Kaybedilen zemin; İnsanca yaşamak
Madde ve çıkarların ön plana geçip manevi değerlerin
ikinci plana itildiği günümüzde, insanca yaşayabilme
zemini hızla tükenişe doğru gitmektedir. Bu durumu
tersine, başka bir ifadeyle, normale çevirebilmek
için insanlığa tarih boyunca peygamberler, kitaplar,
peygamber varisi mücedditler, âlimler, mübarek ay,
gün ve geceler ihsan edilmiştir. En önemlisi de
her insana ilahi imza olan fıtrat bahşedilmiştir.
Büyük günah ve küfürle mühürlenmeyen fıtrat ve
vicdan, kişiye hakikati bulma yönünde kılavuzluk
yapar. Bu iç yetenek, yukarıda sayılan hidayet
rehberleriyle buluşup ego aşılarak, iman çizgisinde
gelişim yoluna girildiğinde, mükemmellikler ve
hidayet ortaya çıkar.
Müslüman olarak üzerimizdeki en büyük nimetlerden
biri, iman ve hidayet üzere olmaktır. Bu nimete
karşı nankörlükten daha büyük bir felaket yoktur.
Belki de İslam ülkelerindeki türlü bela ve
musibetlerin arka planında bu durum vardır. İnsanlar
ve toplumlar kendilerine verilen nimetlere
şükrederse, Hz. Allah’ın rızasını kazanmış ve
ellerindeki nimetin zevalini önlemiş olurlar.
Hidayet çizgisinden uzaklaşıyoruz!
Şu vatan evlâtlarının hepsi Müslüman çocuklarıdır.
Ama bunu sokaklarımızda görmek günden güne
zorlaşıyor. Ekranların, gazetelerin, sokakların
gayrimüslim memleketlerinden pek de farkı kalmadı
gibi… Giyim-kuşam, yeme-içme, içki, kumar, eğlence
vs. açılarından konu ele alındığında, ne
kastedildiği daha rahat anlaşılacaktır. Bütün
haramlar yapılabiliyor, Allah'ın farzları ihmal
edilebiliyor, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Onun için
biz bilgilendirme ve ilgilenme ile mükellefiz,
ayrıca dua da ederiz. Allah şaşıranları doğru yola
hidâyet eylesin... (Amin)
İyiliği yaygınlaştırıp kötülükten uzaklaştırma
inananların vazifesidir. Nemelazımcılık ile
toplumsal yozlaşma katlanarak artar, neticede kendi
öz evlatlarımızı bile içine alır. Hata ve
kusurları önlemek için, ferdi ve toplumsal bir
gayret gerekir. Hata ve günah işleyene usulüne
uygun olarak ikazda bulunmak da bir vazifedir. O
kişilere bunlar usulüne uygun olarak söylenmeyecek
olursa, kendilerinin bunu anlaması zor olabilir.
Tövbeyle yenilenmeliyiz
Bunca nimete rağmen, insan şaşar ve günaha
girebilir. Şuurlu müslüman günah işlemek istemez.
Ama elde olmadan nefsin tuzağına düşer de, Hakk'ın
arzu etmediği bir günahı, bir suçu işlerse, hemen
tövbe ve istiğfar etmelidir.
Tövbe; haramı veya bir günahı işledikten sonra,
pişman olup, Allah-u teâlâdan korkmak, bir daha
yapmamaya karar vermek olarak tarif edilebilir.
Kur'ân-ı Kerîm’de meâlen buyruldu ki: “Ey mü'minler!
Hepiniz Allah'a tövbe ediniz ki felâh (kurtuluş)
bulasınız” (Nûr, 24/31). “Allah-u teâlâ tövbe
edenleri sever” (Bakara, 2/222). En iyi kul,
günahtan sonra hemen tövbe edendir.
Bunun yanında, toplumsal bir sorumluluk olarak
Müslümanın bazı memuriyetleri vardır. Bunlar
Allah’ın memurluğu, Resulüllah’ın memurluğu ve
Kitâbullah’ın memurluğu şeklinde özetlenebilir.
İslami hassasiyeti olanların, batağa düşmüş olan
ümmet-i Muhammed’in evladını bataklıktan kurtarmak
gibi bir vazîfesi ve Rızâ-i İlâhî gibi bir gayesi
vardır.
Allah’ın yaratması bazı konularda kulun iradesini
takip eder.
Bu açıdan tövbe çok önemlidir. Eğer kusur ve günahta
ısrar edilecek olursa bu, gayretullaha dokunarak
bela ve musibet olarak fert veya topluma geri
dönebilir. Bu durum, maalesef günümüz
Müslümanlarının unuttuğu ve gözden kaçırdığı bir
durumdur.
Ameller niyetlere göre değerlendirilir.
İnananlar her türlü ibadeti; riya, kibir ve ucubdan
uzak bir şekilde gerçekleştirmelidir. Bireyin içsel
dönüşümü ve manevi terakkisi sahih itikat ve salih
amel sonrasında tecelli eder. Toplumların huzur
ve mutluluğu da fertlerin durumuna bağlıdır.
Nimetlerin devamı için şükür gereklidir. Çoğu defa
maddi refah sonrası sefahatler, toplumların sonunu
hazırlar. Sosyal hadiseler uzun solukludur.
Milletlerin hayatında 100 yıllar pek uzun sayılmaz.
