İnsan, kurum ve
yönetimleri işlevsiz kılan en kötü insani zaaf
hasettir.
İdare, devlet, kurum ve aile için vazgeçilmez
bir sanattır. Bilgi ve tecrübeye dayalı,
insani ve İslami değerleri ön planda tutan
idari
yaklaşımlar verimli olurlar.
İdarede insanilik ve adalet, vazgeçilmez
değerlerdir. Her hangi bir aksaklık
ve kötülüğü ortadan kaldırmak, muhatabın eksik
ve kusurunu hissettirme ve itiraf zemininde
gerçekleştirilebilirse verimlilik artar.
Birilerinin haset ve çekememezliği neticesi
verilen ani kararlar, hata sebebidir.
Keyfi ve merkezi sistem yönetimler,
“s.o.s.”
vermektedir. Muhatap kitlesini
yeterince
tanımayıp onların
ihtiyacına uygun çözüm ve yönetim sistemi
geliştiremeyen yapılar, huzur ve memnuniyeti
sağlamaktan uzaktır.
Uzaktan kumanda,
-olumsuz
elektronik etki oluşturmasına rağmen-
belki teknoloji için hoş ve kabul edilebilir bir
araçtır.
Fakat insan ve kurum idaresinde, aracılar ve çok
daha kötüsü,
doğrulanmadan gelen haberlere göre idare sultası
kullanmak
huzursuzluk
ve kurum içi jurnalciliği ön plana çıkaracak
çorak bir alandır.
İnsani
ve kültürel
değerler,
her türlü insani iletişimde vazgeçilmez unsurlar
olmalıdır.
Nasıl muhatap alınmak isteniyorsa, karşıdaki
kişiye öyle davranılmalıdır. Etki-tepkiye
dönüşen yönetim tarzı,
verimliliği kökten ortadan kaldırdığı gibi,
kısır iç çekişmelere de sebebiyet verir.
Böylesi kurumlar varlık sebeplerine hizmet
etmekten uzak hale gelir ve sisteme yük gibi
hissedilmeye başlarlar.
Bu kurum kendisinden ciddi hizmetler beklenen
bir yapı olursa, durum çok daha değişir.
Unutulmamalıdır ki, gerginlikler ancak gerginlik
üretir.
Toplum ve kurumların yapı taşı insan;
inanan, hisseden, duyan, akıl ve iradeyle
hareket edebilen, düşünen ve düşüncelerini
uygulayabilen rasyonel bir varlıktır. İnsanın
keyfiyet ve mahiyetini bilmeden, duygu, istek ve
beklentilerini anlamadan davranışlarını tahmin
etmek mümkün değildir.
İnsanın hangi unsurlar ve neler tarafından idare
edildiği, hareket ve davranışlarını belirleyen
şeylerin neler olduğunu göz önünde bulundurmayan
bir yönetim başarılı olamaz. Güven ve
itimadın
sarsıldığı sistemlerde verimlilik değil,
kısır çekişmeler ortaya çıkar.
Ahlaki
değerler,
genelde model olarak alınan insanlardan
öğrenilmektedir. İnanma, insanın varlık ve
mahiyet yapısına ait bir fenomendir ve insan
inanan bir varlıktır.
Kabul
ve inançlar, ferdin dünyasını inşa eden
yapı taşları
gibidir.
İnançsız bir insanın psikolojik varlığı
düşünülemez, çünkü bu insan,
kişiliği
olmayan bir varlık haline gelebilir. Davranışları,
insanın içinden gelen
değer ve
eğilimler
idare etmektedir. Dolayısıyla benimsenmeyen
tutum ve davranışların,
zor veya kanuni müeyyide ile gerçekleştirilmeye
çalışılması devlet-millet
arasındaki bağları zayıflatabilir.
Değer ve inançlar,
ferdin tutum
ve davranışlarını belirlemede asıldır.
İnanç ve tutumlar,
insani
bütünlüğü sağlayarak, ferdin önemli
davranışlarını bir düzene sokar ve idare eder.
İnanışlar, fikirler, yargı normları,
şartlanmalar, tasarımlar, davranış ve tutumlar
toplumsal modellerle ilgilidirler ve ruhsal
yaşantımızda her zaman varlıklarını gösterirler.
Dinî inanç ve davranışlar, oluşmakta olan
kişiliğin boyutuna göre düzene girer ve kişi
irade dışı dindarlıktan iradeli dindarlığa;
vasıtasız (kendiliğinden) inançtan,
sorumluluğuna erişilmiş inanca erişebilir.
Bu noktada,
imanın dil ile ikrar,
kalp ile tasdik edilme şartının
ne manaya geldiği daha iyi anlaşılır.
Din, insan şahsiyetinin en iç tabakalarına kadar
nüfuz ederek ferdin vicdanında, oradan hareketle
de azalarında kendisini gösterir.
Bundan dolayı,
namaz,
oruç, hac ve
zekât
gibi ibadetler,
Müslüman
kimliğinin oluşumunda vazgeçilmez unsurlardır.
Bu anlamda tarihin en büyük toplumsal değişimi,
iman,
amel ve ihlas
sayesinde cahili Arapların sahabe haline
dönüşümüyle gerçekleşmiştir.
İdare sanatı, adaleti
gerektirir ve
kesinlikle tarafsız
olmalıdır.
Doğrulanmadan veya muhatabın durum ve gerekçesi
bilinmeden
verilecek kararlar,
huzuru bozar.
Bir kurum veya devlet idaresinde, hak ve hukuka
riayet etmeksizin, güç veya farklı bağlantılara
göre ortaya konacak
yaklaşımlar,
sistemi felç eder.
Allah katında,
adalete uygun davranıp,
dürüst olan, yanlışta ısrar etmeyen, yanlışlık
yapsa bile, hemen arkasından
durumu düzeltip özür
dileyerek
tövbe
eden,
dünyada ahiret hesabını dikkate alarak yaşayan
kimseler
makbuldür.