reud’un ölüm döşeğinde bile aklından çıkaramadığı bir sorunu vardı ...Yanıtlayamadığı, kendine mütemadiyen sorduğu soru şuydu:

“Acaba kadınlar ne ister”, onları memnun edebilmek için ne yapmalı ? Nancy Meyers, Amerikalı bir Kadın yönetmen. Ama yaptığı bir film, düşünceleriyle benzerlik taşıyor herhalde izlemişsinizdir.

What women want ? (Kadınlar Ne İster?)

Filmi izlerken bir hayli keyif aldım doğrusu...

Bir kadın yönetmen, kadınların ne istediğini erkeklere anlatmaya kalkınca, filmin ne hale geleceğini işlerin nasıl Arap saçına dönebileceğini siz düşünün!..

Mel Gibson, sanki bu rol için biçilmiş kaftan, esasen onu her filmde apayrı konularda ve değişik kılıklarda görebiliyoruz. Helen Hunt gibi duygu yüklü bir kadın da ona eşlik edince, bir hayli renkli oluyor...

Mel Gibson,bu filmde  çevresinde kadınlara karşı fevkalade başarılı bir erkek gibi gösteriliyor. Hizmetçisinden tutun apartman kapıcısına, sayısını bilemediği sevgililerinden, iş yerindeki meslektaşlarına kadar herkes onu beğeniyor. O da kendinden de çok emin. 

Mel’in hızla düşüşe geçen şirketi kalkındırmak ve piyasada isim sahibi yapabilmek üzere söz konusu bölümün başına geçen starının isteğiyle, ürünlerinin tanıtımı için arayışlara girmek zorunda olması, onu kadınlarla farklı şekillerde diyalog kurma ve onları yakından tanıma aşamasına getiriyor. Bir keresinde yaptığı acemi hareketlerle, uygunsuz bir halde kızına yakalanıyor. Kendini kanıtlamak için yaptığı bin bir  türlü akrobasi sırasında elinde çalışır haldeki saç kurutma makinesi ile su dolu küvete düşünce, çarpılıyor.

Adeta şok geçiriyor !

Esas olay da bundan sonra başlıyor .(Sanırım, Nancy Meyers Tom Hanks’in kocaman siyahi dev adamla oynadığı Green Mile (Yeşil Yol) dan biraz ilham almış gibi. Ayrıca bu tür filmlerin rağbet gördüğüne de kendini inandırmış.)

Garip bir çarpılma oluyor beyninde Mel’in. Kadınların düşüncelerini anında okumaya başlıyor. Yolda, işyerinde, parkta gördüğü tüm kadınların neler düşündüğünü hissediyor. Ve başta kızı olmak üzere kadınlar arasında görüntülenenin aksine, pek de popüler olmadığını anlıyor, Tedavi olmak maksadıyla önce cincileri arıyor. Bulamayınca, eski ruh doktorundan medet umuyor. Şaşkın bakışlarla kendisini muayene eden doktor, ondaki bu halin erişilemez bir vasıf olduğunu söylemekle yetiniyor.

Bu adeta bir doping tesiri yapıyor.

Ve kendini artık bir kâhin gibi görmeye başlıyor, Mel.

” Kurt dumanlı havayı sever misali “ bu özelliğini kullanmasını da çok iyi biliyor. Bundan sonra yapacağı işleri tasarlamaya başlıyor.

Nancy Meyers ‘in “ Kadınlar ne ister ? “ de verdiği mesaj şu : “Erkeklerin biz kadınları anlaması mümkün değildir . Bir erkek sizi anlıyorsa, bilin ki ya eşcinseldir veya gerçekten sizi seviyor, size aşıktır."

Şimdi, filmi örnek alıp temas etmek istediğim asıl konuya gelmek istiyorum.

Gerçek yaşamda bu tür olayların var mı acaba?

Örnekleri olabilir mi ?

Yoksa bir varsayımdan mı ibarettir?

İşte bilinenleri,
Hz Resulullah gösterdiği mucizelerden birinde ayı ikiye bölmüştür. Çok uzak yerlerden dahi ayın ikiye ayrıldığı görülmüştür. O ölülerle konuşurken, yanındakiler
ne yaptığını asla çıkaramamış, “Ya Resulûllah sen artık ölülerle mi görüşüyorsun ?“ deyip tepkilerini gösterdiklerinde de “ Onlar konuştuğumu sizden daha iyi duyuyor." yanıtını vermiştir. Keza Hz. Muhammed, kendisini zehirlemek için gelen kişilerin niyetlerini anlamış, buna rağmen zehirli yiyeceği sanki bilmiyormuş gibi yemiştir. Zehrin anında kendisini öldürmesi beklenirken O’na hiçbir şey olmamıştır. Bu da mucizevi bir durumdur. Çünkü bedeni kimyasal bir reaksiyon göstermemiştir. Söz konusu bu olayı bizzat geliştiren, yaşayan, büyük bir şaşkınlıkla izleyen ve onu zehirleme işlevini üstlenen  iki kişi hemen iman ederek Müslüman olmuşlardır.

Keza, Hz. Musa’nın Asası’ nı yılan haline getirdiğini kutsal kitaplar bildiriyor. Hz. İsanın ölüleri dirilttiğini, cinlerin musallat olduğu insanların bu müşküllerini giderdiğini, körlerin gözlerini açtığını sadece biz değil, tüm Hıristiyan alemi de biliyor.

