İnsanoğlunun
hayatında tapınmanın yeri çok önemlidir. Hatta onun
en önemli içgüdüsüdür bile diyebiliriz.
İlkel
insan, korktuğuna tapardı: Aya, Güneşe, Yıldızlara, Şimşeğe!..
Ve bu olgu kısa zamanda büyük boyutlara ulaştı. Ne
zaman ki korktuğu şey
algılanabilir hale geldi,
tapınmaktan vazgeçti. Ama bu, tapınmanın tamamen yok
olması anlamına da gelmiyordu...
Şayet
bir ortamda tapınma durumu hakimse, pek olumlu sonuçlar elde
edileceği söylenemez. Tanrıya olan inancını kalbinde taşıyıp,
daha iyi bir insan olma yolunda adım atanlar ve bu niteliği
ruhuna yansıtanlar, ne yazık ki yaşadıkları feci durumdan
habersizdirler. Onlar, özgürlüğe giden yolların kesilmiş
olduğunun farkına bile varamazlar.
Tapınmayı
benimseyen insan, bütün olmanın idrakına asla ulaşamaz. Sonuçta
kendini muazzam kâinatın küçük bir parçası olarak görmekten
kurtulamaz.
Değişik koşullar ve birtakım nedenler bu
harekete vesile olabiliyor. İnsanların kafasına dank
ettirecek bir olay olmadığı sürece kolay kolay da vazgeçilemiyor.
Tapınma, ötelerdeki hayali yaratıcıya sığınmaktır.
Aslında, ötelerde olan
bir şey yoktur. İçgüdüler ve kişinin kendini tanımaması, özünde
olanı öteye atar.Orada arar durur.
Çok
ilginçtir insan. Korkudan, sevgiden, irtifa kaybetmekten veya
herhangi bir nedenden ötürü, özüne yönlenmesi
gerekirken, bunu ötedekine mal eder. Ürettiği düşünce
onu hayallerinin
efendisine doğru yol aldırır.
Beyindeki
sefaletin bir neticesidir tapınma arzusu. Bir kaosun, arzu ve
istekleri frenleyememenin, hayalin ürünüdür. Aklı olup da kullanamayanın
düştüğü badiredir de denebilir.
Bu haldeki insan bilinçten yoksun; paraya,
koltuğa, makama, mertebeye, kadına, içkiye saldırır
durur. O artık değerlerini yitirmiştir. Halife olduğu
yolundaki uyarılara kulak verecek durumda değildir.
Tapınma,
reşit olma çağından itibaren başlar. Şartlanma ve değer
yargılarıyla da olgunlaşır.
Bu anlamsız duygu, bireyin düşünerek yanıtını bulacağı
sorulara engel olur. Muhakemeyi ve düşüncelerde açıklığı
önler. Boşluklar bu nedenle dolmaz. Beyni
boşluk içinde olan birey, tapınma ile daha bir tuhaflık yaşar
durur.
Kısacası,
aktif biçimde rol alan tapınma anlayışının makul sonuçlar
getirdiğini söylemek mümkün değildir.
Bu duygudan kurtulabilen kişi
ancak homosapienslikten
çıkıp insanlık basamağına adım atabilir.
Birey,
ötedekini ve hayalindekini silip atmadıkça, yaşamın
gerçek
anlamını algılayamaz. İnsanın kendini
anlama imkânı, ancak tapınma duygusundan kurtulmasıyla mümkündür.
Değişim rüzgârları, meşruiyetini ancak bu
şekilde elde eder. Gerçek değerlere ve İslam’ın
tevhid kokan verilerine uzanış, tapınmanın bitişi ile başlar.
Hayatın
ve gerçeğin diyalektiğine bu düşünce ile kavuşulacağından
asla şüpheniz olmasın...
İstanbul
- 16.04.2002
http://sufizmveinsan.com
09-11-2002
Akşam Gazetesi
|