Anlamlı, anlamsız, bakışların, cıvıl cıvıl hareketlerin, sevgiye uzanan yolun simgesidir gözler.
Fizyolojik yapının bu en önemli azası, dilimizde de “ gözün aydın “, ” gözü yükseklerde”, ”gözünde tütmek”, “gözünden kaçmak” gibi mecazi anlatımlara konuk olmuştur...Bilimsel tanımıyla, kesitsel algılamanın (beş duyu) en başta geleni olan görme işlemini sağlayan  bu organ, göz çukurunda bulunan, iri bilye büyüklüğünde küremsi bir cisimdir.
Ön bölümü göz kapaklarıyla korunur. Dıştan ince bir deriyle, içten de konjonktiva (göz sümüksel zarı) ile kaplıdır. Kas-zar kıvrımlarından ibaret olan göz kenarındaki kirpikler toz girişini önler. Gözyaşı bezleri de ıslaklık sağlayarak onu gelen tozlardan korur.
Hareketleri birleşiktir. Bir göz, otomatik olarak ötekinin  de hareket etmesine yol açar.

Görme, ışığın, göz  ve beyinde yol açtığı bir  dizi biyofizik, biyoşimik ve fizyolojik olaylar  sonucunda gerçekleşen mucizevi bir duyudur.

Bu işlem sırasında görünen spektrumun ışık enerjisi, görme  siniri ile iletileni aksiyon potansiyeline  çevrilir. (Görünen ışığın  dalga boyu yaklaşık 400-700 nm. sınırları arasındadır. Ultraviyole  ve  ınfraruj ışınlar insan retinasını  uyarmaz.  ) Retina  üzerinde beliren cisim görüntüleri beyin  korteksine  iletilerek  görme duyusu yaratılır.
Gözün saydam ve kırıcı ortamlarından geçen ışık, retinanın (Ağ tabaka) çok özelleşmiş bir bölgesi olan makulaya (Sarı nokta) odaklanır. Işığı emebilen hücrelerdeki foto kimyasal reaksiyonlar, sinir hücrelerinin uyarılmasını sağlar. Uyarım, retinadan sonra sırasıyla, görme siniri,optik kiyazma (İki görme sinirinin keşiştiği nokta),optik radyasyo , çeşitli beyin çekirdekleri ve nihayet beynin görme merkezi olan oksipital loba ulaşır.
Bu yol, hâlâ pek çok noktası aydınlatılamamış komplike bir iletim ağıdır.

Işığın göze gelmesi ile başlayan ve oksipital lobda (beynin ensedeki bölümü) sonlanan olaylar, tanımlandığı gibi düz bir yol izlemez. Henüz tamamı açıklığa kavuşmamış olsa da, birçok ara bağlantı tespit edilmiştir. Bu bağlantılarla, örneğin bir cismi görüp ona uzanmak ya da dengeyi sağlamak üzere dönme hareketleri    gerçekleşmektedir.
Görme yollarını etkileyen inhibitör ve eksibitör (azaltıcı ve artırıcı) mekanizmaların da rolü oldukça önemlidir.(Örneğin gözün karanlığa adaptasyonu,konsantrasyonun artırılması,duygulanım hali gibi faktörler ya  da migrende görsel algılamanın azalması...)

Görme, oksipital lobda meydana geldiğinde, algılama orta beyin çekirdeklerinde olmaktadır; ancak bunların da henüz hepsinin fonksiyonları bilinmemektedir. Görme sinirleri, beyinde çok uzun bir yol alır; geçtiği hat boyunca karşılaştığı bölgelerdeki hastalıklardan,dolaşım ve beslenme bozukluklarından etkilenerek algı değişikliklerine neden olabilir. Başka birçok merkez de görme merkezini etkileyerek görme eşiğini sürekli değiştirmektedir.
Gördüğümüz cisimlerin her birine çarparak yansıyan ve apayrı dalga boylarıyla dönen ışınlar, beyinde farklı değerlendirilerek değişik frekanslarda görmeyi sağlarlar.

Güneşten gelen ışınların bir kısmı  da gözü uyarmamakla birlikte, beyni etkiler ve başka mekanizmalarla görme merkezini  harekete geçirir.
Göz beynin çok özelleşmiş bir bölümü olarak, ışığı mükemmel bir şekilde algılar; ama sadece o kadar... Esas görme, beyinde gerçekleşir.
Algılanan dalgalar, beyinde daha önceden yüklenmiş veri tabanıyla birleştirilip sentez edilmek suretiyle değerlendirilir. Sonra da hayali oluşturan  görme grubu içinde  bir imaj ortaya çıkar. İşte bu imaj, bizde “görüyoruz” sanısını uyandırır.
Beyin,  gerek  gözün sınırları  içinde kalarak kendisine ulaşan dalgaları, gerek onun dışında direkt aldıklarını  değerlendirerek  düşünür, hisseder  ve gerekirse hayal  merkezini  devreye  sokarak görür.  Böylece, görme  merkezinin  gördüğüne değil; kendisine ulaşan  frekanslara göre karar verdiği ortaya çıkar.
Esasen, görme, bir  ara  işlem değil, son işlemdir. Beyin isterse, o devre olmadan da değerlendirmeleri yapar.

