Fitne
zamanında insanlar kime itimat edeceklerini
şaşırırlar. İlim, amel, hidayet ve ihlas üzere
olanlarla beraberlik, bu fitneden kolay
kurtulmaya yardımcı olabilir.
Son
zamanlarda bilhassa temel dini mevzularda
yapılan farklı ve çelişkili açıklamalar,
halkımızın kafasını ciddi şekilde karıştırmış
gibi görünüyor. Bu durum daha önce de kısmen var
olan, önemli bir problemin net bir şekilde
gündeme gelmesine sebep oldu. “Kime itimat
edeceğiz?”
Bu
noktada, İslam Dini’yle ilgili temel bilgiler
noktasındaki eksikliklerimiz, kendisini daha
da çok hissettiriyor. Çünkü çoklarımız, ilmihal
seviyesinde, bilinmesi farz olan hususlardan
dahi habersiz gibiyiz. “Beşikten mezara kadar
ilim talep ediniz”, “İki günü birbirine müsavi
olan zarardadır” ve “İlim talep etmek kadın
erkek her Müslümana farzdır” sözleriyle “hayat
boyu sürekli eğitim”in temellerini atan bir
Peygamber’in (sav) ümmeti olduğumuzu iddia
etmemize rağmen, zarurat-ı diniye denilen, iman,
İslam, edille-i şer’iye, efâl-i mükellefin gibi
konulardan habersiz, mirasyedi bir müslümanlıkla
hayatımızı devam ettirmeye çalışırken, belli bir
İslâmî bilgiyle halledebileceğimiz konular,
büyük bir problem haline dönüşüyor.
Fitne
zamanında müslümanca yaşamak ve hüsnü akıbetle
ruhumuzu teslim etmek istiyorsak, temel dini
bilgilerimizi tamamlayıp güncellememiz
gerekiyor. Kitap, dergi ve sohbet gibi bilgi
kaynaklarının günlük hayatımızda önemli bir yeri
olmalıdır.
Günümüzde tartışılan birçok husus karşısında
rasgele edindiğimiz, sıradan bilgilerle tam
Müslüman olunamaz. “Din nasihatle kaimdir”
diyen bir Peygamber’e (sav) tabi inananlar
olarak, hayat sermayemizi, dini sohbetler
ve güvenilir kitaplarla ziyadeleştirip
kazanca dönüştürerek, bazı hususları
öğrenebilelim ve ruhumuzun gıdası olabilecek
bazı hazlara erişebilelim.
Bir dini
hüküm, neye göre, nasıl ortaya konulur,
kaynaklar nelerdir, neticede kim hüküm
verebilir? Gibi soruların cevabı zihnimizde
netleşmelidir.
Edille-i
şer’iye yani, İslam dininin hüküm kaynakları
dörttür. Birincisi Kitap; kitap denilince mutlak
olarak Kur’ân-ı Kerîm akla gelir. Ancak, her
konu açıkça Kur’ân-ı Kerîm’de yer almayabilir.
Bu mevzuda Kur’ân-ı Kerîm’in yönlendirmesiyle,
ikinci kaynak olan sünnete müracaat ederiz.
Sünnet,
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in, sözleri,
yaptıkları ve tasvipleri gibi hususları içeren
bir derya gibidir. Bunları bilip
değerlendirebilmek de usûl (metodoloji)
bilgisine ihtiyaç gösterir.
Dini bir
hususta, bir devirdeki İslam alimlerinin
birbiriyle görüşmeksizin, aynı kanaati
belirtmeleri şeklinde ifade edilebilecek,
“icma-ı ümmet” de üçüncü bir hüküm kaynağıdır.
İslamî
ilimlerde mahir fakihlerin, hakkında hüküm
olmayan bir konuyu, hüküm olan hususa benzeterek
ortaya koydukları değerlendirmeler de dördüncü
kaynak “kıyas-ı fukaha”yı oluşturur.
Dolayısıyla konuşan kişilerin isminin başında
veya altında şu veya bu vasıflar bulunması,
kesin hüküm vermeye yetmeyebilir. Bu hususta da,
şuurlu Müslümanlar uyanık olmalı, güvenilir
temel dinî kaynaklardan, ehliyetli kişilerin
açıklamalarına itimat etmelidirler.
Nefsine galip
gelemeyenlerin, ne kendilerine ne de
toplumlarına faydası olabilir.
Her şey kontrolüne
verilen insanın, cahillik ve
dikkatsizlikleri sonucu meydana gelen
yozlaşmalardan şikayet hakkı yok gibidir.
Rabbimiz
Kitabında kime uyulacağını beyan etmiş, en
önemli vasıf olarak da hidayet üzere olmanın
yanında söz ve davranış uyumunu ön plana
çıkarmıştır. İtimat edeceğimiz kişi, bilgisiyle
amil ve ihlaslı olmak durumundadır. Medyatik
veya meşhur olmak için aykırı şeyler
söyleyenlere fazla itibar edilmemeli, makbul
kaynaklardan bilgi tazelenmesi yoluna
gidilmelidir.
Dünya hayatının imtihanlığı, müslümanların
içine düştüğü çeşitli hususlardaki kaos
ortamıyla bir daha ciddi şekilde gündeme gelmiş
oluyor. Sırat-ı müstakime erişmek ve o yolda
devam edebilmek için, temel İslamî bilgilerimizi
tazeleyip, doğruları öğrenme ve teyit etmek
için, çaba harcamak gerekiyor. Bilgilerine
itimat edebileceğimiz, ilmiyle âmil ve ihlâslı
kişileri arayıp bulmamız ve asli kaynaklarla
aramızdaki engelleri kaldırmamız gerekiyor.