“…Özellikle IMF ve Dünya Bankası’ndan gelen baskılarla, 80’li yılların sonlarına doğru ve 90’ların başında ülkenin içine girdiği ekonomik krizle başa çıkabilmek ve iç ve dış borçlarını ödeyebilmek için bütçe harcamalarında önemli oranda kısıntıya gidilmişti. Ülkedeki toplum sağlığının çöküş hikâyesi işte böyle başladı ve devlet, sağlık hizmeti verme görevini aşamalı olarak özel sağlık şirketlerine devretmeye başlandı. Halka, sağlık hizmetlerinin kalitesinin yükseleceği, toplumun daha geniş kesimlerinin sağlık hizmetlerine daha kolay ulaşabileceği söylendi.
Hükûmet, kamunun sağlığı ile ilgili aktif rolünden adım adım vazgeçmektedir…
Aslında bugüne kadar göreve gelen hükûmetlerin istisnasız hepsi, tüm kamusal alanları yabancı sermayeye açmaya çalışıyor ve tek hedeflerinin yabancı yatırımcıları ülkeye çekmek olduğunu söylüyor, bunu da gizlemiyorlardı.
Her ne kadar bugün “Hizmet Ticareti Genel Anlaşması - GATS” düzenlemeleri ile henüz yürürlüğe girmemiş olsa da, hükûmetin gerek sağlık hizmetleri ve gerekse diğer kamusal hizmet alanlarında yabancı sermayeyi kısıtlamak veya kamusal korumaları sürdürmek gibi bir niyeti neredeyse yok. Bu anlamda, özel hastânelerin sağlık güvencesi olmayan yoksullara ücretsiz sağlık hizmeti vermek gibi bir yükümlülükleri bulunmuyor.
1989 yılına kadar, ücretsiz sağlık hizmeti ülke halkının kullanılabildiği bir hakkıydı. Fakat 1989’dan itibâren zamanın hükûmetinin kamu harcamalarını azaltma başlığı altında, sağlık hizmetlerini kısmaya başlaması ile birlikte “kullanıcı katkısı” adı altında bir uygulamaya gidildi ve sigortasız hastalar, muayene ve tedavi giderlerinin önemli bölümünü ceplerinden ödemeye başladılar. Kamu sağlık hizmetlerinin nitelik ve niceliğinde ciddi bir gerileme başladı.
Pek çok yoksul için özel hastanelere ulaşmak imkânsızlaşırken, sağlık hizmetleri çok daha zor ulaşılabilen bir alan hâline geldi. Yabancı sigorta şirketleri gibi yabancı sağlık şirketlerinin açtıkları hastâneler de şehir merkezlerinde yayılıyordu.
Oysa halkın yalnızca %20’si kent merkezlerinde yaşamaktaydı. Kullanıcı katkısı uygulaması başladığından sonra kırsal kesimde sağlık hizmetleri durma noktasına geldi. Kırsal kesimde pek çok kamu sağlık kurumu binası, kullanımdan çıkarılmış ve bugün 33.000 kişiye 1 doktorun düştüğü, kent merkezlerinde de her 1700 kişiye 1 doktorun düştüğü bir dönem başlamıştır.
Ayrımcılığın en yaygın yaşandığı yerler olan özel sağlık kurumlarında örneğin, parası ve sigortası olmayan hastalar, hayatî riskin söz konusu olduğu hâllerde bile, ilâve test ve ilâçların parasını ödeyemiyorlarsa hastânelere kabûl edilmemektedir. Çünkü hastalığın tedavisinin her aşamasında ayrı ayrı ödeme yapılması gerekmektedir.
Hastâne faturasını ödeyemeyen hastalar faturayı ödeyinceye kadar ya hasta yataklarına zincirle bağlanmakta ya da borçları karşılığında hastânede çalışmak zorunda bırakılmaktadır.
Trafik kazası geçirenler, artık eskiden olduğu gibi kazanın olduğu yere en yakın hastâneye gidememektedirler. Çünkü bir özel hastânedeki hizmetin bedeli, bir kamu hastânesi hizmet bedelinin on katına kadar çıkabilmektedir. Oysa halkın %56’sı yoksulluk sınırı altında yaşamak zorunda kalanlardan oluşmaktadır.
Hükûmet, kamu borçlarının altından kalkabilmek gerekçesiyle ülkede kamusal sağlık birimlerinin yanında, özel şirket hastânelerinin açılmasına da izin vermiştir. Bu durum, ülkede gözle görülür bir çifte standart uygulamasının başlamasına sebep olmuş, kamu hastâneleri desteğin kısılması yüzünden hastaların tek kişilik yataklarda ikişer kişi olarak yatmak zorunda kaldıkları, doktorların ise, yalnızca parası olanlara hizmet etmeyi tercih eder hâle geldikleri ayrımcı ve eşitsiz bir sistem başlamıştır.
Sağlık da dâhil olmak üzere tüm sigorta dalları yeni GATS’da ele alınıyor ve piyasalaştırılmak isteniyor. Oysa uluslararası “Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne” göre, bütün insanlar olabilecek en yüksek standartlarda sağlık hizmeti alma hakkına sâhiptir ve ayrımcılık yapılmaması hükmü, bu sözleşmedeki en temel ilkelerden biridir. Bu anlamda hükûmetlerden beklenen, kaliteli sağlık hizmetine herkesin ulaşabilmesini sağlamaktır.
