Dünyevi meşguliyetler hepimizi kuşatmış
durumda, fakat acı gerçek ölüm veya kıyamet her an
gelebilir. Bundan kaçışın olmadığını da şöyle veya böyle
çok iyi biliriz. Buna rağmen günümüz insanının hayat
tarzı ölüm yokmuş gibi, dünyevi hedefleri ön plana
çıkaran bir yapıdadır. Adeta ölümsüz bir hayatı
garantilemiş gibi yaşamaya devam etmekteyiz. Ama
inandığımızı ifade ettiğimiz dinimizin en önemli
prensiplerinden biri de ahirete imandır ve bu iman,
hayatımızı şekillendirmediği müddetçe, Müslümanlık
bilincine erişmek mümkün değildir.
Allah’a imandan sonra İslâm'ın ikinci
temel inancı olan Âhiret hayatının ilk aşamasını ölüm ve
kıyamet oluşturur. Her canlı varlık için ölüm kaçınılmaz
bir gerçektir. Kur'an-ı Kerim: "Her can ölümü tadıcıdır"
(Âl-i İmrân: 3/185); "Yeryüzünde bulunan her canlı
fanidir" (er-Rahmân: 55/26) ikazını yapmaktadır.
Allah'ın hayatı ve ölümü yaratmasının
sebebi şöyle açıklanır: "O, hanginizin daha güzel amel
yapacağınızı denemek için, ölümü de hayatı da takdir
edip yaratandır" (el-Mülk: 67/2). Mümin için önemli olan
her an ölüme hazır olmak “Ölmeden önce ölebilmek”tir.
Kendimizi muhasebeye çekerek, ruhun bedenden ayrılması
ile başlayacak kabir ve ebedi hayata hazırlanmak
gerekir.
Dünyanın sonu ve genel bir yok oluştan
sonra yeniden dirilişle başlayacak Haşr, Hesap, Mizan,
Cennet ve Cehennem gibi olaylar, Kıyâmet sonrası gündemi
oluşturur. Bu nedenle Âhiret inancı, ölüm, Kıyâmet ve
onunla birlikte gelecek olayları kapsamaktadır. Bu büyük
önemi yüzünden Kur'an-ı Kerîm, ölüm ve kıyâmeti sık sık
hatırlatır, zaman zaman da bir korkutma, uyarma öğesi
olarak kullanır.
Kıyamet kesin olarak gerçekleşecek
(el-Hicr, 15/85), şüphe götürmeyen bir olaydır (el-Hac,
22,7). Alametleri belirmiş (Muhammed, 47/18),
yaklaşmıştır (el-Kamer, 54/1). Ancak bir göz kırpması
gibi ya da daha yakındır (en-, Nahl, 16,77). Kâfirler,
bu günün gerçekliği noktasında bir şüphe içindedirler
(el-Hac. 22/55) ve bu günü yalanlarlar (el-Furkan
25/11). Kıyametin ağırlığına ne gökler, ne de yer
dayanabilir, ansızın gelir (el-A'raf, 7/187). Sarsıntısı
korkunç bir şeydir (el-Hac, 22/1), belalı ve acı bir
saat'tır (el-Kamer, 54/46). Yalanlayanlar için çılgın
bir ateş hazırlanmıştır (Furkan, 25/11).
Kıyamet koptuktan sonra da ahiret
hayatına yeni bir yaşam için geçecek olan insanoğlu
dünyadaki inanç ve amel durumuna göre Cennet veya
Cehennemdeki ebedî hayatta yerini alacaktır. İnanç
sahibi olup da amel eksikliği bulunanlar ise Cenab-ı
Hakk'ın takdiri kadar cezalarını çektikten sonra
Cennet’e girebileceklerdir.
Kur'an, Kıyâmet olayının kesinliğini,
yakınlığını bildirdiği, hatta oluş biçimine ilişkin
tasvirler verdiği halde, zamanı konusunda kesin bir
açıklama yapmaz. Kıyâmet doğrudan doğruya Allah'ın
dilemesine bağlı bir olaydır ve O'ndan başka hiç
kimsenin bu konuda bir bilgisi yoktur.
Yüce Kitabımız, "Kıyâmet saatinin
bilgisi, şüphesiz Allah katındadır" (Lokman, 31/34) gibi
âyetlerle, Kıyâmet'in zamanının hiç kimse tarafından
bilinemeyeceğini belirttikten sonra, bu konuda sorulan
soruları şöyle cevaplar: "De ki: 'Onun bilgisi ancak
Rabbimin katındadır. Onun vaktini kendisinden başkası
açıklayamaz" (el-A'raf, 7/187). "Kıyâmet'in ne zaman
gelip çatacağını soruyorlar. Senin neyine gerek onun
zamanını bildirmek. Onun nihayeti ancak Rabbine aittir"
(en-Nâziât, 79/42-44).
Cibril Hadisi olarak ünlü hadiste, Hz.
Peygamber (s.a.s) Hz. Cebrâil'in bu konudaki sorusunu
“Sorulan, sorandan daha bilgili değildir” diye
cevaplayarak kendisinin de kıyâmetin zamanına ilişkin
bir bilgiye sahip olmadığını açıklamıştır (Buhârî, İmân,
37).
Hayatın bu acı gerçekleri karşısında
ferdin sonu ölüme ve dünyanın sonu kıyamete daima
hazırlıklı olmak her müslümanın şiarı olmalıdır. İbret
vesilesi ölüm ile ilgili olarak Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: “Lezzetleri yok eden ölümü çok anın"
(Tirmizî, Zühd: 4). “Ahiret hayatını isteyen dünya
hayatının süsünü terk eder." (Tirmizî, Kıyâme: 24).
Hayat sermayesini sorumluluk bilinci içinde
geçirebilenler için ölüm; aşığın maşukuna kavuşması,
Mevlana’da olduğu gibi “Şeb-i Arûs” yani düğün gecesi
gibidir. |