avaş
kalemlerinin bıkkınlık veren yazılarına baştan beri
direnip sonunda, özümden
gelen sesi dinleyerek gerçekçi bir düşünceyle yazmaya karar
verdim.
Galatasaray - Leeds maçı öncesi ve
sonrasında, bir spor müsabakası bu denli ölüm-kalım
/ gurur/ itibar/ kalleşlik/ kahramanlık meselesi haline
getirildiği için...
Gerçekten Galatasaray’ın gösterdiği inanılmaz başarı,
ne yazık ki uzağın görülememesi neticesinde, iki İngiliz
gencinin delik deşik edilerek öldürülmesi
ile dramatik bir havaya dönüştü.
Bu arada, birbiriyle tamamen ilgisiz birkaç olay, kafamda bir
araya gelerek toplumumuzun belki de en önemli zayıflıklarından
birini, kültür eksikliğini fark etmeme yol açtı.
Bu maç sonrasını çoğu kimse zafer sarhoşluğu ile yaşarken,
pek azı da gerçeklere değinmek zorunluluğunu duydu.
Ne gariptir ki, zafer duygusunu tadanlar, maçtan önce,
kendilerinin korunması gerektiğinden ve alınan tedbirlerin
yetersizliğinden bahsederken, maç bitiminde, yeteri kadar coşku
yaşayamamanın eksikliğini hissettiklerini söylediler.
Bunları Leeds’e gidenler ve
basın için söylüyorum.
Türkiye’de olanlar ise, zaten zaferin gereğini, bir bakıma
boşalım isteklerini fazlası ile yerine getirdiler.
Ancak,
gözden kaçırılmaması gereken önemli bir gerçek var, hatırlatmadan
geçemeyeceğim:
Önce, sebebi ne
olursa olsun, öldürülen iki gencin yerinde kardeşiniz, oğlunuz,
eşiniz, gelininiz, çocuklarınız da olabileceğini bir düşünün.
Zaferi,
doyasıya ondan sonra yaşayın.
Ve bunun bir karşılaşma olduğunda hemfikir olalım.
Bizim
gibi düşünenlerin aklı, öldürülen iki gencin aileleri ile
çekilmiş fotoğrafları karşısında donuklaştı, matlaştı.
BBC, Leeds maçının bittiği sıralarda İstanbul’da başlayan
serüveni yayına sokarak, dikkâtlerin bu noktaya toplanmasını
temin etti.
Belki TV kuruluşunun
bir politikasıydı, ama bize göre gerçekleri yansıtıyordu.
Peki,
insanlarımızı böylesi olaylara iten sebep acaba neydi?
İnsan
öldürmenin gerekçesi ne olabilir?
Olayları görmezden gelmek, sadece zafer şarkıları söylemek, bazı durumlara yeniden çanak tutup kapı aralamak anlamına gelebilir.
Detaylarına girmeden değinmek istediğim zaaf, kültür konusundaki eksikliktir.
Zira kültür, bir bakıma dünyayı algılamamızda, simgelerimizin oluşumunda, aile çevre, okul, iletişim ve yardımlaşma gibi etkenler içinde değerlendirilmesi gereken bir
etmendir.
Bu şekilde düşünüldüğünde, kanlar içerisindeki bir
insana tükürerek
zevk alabilmek, egemen kültürümüzün simgelenişi mi
olmaktadır.?
Bu
faktörü algılamadaki yetersizlik, bir
insanı kesip biçmeye, kan revan içinde bırakmaya, boğmaya
kadar varabiliyor. Kişiyi hayvanlaştırıyor.
Bugün bir yabancının maruz kalabildiği muamele, yarın kendi
vatandaşlarımız için çekinmeden uygulanabilecek anlamına
geliyor gördüklerimiz...
Olaylar yaşanıp bitebilir, ama bu zemindeki hareketleri meşru
bulmak neyin nesi?..
Ya yapılanların doğru olduğunu savunanlara ne demeli?..
Kültürel
göreceliğin oluşturduğu böyle
davranışlar, akımlar, yine kültürel mirasın
neslimizde yaşanması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bunlar gibi
daha birçok üzücü olayla karşılaşmamak için, artık
acilen
“Türk gibi kuvvetli” sloganını “Türk gibi kültürlü”
anlayışı ile değiştirmemiz
ve
gereğini uygulamamız kaçınılmaz olmaktadır.
İstanbul
- 28.4.2000
http://sufizmveinsan.com
Yedi İklim
Dergisi
Ekim 2001
|