nsanoğlu
dünyanın dört bir köşesinde
değişik gelişim modelleri çizdi. Bazı ülkelerde endüstri
/ teknoloji akıl almaz boyutlarda gelişirken,
bazıları yerinde sayıp durdu.
Peki, acaba aradaki bu büyük fark nereden ortaya çıkıyor?
Üretemeyen, çalışmayıp tembelliği benimseyen toplumların
yaşam tarzının neticesi bu !..
Kısacası, geri kalmışlık. Bizde ülke olarak bunun uzun yıllardır
sancısını çekiyoruz. Bazı şeyleri halâ
hazmedemedik.Alaturka bir anlayışla yaşamımız sürüp
gidiyor. Bu iş nereye kadar sürer devam eder bilinmez. Bu
atmosferde yetişen insanlarda fazla bir şey yapmıyor.
Toplumda bir ruh da yok nasıl olsun ki, insanımız böyle bir
şeye inanmıyor. Gerek de görmüyor.
Önce bir saptama
yapalım. Toplumsal yaşantımızda kesinlikle OKUMA alışkanlığı
yok. Toplum kültür olarak inişe geçmiş durumda. Bu anlam taşımayan
tabloyu oluşturan sebeplerin başında, kültür birikiminin
olmayışı, cahillerin her zaman olduğu gibi, dünyayı düşman
belleyip kendilerine de toz kondurtmamaları, gen faktörü, yazılı
kültürü benimsemeden kolay olanın yani görsel kültürün
seçilmesi var. Toplumumuzdaki gazete ve kitap okuma oranı düşüklüğünün
temelinde de bu faktör yatıyor. Okuma yeteneğinin gelişmediği
toplumlarda televizyondan etkilenme oranı bir hayli fazla..Ayrıca
şartlanmalar ve değer yargılarının toplumsal yapı üzerindeki
baskın etkilerini de göz ardı etmemek
gerekiyor. Bazılarının hoşuna gitmeyecek ama,
bu saydığımız olumsuz faktörlere bir de insanımızın
tembel yaratılışlı olduğunu ilave etmek sanırım yerinde
olur.
Aşağı yukarı
cahil bir insanın bilincinin daralıp kuruduğunu, kullandığı
sözcüklerle yüklendiği anlamlar arasında tam bir bağlantının
olmadığını basit dayatmalara dayandığını hepimiz
sezinleriz.
Onlar bu halleri ile,
atladığı dalların hiçbirine konamayacak, artık dünyanın
kendisi ile pek ilgilenmediğini fark edecektir. Şayet ayakta
kalabilmeyi arzuluyorlarsa bu niteliği kazanmaları şart. İstatistikler,
ülkemizde okuma alışkanlığı edinenlerin çok düşük düzeyde
olduğunu, gelişmiş ülkelerde ise bunun bir hayli yüksek düzeyde
seyrettiğini gösteriyor. Özellikle İngiliz, Japon ve
Amerikan halkı vakitlerini
mutlaka okuyarak değerlendiriyor. Boş konuşmalarla dedikodu
ile vakit öldürmek yerine,
trende, vapurda, uçakta, kısa
yolculuklarda dahi kitap, gazete ve dergi
okumayı tercih ediyor. Vaktini böyle değerlendiriyor.
Kitap okuma alışkanlığını
elde etme hususunda
bazı önerilerim var!..
Okumayı teşvik
ederken elimizdeki bazı fırsatları iyi değerlendirmemiz
gerekiyor...
Örneğin sevgililer günü...“Seni seviyorum”
demenin birbirinden ilginç ve farklı yolları vardır.
Sevginin tanımlandığı bu özel günde, günün anlamını belirten kırmızı
bir gülün yanında, sevdiğiniz kişiye ,beğendiği bir yazarın
kitabını, sevebileceğini tahmin ettiğiniz veya mutlaka okumasını istediğiniz bir romanı hediye ederek,
anlamlı bir mesaj vermiş olamazmıyız. Bunu toplum
olarak benimsediğimizde daha
anlamlı bir işlev yapmış olmazmıyız ?.Yani bir taşla iki
kuş vurmak gibi bir şey söylemek, anlatmak istediğim.
Sadece böyle günlerde
değil başka
zamanlarda da, alacağınız bir kitap veya dergi, sanırım başka
bir hediyeden hem çok daha faydalı, hem de çok daha anlamlı
ve kalıcı bir armağan olarak kabul edilecektir. Örneğin
anneler günü, babalar günü veya doğum günleri gibi diğer
özel günlerde, hatta akşam misafirliklerinde, yurtdışı
dönüşlerinde dahi bu düşünceyi
alışkanlık haline getirmek çok faydalı olacaktır. Böylece
çok yerinde, güzel bir hediye ile kültür seviyesinin yükselmesine
katkıda bulunmuş oluruz.
Hz. Muhammed’e,
( s.a.v ) “Ölümüme
yarım saat kalsa ne yapmalıyım?. ”
diye sorduklarında,
“Oku,
ilim tahsil et...” demiştir.
Aynı ayrıntıları yansıtan bir sözü de şöyle.
“Bilgisizler
arasında bilgi elde etmeye
çalışan, ölüler arasındaki diriye
benzer...”
Bilgili olmanın
yoluda okumaktan geçiyor. Büyük hayal kırıklığına uğramamak
için bu gerekli. Okumayanlar tembelliğini devam ettirenler günün
birinde er veya geç tedavülden kalkacaklar.
Okumak
ne kadar kutsal değil mi?
Londra
- 18.06.2000
http://sufizmveinsan.com
Akşam
Gazetesi - 27 Kasım 2001
|