir.”
sözleriyle
görüşlerini bildirirken;
delilini,
Muhyiddin- i Arabi’nin gördüğü adamın, ona:
“- Ben, senin ecdadının cümlesindenim. Vefatımdan kırk
bin yıl geçti. “ sözüne
dayandırmaktadır...
Rabbani’ye
göre, Adem’in vücûdundan gelen Ademlerin, onun sıfat ve
latif zuhurlarından olması gerekirdi. Adem’in ( a.s.) yaratılışından
ayrı olarak yaratılan bir şey değildi.
Yani,
İmamı Rabbani Hazretleri,
Adem Nebiden önce
kendi aslını, hakikâtini bulmuş bir insanın varlığından
bahsetmenin mümkün olamayacağını belirtir ve Arabi’nin gördüğü
şeyin aslında misal aleminde olduğuna değinir...
Arabi
Hazretleri
de vuku bulan olayı, son zamanlarda da gündem de olan nesil
kıyametlerine dayandırmaktadır.
Yani Arabi gördüğü konuştuğu insanın Hz.Adem’ den önce
çok kere var olan sonra nesil kıyameti ile yok olan bir ademle
olduğunu ifade ederken, İmamı Rabbani Hz.leri ise “ Hz.Adem’den
önce bir kişinin kendini tanıması mümkün değil diyerek
“ olayın Misal aleminde zuhur ettiğini beyan etmektedir.
Ben
bu konuyu uzun uzun düşündüm!..
Ve
iki güzide Veli arasında mevzu-i bahs olanın değerlendirmesini
sizin yapmanızı istedim...
İstanbul
- 11.01.2001
http://sufizmveinsan.com
Akşam
Gazetesi - 10 Aralık 2001
|