İnanırlığın
ve saygınlığın artması için unutmanın olmaması, hatırlama
dediğimiz şeyin de süratle oluşması şart. Ancak yaşadığımız
boyutta her şey şu veya bu nedenle bir başka şeyden
etkilenmekte ve bu nitelik işlerliğini yitirmektedir.
Unutmamak / hatırlamak dediğimiz fonksiyonların yeterli düzeyde
çalışması sayesinde; şeffaflık, hesap verilirlik,
sorumluluk oluşur. Örneğin; başımızdan geçen korkunç
bir olayı veya anıyı asla unutamıyoruz. Oldukça
etkileniyoruz. Diğer yandan hatırlamak istediğimiz
bir şey de beynimizde asla canlanmıyor. Bir yerde işimize
geleni hatırlıyoruz, ihtiyacımız kalmayınca da unutuyoruz.
Geçmişi hatırlama, daha ziyade çocukluk yıllarımızdaki
fotoğraf ve anıların bütünleşmesi ile oluyor.
Yeni bir vaka ile karşılaştığımızda, onu eski bir olayla
özdeşleştirip somut hale gelmesini temin edebiliyoruz...
Bazen de bir değerlendirmeyi yapmakta nasıl zorlandığımızın
bilincindeyiz.
Bir konuyu misallerle anlatabilmek için beyin, veri tabanında
yerleşik simgeler, semboller aramakla meşgul.
Bazı şeylerin geriye döndürülüşü de imkânsız gibi görünüyor.
Bütün bunlar hep beyinsel işlevlere dayanıyor.
Unutmak veya hatırlamak denilen şey, ruha kaydedilen
bilgilerin geri dönmemesi ve dönmesi ile alakalı. Normal
olanı hafızanın akışı; ama hatırlamama dediğimiz şey beynin
hücre grupları arasındaki kopuklukla ilgili ve bir kireçlenmenin
mahsulü. Anlaşılan o ki her bir unsur, farkında olmaksızın
bir başkasına bağımlı ve bu etkileşim sistematik bir şekilde
devam ede gidiyor.
İşin ilginç
tarafı, insanın unuttukları için pek sorumlu sayılmaması.
Elde olmayan bu durumlar toplumsal yaşamda makul karşılanabiliyor.
Mistik alanda da bu böyle...
Örneğin; bir insanın, unutup oruç bozması halinde, Allah
Resulü’nün uyarısınca, yine orucuna devam etmesi
isteniyor. Bozmamış gibi kabul ediliyor. Halbuki oruçlu
haldeyken bilerek bozsa çok katı cezai müeyyidelere uğrayacak.
Ancak dikkât ederseniz burada özel bir durum da var... Kısaca; insanın
unutkanlığı inandırıcılık taşır ve kasıtlı olmazsa daha
az suçlanabiliyor.
Bir
başka açıdan bakıldığında unutma, bir nevi çöküntünün
habercisi gibi. Yaşlılık halinde daha fazla yoğunlaşıyor.
Bu sürelerde beyin artık randımanlı çalışmadığı için,
ruhta olumlu veya olumsuz bir etkileşme meydana getiremiyor. Bu
nedenle ibadet türü çalışmaların gençlikte yapılması öngörülüyor.
Sebebi, çözümleyebildiğiniz gibi hafızaya dayanan ruh/beyin
ilişkisinin canlı-sıcak oluşu.
Ne var ki; bizdeki uygulamalarda ise tam tersi oluyor ve
insan, yaşlılıkta elini ayağını her şeyden çekerek
kendini ibadete veriyor. Ama biyolojik yapı ve
sistemin çalışma şartları ile ilgili en ufak bir bilgiye
sahip olunamadığı için, yapılan işin ne kadar abuk-sabuk
bir şey olduğu da anlaşılamıyor.
Yaşlılığı
durdurmak, bellek kaybını önlemek için bilim aralıksız biçimde çalışmalarına devam
ede dursun, Evrensel Kitap Kur’an’ın bu konuya yaklaşımı
ise oldukça düşündürücü!...
“Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta?
onu tersine çeviriyoruz. (Kuvvetini düşürüyoruz ). Hâlâ
anlamıyorlar mı ? (Allah’ın kudretini anlayıp doğru yola
gelmeyecekler mi ?)" (Yasin/68)
İstanbul
- 02.04.2002
http://sufizmveinsan.com
26-11-2002
Akşam Gazetesi
|