Mistik sahada, her
zaman karşılaştığımız, güncelliğini hiç kaybetmeyen öyle meseleler var ki;
basit görünmesine karşın, ya cevabı verilemiyor ya da yorumlar, okuyucuyu, ekran
başındaki izleyiciyi maalesef tatmin edemiyor.
Örneğin, Televizyon
kanallarının birinde sunucu soruyor;
Hocam, Nazar nedir, var
mıdır? Yoksa uydurma bir şey midir?..
Yanıt çok ilginç;
- Var da desem
doğrudur, yok da desem doğrudur... Şayet yoksa Huzur-u Mahşer’de mahcup olurum...
Devamında bir sürü
felsefi kelâm.. Hani şu okullarda okutulan, günlük yaşamda hiç
karşılaşmadığımız bilgiler cinsinden..
Sunucu soruyu
tekrarlıyor;
Hoca gayet sakin...
Gözlerimiz ekranda, heyecanla bekliyoruz. Ama nafile...
Hocam, siz bırakın bin
yıl sonrasını, Mahşerde mahcup olmayı, şimdi biz izleyicilerimize mahcup
olmayalım...
Ses yok...
Bu sefer, başka bir
kanaldayız. Profesör olduğunu iddia eden bir zat’a, sanki Mahkeme-i Kübra’daymış
gibi sualler sorulup defteri dürülmek isteniyor. Söz, dönüp dolaşıp Kur’an’daki
Burçlar konusuna geliyor. Kur’an’da olduğu için inkâr edilemez. Hani
kıyısından köşesinden de olsa biraz bilgi lütfen... Mümkün değil...
Bir ara sohbet, Hızır
Aleyhisselâm’a takılıyor. Gülelim mi, ağlayalım mı?
Sanki programın
yöneticisi Profesör Hocaya Alem-i Gayb’dan bahsediyorsunuz!.
Neyse, biz üzerimize
düşeni yapalım, başlık doğrultusunda devam edelim.
İslâm’da bize açılan
her konunun teknik bir izahı var. Resulullah Efendimiz’in Hadislerinden
örnekler göstermek istiyorum.
“Herhangi biriniz, bir
şey içerken bardağın içine üflemesin.” (Sahihi Müslim)
İbn-i Abbas (R.A.)
dan;
- Resulullah (S.A.V)
iki kabre uğradı, şöyle buyurdu:
“Dikkat edin, bunlar
muhakkak azap olunuyorlar. Hem de büyük bir şeyden dolayı azap olunuyorlar. Onlardan
biri kovuculuk yapardı, diğeri sidiğinden sakınmazdı.”
Ravi der ki :
- Resulûllah daha
sonra yaş bir hurma dalı istedi ve onu iki parçaya ayırdı. Sonra, şunun üzerine bir
tane, şunun üzerine de bir tane diktikten sonra;
“Bunlar yaş ve taze
kaldıkça azaplarının hafifletileceği umulur.” buyurdu.
Sahihi Müslim’den
alınan, yukarıdaki iki Hadisin yorumu size; tarafıma tevdi edilen ve sırayla dökümü
yapılan suallerin cevaplarını oluşturmak, bendenize ait olacaktır.
Soru: Beyin korteksi
hakkında ne biliyorsunuz ?
Beyin yarı
kürelerinin yüzeyinde bulunan, boz madde tabakasıdır. Kabuğun hücre sayısı, on
beş milyar civarındadır.
İnsan beyni kabuğu,
çocuğun ana rahmine düşüşünün altıncı ayında tabakalaşmaya başlar.
Kalınlığı bir ile dört milim arasında değişir. Altı tabakadan oluşmuştur.
Kabuğun çeşitli bölgeleri, duyu organlarımızdan gelen etkileri alır. Vücudumuzun
her noktası için ayrı bir yer bulunan kabukta, çok duyarlı olan yerlerimiz için,
diğerlerine oranla daha fazla yer ayrılmıştır.
İstemli hareketlerin
denetlenmesinden, duyuların birleştirilip yönlendirilmesinden, zihinsel ve duygusal
işlevlerin düzenlenmesinden sorumlu olan, beynin en dış katmanıdır.
