u
yazıyı yazmaktaki gayem, son zamanlarda ekonomik koşulların
git gide kötüleşmesini fırsat bilerek bir bahane ile
Müslüman toplumuna yaklaşan, inançları olmayan
kimseleri
din değişimine sürükleyen
Hıristiyan misyonerlerinin anlaşılmaz tutumları ve
onlardan niçin korktuğunu bilmeden telaşa kapılan Müslüman
toplumunun feryadı ile ilgilidir.
Bu
misyonerlik tutumundan rahatsız olanlar, cahilce bir anlayış
içinde İslam’ın sadece biçimi
üzerinde duranlar ile aslında dinsel
hükümlerin hiçbirini yerine getirmeyen
ve İslam dini ile
diğer dinlerin sentezini
yapamayan
kesimlerdir. Kendinden
ve dininden emin, inançlı ve bilgisine güvenen bir Müslüman’ın
bu misyonerlerden zerre kadar çekinmemesi gerekir. Tedirgin olmak bir yana, hatta kendi ayağı ile gelip Hıristiyanlığa davetiye çıkartan bu kişilere akılcı bir şekilde “ tebliğ ” görevini bile yapabilir..
Bu
tür uygulama Kur’an’da şöyle dile getirilmektedir:
El
Maide
Suresinin 48. âyeti ;
“Allah
isteseydi sizden tek bir ümmet yapardı. Fakat size bağışladığı
muhtelif şeriatla sizi denemek istedi. Birbirinizi iyi
eserlerle aşmaya çalışınız. Hepinizin dönüşü Allah’a
olacaktır.”
Keza,
Ankebut suresinin 46.
âyeti de şöyledir
“Zulmedenler
bir yana, Ehli kitapla tartışmanızı (
mücadelenizi ) güzel yolla yapın.”
Kur’an,
birbirine paralel gözüken bu iki âyette özetle ; Toplum
içinde bireylerde ayrılığın mümkün olabileceğini,
ama her Resül’ün onları kendine has şeriatını
anlamaya davet ettiğini, bir tartışma ortamının yaratılıp
düşüncelerin dile getirilmesini, aşırılığa kaçmadan
yapılacak değerlendirmelerin mümkün ve makul
olabileceğini, başarı için mücadele etmenin şart
olduğunu vurgulamaktadır.
Özde
aynı anlamlar içeren, ama zahirde ayrı
gibi kabul edilen dinler arasındaki
diyaloğun tesis edilmesi bu nedene dayanmaktadır.
Konuya çeşitli yönlerden bakabilmek için farklı bakış açıları
olan ümmetlerin, yani toplumların bulunması faydalıdır.
Nitekim, Kur’an da bunun böyle olduğunu ifade etmektedir.
Bu
yönlü mücadelede başarılı olabilmek için gerek Müslüman,
gerekse Hıristiyan toplumunun taraf tutma gibi basit bir anlayıştan
sıyrılıp onun
yerine,
geniş bir kültür ve bilgi düzeyine ulaşarak
edinimlerini
birbirlerine aktarması gerekir.
İslam’ın biçimiyle yetinen bir müminin anlatmaya çaba gösterdiğimiz bu diyalogda başarılı olabilmesi ve birtakım şeyleri eni konu değerlendirebilmesi mümkün değildir.
Aydın bir Müslüman,
İslam’a çağdaş değerlerle yaklaşım sağlayabilmeli,
sevgi ve sempati içinde meramını anlatabilmelidir. Bu
hallerden yoksun olduğunda ise tuzağa düşmesi normaldir. Aynı
şeyleri Hıristiyan toplumu için de dile getirebiliriz.
Sadece
duyguları ile hareket ederek, bir nedenle Müslümanlığı seçen
insanların, İslam’ın özüne inmedeki kayıtsızlığı ve
bu yöndeki yetersiz çabaları kendilerine hiç de yakışmamaktadır.
Bu
anlattıklarıma istinaden, bir Müslüman’ın
Hıristiyanlığı veya Yahudiliği
seçmesinin makul olabileceği yorumu çıkarılmasın. Hz.
Muhammed’in getirdiklerinin, Hz.
İsa’nın ortaya koyduklarının üstünde olduğu apaçık
ortada iken, böyle bir iddia, saçma sapan bir düşünce olur.
Ben; şeklin üzerinde
durulmasını da yanlış buluyorum. Aslında Tek bir Din var. Dinin anlatmak isteği şey de
varlığın tek bir bütün oluşu. Bu bütünün boyutları
var. En içsel boyutun dili ise Hz. Muhammed’e aittir. Tüm İnsanların esasen bu boyutta toplanması gerekiyor. Bu nedenden ötürü Kur’an, insanlardan aşama yapmalarını istiyor.
Çok önemli başka bir husus da şu:
Şayet bir bireyin Muhammedî olma durumu mümkün değilse, İslam
dinine kendi inançları doğrultusunda istediği kadar bağlı olsun,
o İsevi veya Musevi anlayışından sayılır. Yani kaçtığı şeyi
zaten yaşıyordur.
Benim
anlatmak istediğim de budur.
İstanbul
- 26.02.2002
http://sufizmveinsan.com
|