Bırakın bir insanın düşüncelerini okumayı, Hz Muhammed’in Mekke’den Kudüs’e gidişi (Bkz İsra/1) tamamen bedenen olmuştur. Tasavvuf dilinde Tayy-i Mekân diye tanımlanan   bir hadisedir. Ve asla uykuda gerçekleşmemiştir.

Bugün astral seyahat ile birçok mekânı , yerinden kıpırdamadan gören insanlar vardır. Bu listeyi istediğimiz kadar uzatmak mümkündür. İslâm’ın yetiştirdiği nadir kıymetlerden biri olan Evliyaullah’ tan Bayezid-i Bestami Hazretleri karıncayı ikiye bölmüş, sonra birleştirerek  tekrar hayat vermiştir. Bu tür olaylar kudret sıfatının zuhura çıktığı mahallerde görülmektedir. Ancak tekrar belirteyim, çoğu zat aşağıda belirtilen nedenlerle, bu tür harika/keramet denilen şeylerden kaçınmışlardır.

Bu doğa üstü gibi görülen konuma sahip olanları Kur’an şöyle bildirmektedir:

Fetih suresinin birinci âyetinde:

“ (1) İnna fetahna leke fethan mübiynen,

   (2) Liyagfire lekellahü ma tekaddeme min zenbike ve ma teahhare ve yütimme nı’metehu aleyke ve yehdiyeke sıraten mustekıymen.

   (3) ve yesurekallahü nasren aziyza “

“ (1) Sana öyle bir feth verdik ki, bu kesin ve apaçık fethe eriştir!..

   (2) Ki böylece Allah senin geçmiş ve gelecek tüm zenbini bağışlar ve sana olan nimetlerini tamamlar; ve seni gerçek yola erdirir,

   (3) Ve sana öyle bir zafer verir ki, hiç kimse karşı koyamaz!...”

Fethin batini anlamlarını bilecek ve bunları sizlere aktarabilecek kapasitede biri değilim. Ama, bildiğim, öğrendiğim kadarı ile feth, “yedi ayrı bölümden oluşan , keşif denen hallerin sonucunda ve çalışılmadan, hibe olarak Cenab-ı Hakk’ın kullarına ihsan ettiği muazzam bir vasıftır .“  Üçüncü Mertebesinde Hz.Muhammed ( s.a.v.) ile yüz yüze görüşülebilir. Fetih ehli kişiler, mezarda yatan insanların bulundukları durumları görür. “Müşahede eder” demiyorum, dikkâtinizi çekerim, “bizatihi görür” diyorum. Amerika’da olabilecek bir olayı aynen sinemadaki gibi seyreder. Şayet bu olay geçmişte kalmışsa, eski bir film veya bir kaset izler gibi de izleyebilir. Geleceği de görebilir. Yanından geçenlerin, ilişkisi olsun-olmasın, uzak veya yakın olsun, tüm insanların düşüncelerine, hallerine muttali olur. 

Bu niteliklere sahip olan insanlarda korku, kıskançlık,sevgi veya başka türlü beşeri duygular bulunamaz. Onlar öfkelenme ve sinirlenme gibi hallerle kayıt altına da giremez.

(Bu konuyla ilgili, etraflı değişik bilgiler elde edebilmek için iki cilt olarak hazırlanmış ve uzun yıllardır piyasada bulunan El İbriz isimli kitabı okumanızı öneririm. İkinci cildinden başlamanız, konuyu anlamanız bakımından daha uygun olur kanaatindeyim.)

Tasavvuf felsefesinin yüzeyselliğinde kalmayıp derinliğine inebilmiş, belli bir yaşa, yaşama, aşamaya gelmiş olanlar, keramet türü olaylara rağbet etmekten ziyade, ilmin önemi üzerinde dururlar. Kerameti saf dışı ederler. Akıl almaz isteklere cevap vermezler. Harikulâde işler yapmaya özen göstermezler. Genel olarak, keramet göstermek, bu boyuttaki, yani seçilmiş olan insanlar için kusur sayılır. Zira onlar “ varlığın aslını özünü, hakikâtini insana bildirmeyi” görev anlayışı olarak kabul etmişlerdir. İçlerinde istisnaî olanları vardır. Nebi/Resûllerden bahsediyorum. Onlar bu sınırlamadan muaftır, özel izin ile bazı olağanüstü durumları ortaya koyabilirler. Mucize denilen bu halleri diledikleri şekilde tahakkuk ettirebilirler. Bir hadiseyi gözler önüne sermekte serbesttirler. Bu tür oluşlar, onların bize bir lûtfudur. Böyle algılamak gerekiyor. Kural budur.

Şimdi iyi düşünün;

Özde biriz .Bu bir gerçek. Ancak bu hallere vakıf olabilen, yani ne düşündüğünüzü bilen, dahası gören bir insanla kendinizi mukayese edebilir misiniz?

Nereye kadar onunla mücadele edebilirsiniz?

Nereye kadar da başarılı olabilirsiniz ?

İşte Kur’an da   Hz. Resulullah için bunları söylüyor. Beş duyunun  bu inanılmaz nitelikteki vasıfları yanında ne kadar cüce kaldığınızı  aklınıza getirin.

Ve her zaman bu tür vasıflarla tahakkuk eden, dünyanın her bir yanına dağılmış, asla tanıyamayacağımız  tam 124.000 insan olduğunu unutmayın. 

 

Ahmet F. Yüksel
İstanbul - 05.03.2000
http://sufizmveinsan.com

Yedi İklim Dergisi
Haziran - 2001

 


Üst Ana sayfa e-mail