“Eğer 
								sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze 
								galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa 
								kâfirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü 
								onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir 
								kavimdirler.”
								
								
								
								İman, ibadet ve davranış, birbirleriyle 
								irtibatlı olan kavramlardır. İnanmayan kişi, 
								ibadet yapmaz. Usulüne uygun ibadet, kişiyi kötü 
								davranışlardan uzak tutar. 
								İnanışlar, insanda, eşyaya anlam kazandıran 
								dünya görüşünü oluşturur, kişiyi belli 
								davranışlara yöneltir ve tavırları belirler. 
								Çünkü, genel olarak davranışlar; fikir, inanç, 
								değer ve ahlakî kurallara dayanır. 
								Kabul ve inançlar, ferdin dünyasını inşa eden 
								bloklar gibidir. İnançsız bir insanın 
								psikolojik varlığı düşünülemez, çünkü bu 
								insan, devamlılığı olmayan bir varlık haline 
								gelebilir.
								
								
								
								İnanç ve tutumlar bütünlüğü sağlayarak, ferdin 
								önemli davranışlarını bir düzene sokar ve idare 
								eder. 
								Dinî inanç ve davranışlar, oluşmakta olan 
								kişiliğin boyutuna göre düzene girer ve kişi 
								irade dışı dindarlıktan iradeli dindarlığa; 
								vasıtasız (kendiliğinden) inançtan, 
								sorumluluğuna erişilmiş inanca erişebilir. 
								Din, insan şahsiyetinin en iç tabakalarına kadar 
								nüfuz ederek ferdin vicdanında, oradan hareketle 
								de azalarında kendisini gösterir. 
								Bu anlamda tarihin en büyük toplumsal 
								değişimi İslam sayesinde cahili Arapların sahabe 
								haline dönüşümüyle gerçekleşmiştir.
								
								
								
								İnanma kavramının medarı din, benlik güçlerini 
								bir merkezde toplama kabiliyeti verir ve 
								böylelikle insanı yeni bir kişilikle donatır. 
								Dini inançlar, stres ve gerilimin şiddet ve 
								baskısını azaltacak bir takım mekanizmalara da 
								sahiptirler. 
								Bazı insanlar da dine, kendi durumlarını 
								meşrulaştıran ve davranışlarının gerekçesini 
								temin eden bir güç olarak bakmaktadırlar. 
								İnsanlar, değerli bildikleri bir şeyi korumak, 
								yüceltmek için de davranışta bulunabilirler.
								
								
								
								İslamî anlamdaki iman kalpten başlayıp dışa 
								yayılan, güzel davranışlara yol açan bir nurdur. 
								O, hem insanın içini, hem dışını aydınlatır. 
								İnanç, insanı her an canlı tutan ve onun sürekli 
								meyve vermesini sağlayan, onu yönlendiren motor 
								durumundadır. 
								Bir kimsenin dindar olup olmadığı, hatta hangi 
								dine bağlı bulunduğunu davranışlarından anlamak 
								mümkündür. Dinin değerlerini bilinç boyutunda 
								yaşayıp hayata aksettiren bir Müslüman’ın 
								muhtelif hadiselere karşı tutum ve davranışları, 
								ister istemez bir Hıristiyan veya 
								Yahudi’ninkinden veyahut hiç bir dine 
								inanmayanınkinden farklı olacaktır.
								
								
								
								İman, ibadet ve güzel davranışlarla, insanın 
								beden-ruh bütünlüğü sağlayarak kişiliği 
								geliştiren özelliklere sahiptir. Sağlamlaşmış 
								inanç, iyi ve güzel tutumlarla insanı, şahsiyet 
								bütünlüğüne ve iyi karakterlere götürür. İnsanın 
								olgunluğu, doğru kararlar almasıyla ve mutluluğu 
								ise inanç ve davranış bütünlüğüyle sağlanır. 
								İman ve ibadet esaslarının, insanın ahlâkî 
								davranışlarıyla çok yakından ilgisi vardır. İman 
								esasları; insan ruhunu öyle temizler ki, kişi 
								Allah’ın rahmetine erişmek ve gazabına uğramamak 
								için bütün davranışlarında çok dikkatli olur, bu 
								da insana irade terbiyesi ve kendi kendini 
								kontrol imkanı sağlar. 
								Gönül rahatlığıyla ve Rabb’inin huzuruna çıkma 
								şuuruyla kılınan namaz, sahibini hayasızca 
								tutumlardan ve fenalıklardan uzaklaştırır. 
								Hakikî bir dinî tecrübenin en önemli özelliği, 
								davranışları değiştirmesidir. 
								Sağlam bir karakter için, öncelikle doğru ve 
								mükemmel bir inanç seviyesine sahip olmak 
								gerekir. İslâm’ın, insanoğluna kazandırdığı 
								şahsiyeti diğer sistemlerin sağlaması mümkün 
								değildir. 
								Tevhit üzerine kurulan İslâm, hiçbir şeyi 
								dışarıda tutmayan bütün bir hayat tarzı 
								tasarlar.
								
								
								
								Ahlâkî bir değer olan vicdan, akla öncülük eder 
								ve onu düzenler. İyi davranışlar, ruhu 
								rahatlatır ve kötü davranışlar ona azap verir. 
								Nitekim dünyadaki en kötü ceza, kötülük 
								edenlerin çekmiş oldukları vicdan azabıdır. 
								En büyük haz, saadet ve mükâfat da, iyilik 
								yapanların kalplerine ilham olunan rahatlık ve 
								vicdan huzurudur. Ancak bazen, insanî vicdanın 
								kaybolup onun yerine nefsanî ve şeytanî bir 
								duygunun geçmesi de söz konusudur.
								
								
								
								Şüpheler içinde bocalayan kişinin 
								davranışlarının, istikamet üzere bir dengede 
								olması mümkün değildir. Davranışların kıvama 
								erebilmesi için zihnin şüphe, hurafe, 
								vehimlerden ve yanlış düşüncelerden kurtulması 
								gerekmektedir. Gayb alemini inkâr edenin dünyası 
								da zindan olur. 
								Çünkü insan, içinde gizli olan ölümsüzlük 
								arzusunu, ancak ebedî hayata inanarak 
								doyurabilir. Bu inanç onun dünya hayatındaki 
								davranışlarını da kontrol eder. Hakiki iman ve 
								ihlaslı davranışlarla iki dünyada huzur ve 
								mutluluklar temennilerimle…