Hizmet Ticareti Genel anlaşması – GATS uygulamaya geçtiğinde hükûmet, muhtemelen tüm sağlık sektörünü piyasa ekonomisine açmayı taahhüt etmiş olacaktır. Oysa halk, sağlığın kısmen özelleşmesi durumunda bile doktora, hastâneye ve ilâca hasret kalmış durumdadır. Kamusal sağlık hizmeti tamamen bittiğinde, “Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin” 12. maddesi, yâni insanlar arasında sağlık hizmeti verme konusunda ayrım yapılamayacağına ilişkin hüküm tamamen anlamını yitirecektir.
Bugün pek çok ülke, Dünya Ticaret Örgütü - WTO ve GATS’ın yanı sıra, uluslararası finans kurumlarının da baskısı altındadır. Bu baskılar, tıpkı “Dünya Ticaret Örgütü” veya “Hizmet Ticareti Genel Anlaşması’nın” geri plânında da olduğu gibi, çok uluslu hizmet şirketlerinden gelmektedir. Varlıklı ve sağlıklı az sayıdaki insan, sağlık mâliyeti risklerini dağıtmak için ticarî sigorta poliçeleri satın almakta veya Sağlık Bakım Örgütlerine katılmaktadırlar. Bu sigorta şirketlerinin hedef müşteri kitlesi yine 11 kent merkezlerinde yerleşik, sağlıklı ve varlıklı nüfustur. Bâzı yabancı sağlık sigortası şirketleri, poliçe sâhiplerinden yıllık 190 ilâ 344 USD arasında değişen poliçe bedelleri almaktadır. Fakat aynı sigorta şirketleri, AIDS ve benzeri ağır hastalıkları sigorta kapsamına almamaktadırlar. Örneğin bu uygulama kamu hastânelerindeki uygulamalarla taban tabana zıttır, çünkü devlet hastâneleri hastalık ayrımı yapmaksızın bütün hastaları kabûl etmek zorundadır, en azından şimdilik…
GATS anlaşmasındaki bâzı maddelere göre, hükûmetler bir hizmet dalını liberalize etmeyi taahhüt ettikten sonra, aynı hizmet sektöründe faâliyet gösteren kimi hizmet sağlayıcılarını engelleyebilecek önlemler almaktan men edilmiştir.
Hükûmet şu anda da yabancı sağlık şirketlerinden yoksul ve sağlık güvencesinden mahrum olan insanların da hastanelere kabûl edilmeleri şartını koşabilir. Fakat böylesi bir uygulama, ancak ülkedeki özel sağlık şirketlerine de aynı koşulun uygulanması hâlinde söz konusu olabilecektir. (GATS madde XVII- ayrımcılık yapılmaması ve ulusal muamele hükümleri).
Eğer hükümet, bu GATS maddesini ihlâl edecek olursa diğer Dünya Ticaret Örgütü ülkeleri, uluslararası tahkime başvurarak devleti dava etme hakkı kazanacaklardır. Eğer hükûmet, özel sağlık şirketleri için lisans alma yâhut belli kalite standartlarını sağlama gibi düzenlemelere başvuracak olursa GATS’a göre, bu düzenlemeler ticareti gereğinden daha fazla engellemeyecek türde olmak zorundadır. Bugün tüm halkların taşıdığı en büyük kaygı, insan haklarının da GATS anlaşmasınca ticareti gereğinden fazla engelleyici bir düzenleme olarak addedilmesidir.
Bir diğer GATS hükmüne göre hükûmetler liberalize etmeyi taahhüt ettikleri hizmet sektörlerinde tam olarak şeffaf olmak zorundadır. Ancak, şirketler için benzer bir zorlayıcı hüküm GATS maddeleri içinde yer almamaktadır. Bu sâyede şirketler, yatırım yaptıkları ülkelerde büyük bir gizlilik içinde faâliyet gösterebilmekte, hükûmetler dâhil hiçbir mercii bu şirketlerle ilgili bilgilere ulaşamamakta, daha da önemlisi bu haktan mahrum bulunmaktadır.
Artık giderek daha fazla sayıda komşu ülkeden zengini insanlar, özel hastânelerde tedavi olmak için ülkeye gelmektedir.
Özel hastânelere yönelik bu talep kamu hastânelerinde çok düşük ücretlerle çalıştırılan sağlık personelinin özel sektöre kayması ve kamu hastânelerindeki hasta yığılmasına karşın doktor ve hemşire sayısının giderek azalması sonucunu doğurmuştur…”
***
Burası neresidir, ihtimâl dâhilindedir ki bilemediniz… “Türkiye” diyen art niyetli ve “ideolojik perspektifli” arkadaşlar kaybetti. Oysa burada, Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu’nun Marjan Stoffers kaynaklı “Kenya’da Kamu Sağlığı ve GATS” başlıklı Ocak 2003 tarihli makale çevirisinden sâdece “KENYA” yazan yerler “ÜLKE” hâline getirilmek biçiminde tahrif edilerek alıntı yapılmıştır...
Alıntı için “teşekkür” veya tahrif için “özür” amacıyla yazarın kendisiyle bağlantı kurmaya tevessül bile edilmemiştir. Zâten amaç kimseye “herhangi bir şey” anlatmak değildir, çünkü niyeti olan zâten anlamış, anlamaya niyeti olmayansa zaten “Mevlâ’m kayıra...” kapısını arkada bırakmış durumdadır…
***
Vallahi ben de internetten iktibas ettiğim bu yazının yazarına hiç sormadan web mekânıma koyuyorum. Kötü niyetliler istediği anlamı çıkarabilir tabii ki; ben Kenyalılar’a çok üzülüyorum…