Korteksin oluşumuyla beyin
tam olarak teşekkül etmiş ve bireysel anlamda kendi ruhunu üretecek hale gelmiştir.
Soru: İhlâsın
hakikati nedir?
İhlâsın hakikati
İhlâs görmemektir.
Soru : Cinler hangi
devrelerde, İnsanlar üzerinde daha etkili olurlar?
Cin’lerin belli
zamanlarda, insanlar üzerinde yoğun baskısı vardır.
Doğumdan evvel (hamilelik sırasında)
ve sonraki hassas sürelerde,
Çocukların rüştünü ispat ettikleri
dönemlerde, hormonal faaliyetlerin başlangıcında,
Astrolojik etkiler istikametinde,
faaliyetlerini yoğunlaştırır veya azaltırlar.
Soru : Kaç türlü
büyü vardır?
Büyü iki türlüdür;
Cin kökenli olanlar,
Beyin dalgaları ile yapılanlar.
Birinci şıktaki büyüye
karşı korunma duası şöyledir;
“Rabbi inni messeniyet
şeytanu binusbin ve âzab; Rabbi euzü bike min hemezatiş şeyatıyni ve euzü bike
rabbi en yahdurun. Ve hıfzan min külli şeytanin marid.” (Sad 41) (Mü’minun
97-98) (Saffat 7)
Günde, sabah yüz elli,
akşam yüz elli olmak üzere üç yüz adet okunmalıdır.
Beyin dalgaları ile
yapılan büyüye tedbir olarak, kırk günde beş yüz defa, “Felâk ile Nas”
sureleri okunur. Suya okunarak içilmesi daha faydalıdır.
Soru: Okuduğumuz
duaların ölülerimize faydası var mı?
Kabirdeki ölülerimize
okuduğumuz Ayet ve Surelerin Nur’u onlara ulaşır, kesinlikle fayda verir.
Soru: Kabir hayatında
bedenin durumu nasıldır?
Esasen, kişi kabire
girdikten bir müddet sonra, ruh bedenin kabirle tüm bağlantısı kesilir. Berzah Alemi
dediğimiz (esas kabir alemine) geçer. Toprağın altında mevta aramak nafiledir.
Soru: Reenkarnasyonu
kabûl etmesek bile, Evliyâullahın tekrar Dünya’ya dönme olasılığı var mı?
Yüksek düzeydeki zevatın
(Nebiler ve Evliyâullah) dışında kalan hiç kimsenin, hatta belirli zümrede ki bu
Evliyâullahın dahi tekrar dünyaya gelmesi mümkün değildir. Nasıl ki Ahiret yaşamı
bizler için gayb hükmündeyse, Ahiret yaşamındakilere göre de dünya hayatı gayb
hükmünde kalır.
Soru: “...Hiçbir şey
hariç olmamak üzere her şey O’nu hamd ile zikreder (tesbih eder) ancak siz onların
zikirlerini (tesbihlerini) anlayamazsınız.” (17/44) Ayeti ile anlatılmak
istenen nedir?
“Her şey O’nu
zikreder” deki mânâ, Esma zikridir. Belli bir Esma’nın mânâsını ortaya
koymak için varoluştur. Örneğin, sert bir taş, ‘Kaviy’ isminin manasının
ortaya çıkış şeklidir. Sertliği ortaya koyuşla, Allah’ın Kaviy
ismini zikir halindedir.
Suda ise Hay ismi zuhur
eder. O’nun zikri, Hidrojen + Oksijen atomlarının hareketi ile bu fonksiyonu ortaya
çıkarmasıdır.
Bütün bu zikirleri ‘Fıtrî
zikir’ (varoluş gayesinin yerine gelmesi) kapsamında mütalaa etmeliyiz.
Kelime ile yapılan zikir
ise manaları ortaya çıkarmak içindir. Bakara Suresinin 31. Ayetinin bir bölümünde “Allah
Adem’e bütün isimleri talim ettirdi” denerek bu tür zikre atıf
yapılmaktadır.
Soru: İslâm nedir?
Kökeni, Selâm
ve Sîlm isimlerine dayanan, teknik olarak ‘huzura ve barışa erme’
anlamına gelen, dolayısı ile Allah’a teslim olma zorunluluğu oluşturan İslâm,
Kur’an’ın “inned dine indallahil islâm” (2/19) (Muhakkak ki Allah indinde
din İslâm’dır) Ayetinde belirtildiği şekilde, İlâhi hükümler bütünüdür.