İslam ümmeti, yakın tarihteki hatasını anlayıp
kendine gelmeye niyet ve gayret ederse toparlanma
sürecine girebilirler. Nitekim ayette belirtildiği
gibi: “Bir millet kendini bozmadıkça, Allah
onların durumunu değiştirmez” (Ra’d, 13/11).
Manevi açlıktan kurtulmak için
Egosunu yenebilen örnek kişiler, mutluluk ve
bilgelik timsali olarak etraflarına ışık ve huzur
verirler.
Onlar iman ve ilahi hatırlatmalardan aldıkları
ilhamla enerjilerini dışa da yansıtırlar.
Peygamberler ve gönül erleri bunların canlı
misalleridir. Ruhlarımız kendini aşabilen gönül
erlerine rastlarsa onların yanında soluk alır,
dinlenir ve rahatlar. Dünyevi meşguliyet ve
sıkıntılar unutulur, adeta manevi bir bayram
yaşanır. Müminin ruhu, namaz, zikir ve sohbet
gibi manevi atmosferlere ulaşabilmek için çırpınır.
Müslüman; namaz, Kur'ân ve dini sohbet meclislerinde
bulunmak için can atar. Günahlardan tövbe ile
uzaklaşıp, nafileler ile Rabbine yaklaşmaya
çalışır. İç dünyasındaki dağınıklıkları
toparlar, yakın ve uzak istikamete emin adımlar
atar.
Müslüman kendini düzeltmeye çalışırken, diğer
insanların ve günahkârların da iyi insan olması ve
hidayete ermesi için gayret eder. Hata ve kusuru
kabul edebilmek irfandandır. Kişilere karşı işlenen
hataları af dileme ortadan kaldırırken, Allah’a
karşı işlenen günahları da tövbe ortadan kaldırır.
Böylelikle kişi günahın ağırlığından kurtularak
hidayete doğru kanat çırpmaya başlar. Bazı bela ve
musibetler, inanana kendini yeniden sorgulama
ihtiyacı hissettirir. Kusurunu anlayıp tövbe eden
kişi, güzel ameller ile iç huzura kavuşur, mutlu bir
hayat yaşar.
İnsanları uyarmak hepimizin görevi
Elmalılı Hamdi Yazır’ın Tefsirinden bu konu ile
ilgili bir nakilde bulunalım. “Tebliğ vazifesini
yerine getirme, herkese son nefesine varıncaya kadar
bir nevi farzdır. Bununla beraber, dünyada hiçbir
hususta ümitsizliğe düşmek caiz değildir. Her ne
kadar günahkâr olurlarsa olsunlar, insanların tövbe
ve takvasını arzu ve ümit etmek de bir vazifedir.
İnsanlığın hali sürekli değişmededir ve kader sırrı
meydana gelişinden önce bilinmez. Ne bilirsiniz, bu
güne kadar hiç söz dinlemeyen bu insanlar belki
yarın dinleyiverir ve sakınmaya başlar, bütün bütün
sakınmazsa, belki biraz sakınır ve bu sayede azabı
hafifler. Her halde tebliğde bulunup öğüt vermek,
tebliği terk etmekten evlâdır. Tebliği bütünüyle
terk etmekte ise hiç bir ümit yoktur. Hiç bir
mukavemete maruz kalmayan fenalık daha süratle
yayılır. Herhangi bir fenalığın aslını silmek
mümkün olmasa da hızını azaltmaya çalışmak da göz
ardı edilmemelidir” (Hak Dini Kur’an Dili, IV,
2313).
Peygamber Efendimiz (sav) ise Hz. Ebu Rafi’ (ra)’a
şu nasihatte bulunmuşlardır: “(Ya Ebâ Rafi’!)
Allah’a yemin ederim ki, senin vasıtan ile Allah’ın
bir kişiye hidayet vermesi, senin için üzerine
güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.”
Hayatımız her zaman aynı olmaz. Bazen sevindirici,
bazen de üzücü olaylarla karşılaşabiliriz.
Güzellikler karşısında şükretmesini, sıkıntılar
karşısında da sabredip Allah Teâlâ'ya sığınmasını
bilmeliyiz. Unutarak veya farkına varmadan bazı
yanlışlıklar yapabiliriz. Bu durumda hemen pişman
olmalı, tövbe etmeli ve Allah Teâlâ'ya sığınıp ondan
bağışlanmamızı istemeliyiz. Allah Teâlâ bütün
yarattıklarını sever. Onların kötülüklerini istemez.
Tövbe ettikleri zaman, günahlarını bağışlar. Onun
her şeye gücü yeter. O, her kötülüğü önleyebilir.
Günlük hayatımıza da yansıdığı gibi, günahlar kişiye
dert ve sıkıntı olarak geriye döner. Bunun çaresi,
tövbe, istiğfar ve gözyaşıdır. Gözyaşı ve tövbe,
insanî bir kusur olan kibir, benlik şişmesi ve
gurura da engel olur. Yaratıcısı karşısında
acziyetini hisseden kişi kibirlenebilecek bir
şeyinin olmadığını anlayacaktır. Hidayet üzere devam
edebilmek için nefis muhasebesi, yaparak günahlardan
tövbe etmelidir. Namazda günde 40 defa okuduğumuz
Fatiha Suresi’nde “bizi hidayete erdir”,
duasının arkasındaki sır perdesi de belki burada
aralanmaktadır.