Görmenin göze dayanmayan  bölümlerinde rüyalar,halüsinasyonlar ve keşifler vardır. Rüya: Korteksin kendi  içindeki  uyarılması sonucunda gerçekleşir.  Rüya sırasında,  görme işlemindeki hareketler ve refleksler devam eder.
Gözlerimizle görmekte olduğumuz konusundaki sarsılmaz kanımıza karşın “gözsüz görüş”e sahip bireylerin bulunduğundan ya da bedenin başka alanlarıyla görebilme yeteneğinden söz eden bulgular da vardır. Harvard Tıp Akademisinden Dr. David Eisenberg’in Pekin’de, koltuk altı derileri yazıları okuyup, renkleri tanımlayabilen özelliğe sahip iki Çinli kız kardeşi, İtalya’da nörolog Cesare Lombroso’nun, burnunun ucu ve sol kulak memesi ile görebilen kör bir kızı, Sovyet Bilim Akademisi’nin parmaklarının ucu ile fotoğrafları görebilen ve gazete okuyabilen Roza Kuleshova’yı  bildiren raporları gibi...
Görmede, bir merkezden bahsedilmekle birlikte, aslında beyindeki tüm nöronların (sinirler) ufak ağaç dallarına benzer kollarla birbirleriyle bağlantıları olduğundan,birinin ucuna ulaşan elektriksel mesaj, dalganın havuzda yayılmasına benzer biçimde yayılır. Beyindeki  görüntü, nöronların meydana getirdiği dalgaların girişimi sonucu, holografik  özellik göstermektedir.
Görme merkezinin yüzde doksanı   çıkarılmış bir farenin karmaşık görüş  yetenekleri gerektiren deneyleri başarmaya devam etmesi holografik algılamaya  bir örnektir.
Bu konudaki ilk çalışmalarından birinde Pribram, bir maymunun optik sinirleri aracılığıyla aldığı  görsel  bilginin doğrudan  görme korteksine  ulaşmayıp önce beynin diğer bölgelerinin  süzgecinden geçmekte olduğunu vurgulamıştır. Beynimize ulaşan bu bilgiler, ilk olarak temporal loblarımız  (şakaklardaki loblar) tarafından düzeltilip  biçimlendirildikten sonra, görme merkezimize gönderilir.

Bazı araştırmalar, aslında  gördüğümüz şeylerin yüzde elliden daha küçük bir kısmının gözlerimize gelen bilgilerden olduğunu düşündürmektedir. Diğer yüzde ellisi ise dünya konusundaki beklentilerimizden oluşmaktadır.

Görme  sinirlerinin buluştuğu retinanın ortasında hiçbir alıcının  bulunmadığı“Kör nokta” adı verilen bölge, zihnin görmekte olduğumuz şeyleri  yaratma  konusundaki rolünü, daha da çarpıcı biçimde sergilemektedir.
Çevremizdeki  dünyaya baktığımızda, görme duyumuzda bazı  boş  noktalar bulunduğunu anlayamayız. Beyin,bu boşlukları usta  bir terzi  gibi örer, doldurur. İşin  garibi, o bizim görsel gerçekliğimizi yeniden  örerken, farkında bile olmayız.

Eğer  dışımızdaki  dünyanın yarıdan  azını  görüyorsak,  görmediğimiz başka  neler  var  acaba?.. Teknolojideki ilerleme, bu konuda birkaç  yanıt sağlıyor. Örneğin : Örümcek  ağları  bize tek düze beyaz  bir  görüntü vermekle birlikte, av  halindeki böceklerin ultraviyole  duyarlığına  sahip gözlerine parlak renkli ve çekici göründüğü, sürekli ışık verir gibi hissettiğimiz floresan lambaların  aslında yanıp  sönmekte olduğu gibi...

Prıbram’a  göre makro  gerçeklik, gerçekte bir frekans alanıdır ve beynimiz de  o frekansları nesnel görüntüler dünyasına çeviren bir tür  mercektir.
Bu açıdan bakıldığında gerçeklik kavramı da ilginç boyutlar kazanmaktadır...

Ahmet F. Yüksel
& Uzm.Dr. Işıl Yurdaışık
İstanbul - 06.06.2001
http://sufizmveinsan.com

Popüler Bilim - Haziran 2001

KAYNAKLAR:
Bajandas Frank J: Nörooftalmolojı,  Hacettepe yayınları
Kline Lanning
Duke Elder :System of Oftalmoloji   (Volume  5)
Albert ve Jacobiec:Prıncıples and practıce of oftalmolojı
Prıncıples Basıc Scıences
Kunskı : Clınıcal oftalmolojı 
Adler: Fizyology of the eye
Mıchael Talbot:  Holografik Evren
A.Guyton :  Fızyolojı

 


Üst Ana sayfa e-mail