Üretim,
ufkun ötesine geçebilme ve varoluş gayesini tanıyabilme
sanatıdır.
Milyonlarca insanın hasret olduğu bu olgu, “nakilci”
bir düşünür tipinin ortaya çıkmasını önler. İnsanı
mutlu kılacak her hareketin altında onu arayıp bulmak mümkündür.
Üretim özelliği taşıyan kişiler sınır tanımayan bir
aksiyona sahiptir. Takdir edersiniz ki, yaratıcı bir beyin çok
farklı sonuçlar getirir. Toplumsal yaşamda eyyamcılığa,
magazin-moda çığırtkanlarına asla teslim olmaz. Şayet
insanın fikir dağarcığında üretim mayası yoksa, “Yeniden doğuş”
gibi bir olguya uzanması ve onu yakalayabilmesi düşünülemez.
Bir olayı “kesin
çözüme“
ulaştırmak isteyenler üretim yapmak zorundadırlar.
Çünkü sistem, insanların sahip olduklarından daha fazlasını
hak ettiklerine inandırıyor.
Maalesef,
sadece belirli bir insan grubu, global bir dünyayı oluşturma
ve yaşatma çabası içindedir. Geri kalan ise, beyin mirasını
gelişigüzel harcamanın yollarına düşmüştür.
Küreselleşme olgusu direkt üretim ile alakalıdır..
Üretimsizlik, küreselleşmeye set çekebilecek, bir direniş
oluşturabilecek şekilde temayüz ediyor.
Yani çok küçük bir skalayı oluşturan insanlar, üretici,
değerlendirici ve daima aksiyonel, gelişmiş bir haldeyken;
ekseriyet, yani gelişim çizgisini yakalayamayanlar ise
onlardan kalan artıklarla geçinip gidiyor. Utanılacak bu hal
umurlarında bile olmuyor. Bir yandan beklentiler var ve
alabildiğine çok, diğer yandan kimse atılım, üretim yapmayı
düşünmüyor. kendini tanımaya yanaşmıyor. Bu pısırıklığın
kökenine de inemiyor. Kendini tanıyamamanın, bilememenin
sonucu da üretimsizlik oluveriyor.
Gelişmiş
olanların gelişimleri neden gecikmiştir.? Gelişmeyenler
neden bu durumdadır?
İşte bütün bu soruların cevapları üretimsizlikte yatıyor.
Ülkemizde "üreten " insan sınıfı lâyık olduğu
değeri bulamıyor. Hayatımızı kolaylaştıran, her yeniliğin
müsebbipleri tanınmıyor ki değerlendirilebilsin. Onlar açıkça
hasır altı ediliyor. Toplum olarak onlardan korkuyor, haz
etmiyor ve çekemiyoruz.
Her
alanda olduğu gibi mistisizmde de üretim ön plânda yer
almaktadır. Örneğin Cenab-ı
Hak, Kur'an'ı Kerîm’de
statik bir aklı
değil, sürekli düşünen dinamik ve üretici bir aklı
istemektedir.
(Bkz.Bakara, 44, 73 )
Ancak şu da bir gerçek ki, yaşam durağan hale gelmiş, düşünce
bazındaki üretimsizlikler
had safhaya oturmuştur. Toplumsal bunalımların yanı sıra,
bireyin isyanı, dağınıklığı, uyumsuzluğu, bunun açık
delili olmaktadır.
Toplumdaki hızlı değişimlere ayak uyduramayan, üretemeyen,
kendini geliştiremeyen insanların taklitçiliğe felakete, sürüklenmesinin
altında hep üretimsizlik yatıyor.
Üretimsiz olma hali huzuru bozan ve sağlıklı bir toplum oluşumunu
engelleyen faktörlerden en önemlisi, belki de ilki.
Allah elçisi Hz.Muhammed
(s.a .v) “ İki
günü eşit olan bizden değildir “
diyerek insanları atılımcı olmaya davet ederken, büyük İslâm
mutasavvıfı Hz.Mevlâna
da " Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler bulmak lazım
" şeklindeki
sözleriyle insanlığa üretim konusunda ışık tutuyor.
Diğer
yandan beynin randımanlı şekilde çalışamaması, yani üretime
kapalı olması, kişiyi bir bakıma yetersiz beslenme koşullarına
da sürükler, dolayısıyla uykusuzluk, baş ağrısı,
terleme, kabızlık, kan basıncı (tansiyon) artışı
gibi yan
etkilerin ortaya çıkmasına bile neden olur.
Ayrıca depresyon, sinirlilik gibi arzu edilmeyecek ruhsal değişikliklere
de yol açabilir.
Üretimin
kültürel bir olgu haline geldiği günümüzde eleştirel
analizlerde üretim eksikliği varsa, o konuda bir mücadelenin
varlığından da bahsedilemez.
Teşhisi çok iyi koymak ve neşteri de ona göre vurmak lâzım..
Ama
maalesef bu hüner de bizde yok !...
İstanbul
- 23.10.2001
http://sufizmveinsan.com
Akşam
Gazetesi - 14 Aralık 2001
|