Tevhit
(birleme) inancı, müslümanın bütün hayatını
kapsamalıdır. Bilgi ile düşüncenin, öz ile
sözün, inanç ile davranışın uyumu da buna
dahildir. Bu noktadaki taviz, ferdî ve
toplumsal hayatın çıkmaza girmesine sebep
olmaktadır.
İnancın temeli
bilginin tutarlılığı, düşünce ve davranış
birliğini doğrudan etkileyen bir unsurdur. Doğru
bilgiye dayalı düşüncenin, ilâhî ve dinî
hakikatlerle buluşması inanç sahasını oluşturur.
İnançtaki uyum ve birlik, davranışlara
yansımadığında, inanan insanın hayatı
anlamsızlaşmanın yanında birçok problemi de
beraberinde getirir.
Kişinin hayatında
kabuller ve davranış, bir noktada buluşmadıkça,
tutarlı bir yapı ortaya çıkmaz.
Fert ve toplum
hayatındaki parçalanmışlıklar, kişinin kalp ve
beynindeki tutarsızlıkların yansımasıdır.
Beynin
tutarlı ve çelişkisiz olabilmesi için, inançları
oluşturan bilgilerin doğru, tutarlı ve net
olması gerekir. Şüphe ve tereddütlerden uzak
olmayan bilgiler hakikati ifade etmez. Nitekim
bu hususla ilgili olarak Rabbimiz, “Bununla
beraber onların (insanların) çoğu, sadece bir
zan peşinde gider, ama zan gerçek adına
hiçbir şey ifade etmez!
Şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını çok iyi
biliyor” (Yûnus Suresi (10):36) şeklindeki
ikazla bizleri uyanık olmaya davet etmektedir.
Yanlış
bilgi, yanlış düşünceyi, yanlış düşünce de
hatalı imanı doğurur. Sağlam imana sahip
olmayan kişinin, tutum ve davranışlarında da
istikrar ve istikamet olmaz. Bundan dolayı
inandığını söyleyen kişi, en az günde 40 defa
namaz vasıtasıyla, Rabbinden sırat-ı müstakimde
olmayı dilemek durumundadır. Bu noktada gücünü
imandan alacak irade de devreye
girmelidir. Çünkü bilhassa kötülüklerin
yaygınlaştığı zamanlarda nefs, şeytan ve
şeytanlaşmış insanların tuzaklarından
kurtulabilmek için iradeli bir tavır gerekir.
Sağlam
bir iman ve ihlaslı bir davranış için, her
müslüman en azından farz-ı ayın olan ilmihal
bilgilerini öğrenmelidir. Her kişinin kendi
hayatı ve meşguliyetiyle alakalı hususları
bilmesi kaçınılmazdır. İlmihal bilgileri
sanıldığının aksine sadece ibadet konularını
değil, belki daha önemli boyutta muamelâtı
ilgilendirir.
Muamelât
ise hayatın tamamını kapsamaktadır. Nitekim “din
muameledir” denilmiştir. Sokakta yürümek,
alış-veriş, komşuluk ilişkileri, aile içi
iletişim, esnaflık, sanatkarlık, idareci veya
yönetilen olmanın da muamelat ile ilgili
boyutlarının olduğu unutulmamalıdır. Örnek ve
önder insan Hz.Muhammed (s.a.v.)’de “Kişinin
namaz ve orucu, sizi aldatmasın. Siz onun küçük
ve büyük menfaatler karşısındaki tutumuna
bakınız” uyarısıyla dikkatlerimizi
çekmektedir.
Tutum ve
davranışlarımızda hata yapmamak ve tutarlı
olabilmek için, iman haline gelen bilgilerin
doğruluğu ve sağlamlığı kaçınılmazdır. Çünkü
bilgi beyinden kalbe inanç olarak akseder.
Kalpte
iman haline gelen bilgi, yine beynin onayından
sonra azalara davranış olarak yansır.
Tevhit
inancı müslümanın hayatına bilgi, iman ve
davranış şeklinde aksetmelidir. Yüce kitabımızda
imandan hemen sonra, salih amelin
zikredilmesinin hikmeti budur. Doğru, yerinde
ve güzel amelden uzak bir iman, kişiyi ne
dünyada ve ne de ahirette huzura kavuşturabilir.
Halimize bakmak bunu anlamamıza yardımcı
olabilir.
Biz inanan
insanlar olarak, bu muhasebeyi yapmayacak
olursak, ancak kendimizi kandırırız. Düzelme,
nefsimizden başlamadığı müddetçe
imkânsızlaşacaktır. Hakkın taraftarı olmak, onu
hayatımızın her noktasında liyakat ve ehliyete
riayet ederek, üstün tutmayı gerektirir.
Bir kurum veya
toplumda, menfaatler ve taraftarlık, adalet,
ehliyet ve liyakatten öne geçiyorsa, orada
birlik ve beraberliğe ihanet ediliyor demektir.
Tevhit inancının hayatımıza birlik, beraberlik
ve kardeşlik olarak yansıması temennisiyle,
hepinizi saygıyla selamlar, “Mümin, müminin
aynasıdır” hadisinin hayatımızı
güzelleştirmesini dilerim.