“Yalan dünya” tabirini duymuşuzdur. “Dünya fanidir”
diye hep söyleriz. Ama acaba tutum ve
davranışlarımız bu sözümüzü doğruluyor mu?
Evet, insan maddi hayata bu dünyada gözünü açar ve
bir algı yanılmasıdır başlar. Nedir bu algı
yanılması? Bütün hayatı, bu dünyadan ibaret sanmak…
Ne zamandan beri Müslümansın sorusuna ne cevap
veririz? “Kâlu belâ”dan beri. Ne zamandır bu?
Ruhlarımızın yaratıldığı an. Yani bizlere canlılık
bahşeden ruhlarımız, bedenimizden önce de vardı.
Ölünce ne olur? Bedene giren ruh ayrılır ve alem-i
ervahtaki yerine gider. Yani ruhun hayatı devam
eder. Kabir hayatı sonrasındaki sur ile ahiret
hayatı başlar.
Dememiz o ki, dünya hayatı, bu serüven içinde,
“ruh meal-ceset” yaşanan kısa bir süreyi ifade eder.
Peygamber efendimizin tanımıyla, uzun yolculuk
esnasında bir ağaç gölgesinde dinlenmek için
geçirilecek bir vakit.
Nitekim bu aldanıştan uzaklaşmamız için Rabbimiz
Fâtır Sûresi 5. ayette bizleri uyarmaktadır. Ayeti
meal ve yorumuyla hatırlayacak olursak; “Ey
insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir.” Yani Kur’ân ve
hadislerde haber verilen, ahiret hayatı vardır ve
gerçekleşecektir.
“Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.” Dünyada
huzurlu ve mutlu yaşayacağım diye mal-mülk
biriktirirken, ahiret hayatını ve her yaptığınızın
hesabını vereceğinizi unutmayın.
“Ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi
kandırmasın!” Sizi O’nun rahmetine çok aşırı
güvendirmesin. ‘Nede olsa Allah affeder’ deyip
günahlara dalmayın, boğulursunuz. Şeytan insana
yaptıklarını hoş gösterir. Dünyanın gerçek, ahiretin
hayal gibi hissedilmesine sebebiyet verebilir.
Bazılarına ‘oraya giden ve gelen mi var?’ dedirtir.
Bazılarının inandığından farklı bir hayat yaşamasına
sebebiyet verir.
Dünya kalbe saplanınca…
İtiraf etmek gerekir ki; Dünya ve ahiret dengesini
sağlamak, her şeyin, makam, mevki ve para ile
değerlendirildiği bir asırda zordur. Dünyanın geçici
olduğunu birçok müslüman söyler. Ama onların
davranışları çoğu defa söylediklerini yalanlar
mahiyettedir. Dünyanın kalbimizi işgal ve meşgul
etmesi, ibadetlerden haz almamızı da engeller.
Dengeli davranışlar ancak, insan tabiatına ters
düşmeyen İslâmî bir eğitim ve ruhu huzura kavuşturan
bir hayat sistemiyle mümkün olabilir.
İslam kimliğine sahip olmasına rağmen, İslâmî bakış
açısına ve basirete eremeyen kişilerin, fikirleri de
bulanık ve karışıktır. Böyle kimselerin inancı ve
yaşayışları arasında da uçurum vardır. Diğer bir
deyişle bunlar, inancının gereğinden habersizdirler.
Önce kabul ettiklerini, yolda giderken inkâr eder
hale gelebilirler. Gerçeğe uyacağına, hakikatleri
kendine uydurma hastalığı baş gösterir. Tabi
böyle olunca da, çelişki, zanlarla dolu bir beyin ve
dengesiz davranışlar açığa çıkar. Dünya ahiret
dengesi de ahiret aleyhine bozulur. Bütün gününü ve
ömrünü dünyevi hedefler için harcayabilen kişi,
10’ar dakikadan 50 dakikasını Rabbinin huzur ve
mutluluk çağrısına ayıramaz.
Oysa, bilinçli müslüman; iman, duygu, düşünce ve
davranış dengesini kafa, kalp ve bedende
gerçekleştiren insandır.
Dünya hayatının bizi nasıl oyaladığını görebilmek
için yakın ve uzak hedeflerimizi gözden geçirmemiz
yeterli olacaktır. Kariyer yapmak, ev, araba sahibi
olmak, zengin olmak vs. Peki nerde kaldı ebedi hayat
yatırımı? Akıllı adam ve Müslüman, öngörülü
davranıp ebedi hayata yatırım yapan kişidir. Bir
ayetin kültürümüze yansıması olarak hep söylenir,
“ne verirsen elinle o gider seninle” (Bkz.
Müzzemmil,73/20).
İnsan tabiatında dünyeviliğe düşkünlük vardır. Ama
Müslüman olduğunu söyleyen insan, Allah’ın değer
verdiği şeyleri tercih etmek durumundadır.
“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara,
yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma
atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı
düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya
hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak
güzel yer, Allah'ın katındadır” (Âl-i İmrân, 3/14).
Akıllı adam neticeye göre davranır.