İlahi hükümlerle,
bilinen anlamdaki beşeri düzenlemeler, sosyal ve siyasi dengelerin sağlanması
kasdedilmemektedir.
Soru: Farz nedir?
Farz, Allah’ın
emrini yerine getirmek anlamını taşır. Ancak hormonların faaliyeti sonucunda beyin
kapasitesinin, Evrensel sistemi, çalışma tarzını ve var edicisini, yüce varlığı,
yani Allah’ı algılayabilecek konuma gelmesi gerekiyor.
Soru: Halifetullah
özelliği tüm İnsanlara yansır mı?
Bakara Suresinin 30.
Ayetinde geçen bu kavram, S’âd Suresinin 26. Ayetindeki “Ey Davûd seni
yeryüzünde bir halife olarak meydana getirdik. O halde, İnsanlar arasında, Hak olarak
hükmet ve hevana tabi olma” açıklamasıyla belirgin bir nitelik kazanmıştır.
Halife özelliği, genel
manada varoluş gayesine uygun hareket prensibini ortaya koyan her birim için
geçerlidir. Birim derken, Melek, Cin ve İnsan’dan bahsediyoruz. Kur’an
bu şekle, İsra Suresinin 44. Ayetinde açıklama getirmiştir.
Özel olan Halifetullah niteliğine,
öncelikle Nebiler haizdir. Zira, tüm Nebilerin diğer insanlara üstünlüğü,
yol göstermeleri ve hükmetmeleri sözkonusudur.
Bunun yanında, Mardiyye
mertebesini izhar eden Gavsı Azam, Ferdiyet sahipleri, yani Müferridunlar,
İnsan-ı Kâmiller ve İnsan-ı Kâmil boyutunda yaşayan veliler de Halifetullah
niteliğini taşırlar.
Soru: Tasavvuf ve
Tarikat kavramları yeterince algılanıyor mu?
Bu kavramlar,
kanaatimce doğru algılanmıyor. Tasavvuf ve Tarikat denince; namazında niyazında,
takva sahibi, sabırlı, mütevekkil, cömert, mütevazi...vb. kısaca, güzel ahlâk
sahibi kimse yetiştirme metodu ve kurumu akla gelir.
Oysa hiçbir ekole intisap
etmeyen (girmeyen) bir kimsenin de, eğer mümin niteliklerini taşıyorsa, doğal olarak
bu özelliklere sahip olması gerekir.
Fakat, tasavvufu bunlardan
ibaret sanması doğru olmaz.
Peki Tasavvuf nedir?
Rasûlullah Efendimiz
(s.a.v) İnsanlığa ölmez mesajlar ve şifreler vermiştir. Herkes istidadı nisbetinde
bunları değerlendirir. Belli bir kemalâtla bu uyarıları çözebilen bazı müstesna
kabiliyetli kişiler vardır ki, bunlara “veli” denir.
Veli’ler güzel ahlâk
sahibi, takva ehli olmaktan öte, Allah’ı Hakk’ın marifeti ile bilmiş,
Mutlak Vücudu tanımış, varlığın mekanizmasını çözmüş kimselerdir.
Nitekim bu Zat’ların
asırlar önce söylediği;
“Alemlerin aslı
hayaldir gerçekte varlık Tek’tir ve Hakk’a aittir, kesret görüntüden ibarettir”
gibi tesbitler, müsbet ilmin en son ulaştığı ve itiraf ettiği hakikatlerdir.
O halde;
Tasavvuf, Allah’ı bilmektir.
Tasavvuf, Allah’a ermektir.
Tasavvuf, Allah’ın alemlerini ve nizamını
tanımaktır.
Tasavvuf, Sünneti bilmek ve yaşamaktır.
Tasavvuf, Kendini ve Evreni hakikati ile
tanımaktır.
Tasavvuf, Sana senden yakın olandan A’MA
olmamaktır.
Allah Muin’imiz olsun
Ahmet F. Yüksel
(Bu
yazı aylık Yeni Dünya Dergisinde yayınlanmıştır.)
|