Biz
insanlar ve özellikle inananlar, hayat
sermayemizi en iyi şekilde yatırıma dönüştürmekle
mükellefiz. Hayatın atomunun zaman, özellikle
boş zamanlar olduğu unutulmamalıdır. Kur’an son
kitap, İslam son din, Hz.Muhammed (s.a.v.) son
peygamberdir. Ve bunların hepsi insan fıtratına
yönelik mükemmellikleri, huzur ve mutluluk
reçetelerini muhtevidir. Burada asıl sorun bu
değerlerin takipçisi olan bizlerin bu
güzelliklerden haberdarlığımızın ölçüsü ve
pratik hayata taşıma meselesidir.
Hakk’a ve halka
dayanan hiçbir dava mağlup olmamıştır ve
olmayacaktır. Bu noktada önemli olan o davayı
sahiplendiğini zannedenlerin durumlarıdır.
Gerekli
donanıma sahip olmayanlar davalarının
yücelmesine yardımcı olmaktan ziyade zarar
verirler. Fertler yücelmeden ideallerin
gerçekleşmesi mümkün değildir.
Fikri
ile zikri, bilgisi ile davranışları, imanı ile
ameli birbirini tutmayan insanların kişilik
gelişimleri eksiktir. Bu tür insanların
dostluğuna ve sözüne itimat noktasında dikkatli
davranmak gerekmektedir.
Hayat sermayesini
verimli ve anlamlı değerlendirebilmek için bazı
şeylere ihtiyacımız vardır. Bunları
gerçekleştirdiğimiz ölçüde dünya ve ebedi
hayatımız anlamlı olacaktır.
Günlük
meşguliyetler içinde boğulup kalırsak,
alışkanlıklar engelini aşamazsak
verimsizleşeceğiz.
Günlük
hayatımızı değerli hale getirecek bazı
ekinlikler içinde olmamız hepimizi
geliştirecektir. Ekranlara mahkum olmaya
aslında kimse bizi zorlamıyor. Ancak insanoğlu
genellikle kolayı ve tembelliği tercih ediyor.
Kendimizi etkisiz ve yetkisiz hale getirmek için
elimizden geleni yapıyoruz. Ancak
hatalarından ders alabilenden daha güçlü kimse
yoktur. İbret alınan tarih ve ders alınan
yanlışlık, bizim ilerlememize yardım eden
disiplin kollarından biridir.
En
önemli iş iyilik yapmaktır. Eğer kötülüklerden
şikayetçi isek iyiliklerin yaygınlaşması yolunda
yeni stratejiler geliştirmemiz ve yeni
yetişenlere iyilik önderleri olmalıyız.
Sosyal mutluluk,
fertlerin mutluluğu neticesinde ortaya çıkan bir
değerdir. Bu da belli sorumlulukların yerine
getirilmesiyle yakından alakalıdır. Toplumun
huzur ve mutluluğu, tıpkı biyolojik hayattaki
mükellefiyetler zinciri gibi birbirine bağlıdır.
Buna geniş kapsamıyla “sünnetullah”
denilmektedir. Hayatta her şey belli sebeplere
bağlı olarak cereyan etmektedir ve nimet-külfet
dengesi asıldır. İnsan bedenindeki azalardan
birisi biyolojik fonksiyonunu yerine
getiremediğinde nasıl bütün organizma zarar
görüyor ve bu kişiyi hasta olarak
nitelendiriyorsak, sosyal bünyedeki zincirlerden
birisi fonksiyonunu yerine getirmediğinde
cemiyet hasta hale gelir. Bu,
pazarcıdan-doktora, eğitimciden-muhasebeciye,
suçludan-hakime kadar cemiyetin bütün
katmanlarının durumuyla yakından alakalıdır.
Yönetim
kademesinde olanların sorumlulukları yetkileri
ölçüsünde arttığı unutulmamalıdır.
Aslında
mutluluk insanın içinde hissettiği bir değerdir.
Fakat isminden hoşlanmadığımız halde materyalist
anlayışın hakim olduğu günümüzde, toplumsal
huzursuzluk ön plana çıkmış, herkes huzur ve
mutluluğu maddî varlıkta aramaya başlamış,
kendini gerçekleştirme derdinden uzaklaşmıştır.
Aslında
insanı mutlu kılan maddeden ziyade manadır. Para
birçok şeyin sadece kabını verebilir, ama özünü
veremez. Neşeli anlar yaşamaya sebep olabilir,
ama huzur veremez. Nitekim refah düzeyi yüksek
toplumlardaki huzursuzluklar, dikkatle
incelenecek olursa, maddi refahın insanlara,
ferdi ve toplumsal huzur sağlamadığı
görülecektir. Çünkü “itminan” denen huzura erme
hali, ruhun vasfıdır. Madde ise sadece bedeni
ihtiyaçları yatıştırabilir. Bundan dolayı
asrımızda stres ve depresyonlar ön plana
çıkmıştır. Ancak bazı acılar
değerlendirilebilirse, ilaç yerine geçebilir.
Zaten vücuttaki fiziki acının, bu anlamda ciddi
bir önemi vardır. Aksi takdirde organlarımız
iflas ederken haberimiz bile olmaz. Dolayısıyla
bazı sıkıntı ve problemleri yeniden yapılanma ve
mükemmelleşme vesilesi olarak kullanabiliriz.
Müslüman hayatındaki bela ve musibetleri bu
şekilde gelişim sermayesi olarak kullanabildiği
ölçüde mükemmelleşebilir. Zorluk ve sıkıntıyla
karşılaşmayan kişi Rabbinden uzaklaşma
tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Hayata anlam katabilmek için imanımıza yaraşır
bir şekilde yaşamamız ve güzel davranışlar
geliştirmemiz gerekmektedir. Nitekim Rabbimiz
“Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın;
Rabbinize ibadet edin; hayır işleyin ki
kurtuluşa eresiniz” (Hacc, (22): 77) ayetiyle bu
konuya dikkatimizi çekmektedir. Huzur,
mutluluk ve kurtuluşa kavuşabilmek için hayırlı
işlerle meşgul olmak gerekmektedir.