Din tembelliği benimsemez
Bilinçli Müslüman, hayatını Kur'ân ve Sünnet’in
hükümlerine azami ölçüde uydurmağa çalışarak kişisel
bütünlüğe erişir. Bilgi, inanç, davranış, günlük
hayat tarzı birbirini desteklemeyecek olursa,
dengesiz bir kişilik ortaya çıkar. Bu
dengesizlik, söz ve davranış uyumsuzluğu da -Allah
muhafaza- münafıkların özelliklerindendir.
Dünyayı kazanalım derken, ebedi hayatı kaybetmemek
gerekir. Bazıları belli menfaatlere erişmek için;
sıhhatlerini, huzurlarını, ömürlerini feda ederler.
Netice olarak, hem dünyayı hem de ahireti
kaybederler. Hayatımız belirsiz, faydasız ve
irdelenmemiş bilgiler üzerine kurulursa; İslami bir
istikamet olmayacak, günlük hayatın sarsıntıları,
kişinin dengesini bozacaktır.
Tarihte ve günümüzde tasavvuf adına çalışmamayı adet
edinmiş kimselerin, kendi miskinliklerini dine ve
onun üst seviyeli bir uygulaması olan sofiliğe
yükleme hakları yoktur. En güçlü tasavvuf
ekollerinden biri olan Nakşibendîliğin en önemli
vasıflarından biri, dışı halk ile, içi Hakk ile
olabilmektir.
Tembelliğe ne din, ne de tasavvuf cevaz verir.
Tasavvuf ehli, dünyayı tamamen terk etmekten ziyade,
dünyayı kalbine koymamaya çalışır. Çünkü kalp
Allah’ın feyiz ve nurunun tecelligâhıdır. O nurun
tecelli edebilmesi için kalp günah ve dünyevilikten
arındırılmalıdır ki, Allah’ın nuru o kalbde tecelli
etsin. Misafir gelecek ev temizlendiği gibi,
Allah’ın feyzinin ve Hz. Peygamberin sevgisinin
yerleşmesi istenen kalp de her türlü fenalıktan
arındırılmalıdır.
Denge insanı olan müslüman için ölçü, açık ve
nettir. “Hemen ölecekmiş gibi ebedi hayat için
çalışırken, kalıcı bir eser bırakabilmek için de
dünya için çalışmalıdır.”
Ayetlerle dünya hayatının iç yüzü
Dünya kelime olarak, “aşağı” manasına gelir ve
kendisine aşırı bağlananları aşağılaştırır.
Menfaatçilik, insani değerleri öldüren bir
tehlikedir. İnsanın dünya ve ahiret ile
irtibatındaki zaafı, Kıyame Sûresi 20 ve 21. ayette
Rabbimiz: “Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni
(dünya hayatını ve nimetlerini) seviyorsunuz da,
ahireti bırakıyorsunuz” ifadesiyle dile getirmekte
ve bu durumdaki kişileri kınamaktadır.
Hayat rehberimizdeki Fecr Sûresi’nin 15’ten 25’e
kadar ayetlerini bu noktada meal ve yorum olarak bir
hatırlayalım:
15- “İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de
ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde "Rabbim
bana ikram etti" der.” Varlık zamanında iyidir,
keyfi yerindedir.”
16- “Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa,
o vakit de, "Rabbim beni zillete düşürdü." der.”
Kötülükleri kendinden bilmez, bahane arar.”
17- “Hayır, doğrusu siz (Allah'tan ikrâm
bekliyorsunuz, birbirinize ziyafet çekiyorsunuz ama
kendiniz) yetim, muhtaç ve fakirlere ikrâm
etmiyorsunuz.”
18- “Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik
etmiyorsunuz,” Teşvik etmek sözlü veya fiili
olabilir. Sözlü teşvikin geçerli olabilmesi için,
fiili olarak bunun icra edilmesi gerekir.
19- “Size kalan mirası hak gözetmeden yiyorsunuz.”
Kardeşler arası miras kavga ve ihtilafları göz
önünde bulundurulunca, bu ayet daha net
anlaşılabilir.
20- “Malı aşırı biçimde “yığmacasına” seviyorsunuz.”
Paralar, katlar, yatlar, arabalar, vs.
21- “Hayır hayır! Yer birbiri ardınca sarsılıp
dümdüz olduğu zaman,”
22- “Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf
dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır).”
23- “O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını
birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne
faydası var!” O zaman pişman olmamak için günlük
hayatımızda ahirete de yer ayırmalıyız. İbadet,
tutum ve davranışlarımız ile hesabını verecek
şekilde yaşamalı, ahiret sermayesi biriktirmeliyiz.
24- “Keşke bu (ahiret) hayatım için önceden bir şey
yapsaymışım der.”
25- “Artık o gün, Allah'ın edeceği azabı kimse
edemez.” İş işten geçmiş olur. Son pişmanlık fayda
vermez.
Dünya bizi aldatmasın, ahiret hayatı gerçektir.
Aldanıp aldanmadığımızın göstergesi; fani dünya için
neler yapıyoruz, ebedi hayat için neler yapıyoruz?
Sorusuna verdiğimiz cevaptır. Hayat sermayesini
dengeli bir insan ve iyi bir kul olarak
değerlendirebilenlere müjdeler olsun.