Kayıt için burayı tıklayın

eride kalan yıllarda, hatırlarsanız, bir oyun oynanırdı..
Şayet evde tavuk piştiyse, tavuğun lades adı verilen kemiğini iki parçaya ayırarak oynanan ve birinin  unutkanlığından faydalanmaya dönük bir oyundu bu...

Adı ladesti. !..

Kurallara göre, taraflar, bir şey alıp verdiklerinde, (oyuna gelmediklerini  belirten) "aklımda !.." sözüyle unutmadıklarını dile getirecekler ve böylece oyunun seyri bozulmayacaktı. Bu, taraflardan birinin “aklımda” demeyi unutana dek devam edecekti.

Ben insan yaşamını da aynen bir lades oyununa benzetiyorum. Şayet birçok olayların bizlerin gelişmesi için hazırlandığını ve edindiğimiz bilgilerin yaşama dönüşmesi için tezgahlandığını unutup, aklımızı duygularımızın önünde tutmayarak, içgüdülerimizle davranmayı tercih ediyorsak, bir bakıma oynadığımız oyunu kaybedip başladığımız yere dönmek zorunda kalabiliriz. Hemde uzun süre aynı yerde beklemek kaydıyla.

Kur’an bu perspektiften konuya yaklaşım yaparken  " Bu dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir " diyerek hayatın akışı içinde dikkatli olmamızı tavsiye edip aslında çok ciddi ve gerekli  uyarıyı yapmış oluyor.

Yaşamı boyunca inandığını, idrak ettiğini, toplumsal yapıya, şartlanmalara ve değer yargılarına uygun düşmesine aldırmaksızın tereddüt etmeden uygulamaya çalışan, gözlemleyen, anlamaya çalışan, değerlendiren ve hakikatların  gökten zembille inme değil, sentezlerden doğduğuna inanan sufi kimselerin varlığına tanık olunmuştur. Sanırım, onların gayretleri, bir takım şeyleri  arzularından taviz vermeyerek, kaygan olmayan bir zemine oturtmaktı. Bu düşünceye sahip olan insanlar; başlarına gelebilecek olumsuz olaylara hazırlıklı olup, ona göre hareket etmesini becerebilen, her olay ve haber karşısında büyük bir soğukkanlılıkla "Ne yapalım hayatın kuralı bu" diyerek uyanık olduğunu gösteren insanlardı.

Sağlıklı düşünemeyenler ise, geleceklerini yönlendirdiğine inandıkları düşünce boyutunu  bir şekilde unutup, çok basit bir hadiseden nem kaparak, kendisinden beklenmeyecek şekilde varoluş gayelerini, hatırlamayacak hale geldiler..
Onların, "doğru" ya da "değil" gibi tefekkürden yoksun ve sadece içgüdüleri ile ortaya koydukları, tutarlı olmayan bu hareketlerine, severek isteyerek kabul ettikleri bazı gerçekleri nasıl olup da unutabildiklerine, belirli bir sürede ve meşakkatle edindikleri bu felsefeyi, “ son sığınağı “ olacak olan bu idrakı bir anda yok edebilmelerine hâlâ aklım ermiş değil.
Mistik verileri can kulağı ile dinlerken daha fazlasını isteyen,  ancak her olayda her açmazda , her sorunda içgüdüsel yaşam biçimi haline gelen eski kimliğini göstermede asla tereddüt etmeyen ve karşı karşıya kaldığı bir hadisede, basit bir birim, adeta bir Homo Sapiens gibi davranan bu kimselere nasıl hak verilebilir, Ne denebilir ki?

Bildiğim kadarı ile bu felsefe; öncelikle, kızma, panikleme, dedikodu yapma, kişilerde kusur görme, yargılama hakkını  bireye tanımıyor, aynı zamanda temel kavramlardaki yanlışlara ve bu yanlışların uygulanmasına, nakli bilgilerin devamına da imkân tanımıyor, prim  vermiyordu..

Aşırı kuralcılığın bireysel yetenekleri kapattığı, bazı insani değerlerin  dışına taşabilmenin mutlaka gerekli olduğu ve ancak bu şekilde gerçeğin  yaşanabilmesi söz konusu iken, bu edinimlere ulaşanların,  gayelerini unutarak bir anda yitirmek durumunda kalmaları pek de mantıklı olmasa gerek .Dünya hayatında bizlere, yaşama dönük bazı yükleme testleri yapılırken, o güne kadar beynimize nakşetmiş gibi görünen bilgilerin,  bir anda kaybolmaması ve budalaca  akımlara kapılarak lades oyununu kaybetmemek için mümkün mertebe uyanık olmak zorundayız.. Bir hadisi şerif bu noktayı vurguluyor.

“İnsanlar uykudadır ancak ölünce uyanırlar. “

Herhalde bazı şeylerin oturması için bir dizi çaba ve yıllar istiyor .

Yapmamız gereken, günümüz dünyasında çıkmaz sokağa yerleşmeden bu oyunu unutmamak  olmalı..!

İstanbul - 28.08.2001
http://sufizmveinsan.com

Akşam Gazetesi - 26 Kasım 2001


Üst Ana sayfa e-mail